Nermin Yıldırım, ilk romanı 'Unutma Beni Apartmanı'nda hayrı ve şerriyle aile kavramına, annelik rolünün kaynaklarına bakıyor. Okurken bazen suç ortaklığı yaşıyorsunuz, bazen gerçekliğinden içiniz daralıyor

HANDAN ÇAĞLAYAN / RADİKAL

Yazılarıyla ara ara Radikal Hayat’ta da imzasını gördüğünüz Nermin Yıldırım, Doğan Kitap tarafından yayımlanan ilk romanı ‘Unutma Beni Apartmanı’ ile okur karşısında. Genç yazar öyle yalın ve gerçek bir evren kurmuş ki, bütün yalın gerçekler gibi rahatsız edici aynı zamanda. Okurken bazen tanıklık etmenin huzursuzluğunu, bazen bizzat suç ortaklığını yaşama ihtimaliniz var. 30’lu yaşlarının başında olan Yıldırım, 43 yaşındaki kahramanının hayat hikâyesiyle aile kavramını, öğrenilen cinsiyet rollerini sorguluyor. Fonda ise ülke tarihinin ana durakları… 

Romanın ana karakteri Süreyya’nın yıllar sonra karşısına çıkan annesiyle hesaplaşması giderek kendisiyle ve annelikle hesaplaşmaya dönüşüyor. Annelik doğal bir durum mu, öğrenilen bir şey mi?
Annelik genellikle hormonlarla ve kadın doğasıyla açıklanıyor. Ben bu romanla tıpkı kadınlık gibi öğrenilebilir bir şey olabileceği ihtimalini kurcalamak istedim. Çevremi gözlemlediğimde, kadınların aile kurma ve anne olma yolculuğunun üç aşağı beş yukarı benzer şekilde gerçekleştiğini görüyorum. Genellikle toplumsal anlamda onaylanma, kendinden bekleneni yerine getirme ve eksikken ‘tam olma’ motivasyonuyla evleniyor, aynı şekilde çocuk sahibi oluyor kadınlar. Böyle olunca pek çok konuda olduğu gibi annelik alanında da dışarıdan gelen baskıyla, ödevlerimizi yerine getirme telaşıyla hareket edip, kendimizden öncekilerden öğrendiklerimizi tekrarlıyor olabiliriz diye düşünmeden edemiyorum. Süreyya, anneliği kendisini bebekliğinde terk etmiş annesinden, ondan gördüğü kadarıyla öğrenince, kendi kişisel tarihi de bir tekerrür şeklinde cereyan ediyor. 

Aile bir sığınak, dış dünyanın acımasızlığı karşısında kendimizi güvende hissedeceğimiz bir yer mi, daha çocukken ruhumuzun, benliğimizin sakatlandığı bir hapishane mi?
Esasında varlığı bir dert yokluğu yara şeklinde özetlenebilecek belalı bir müessese aile. Mensuplarına varlığıyla da yokluğuyla da başka şekillerde zarar verebiliyor. Bir yandan sığınılacak bir liman, bu yüzden yokluğu belki de bir ömür yeri doldurulamayacak büyük boşluklar yaratabiliyor. Ama öte yandan, baskıcı, hiyerarşik, şiddete yatkın bir kurumdan bahsettiğimizi de unutmamak gerek. Özellikle çocuklar ve kadınlar için kolayca sömüren, ezen, acı veren ve hatta bazen de öldüren bir ilişkiler ağına dönüşebiliyor o kutsal yuvalar. Kadın cinayetleri en çok namus peşindeki aile bireyleri tarafından işleniyor, çocuklar en çok en yakınlarının istismarına maruz kalıyor. Yani aile kimi zaman sığınaktan ziyade, bir tür suç örgütü olarak faaliyet gösteriyor. Bu tür travmalar hiç yaşanmasa bile ailenin korumacı yapısı, bireylerin özgürlüklerinin ve kendilerini gerçekleştirmelerinin önünde bir duvar gibi yükseliyor. Evet, benliğimiz bu hapishanelerde sakatlanıyor. Nihayetinde, aileden yoksun kalmış bir çocuk mu daha çok yaralanır, yoksa aileye maruz kalmış bir çocuk mu, bunun cevabını vermek zor. 

Romanın çok katmanlı bir yapısı içinde yer yer polisiye tadı var. Öte yandan annenin diyaloglarında da sanki biraz Yeşilçam tadı aldım. Bu da romandaki oyunlardan biri mi?
Sözünü ettiğiniz bu çok katmanlı yapının ortaya bir parça oyuncu bir metin çıkardığı doğru. Romanın tamamında polisiye bir kurgu yok ama bu katmanlı yapı içinde polisiyeye uzaktan da olsa göz kırpıyor. Annenin hikayesi kızın hikayesinden sadece konusu itibariyle değil, geçtiği zaman ve o zamanın ruhu bakımından da ayrılıyor. Hem dil, hem ruh anlamında farklı bir atmosfere sahip. Yeşilçam filmleriyle büyümüş biri olarak, 60’ları günümüzden ayırırken böyle minik bir oyuna başvurdum.

ENSESTİ KONUŞMANIN YOLU

Romanın en acıtıcı yanı enseste ve çocuk istismarına dair hikayeler. Müşide’nin öyküsünde, ensest ve çocuk istismarı, mideye yenen bir yumruk etkisi yapıyor. Neredeyse bütün alt hikayelerinde ensesti, istismarı bir şekilde ortaya çıkaran neydi?
Aslında çocuk istismarı bu romanın ana konusu değil. Asıl eşelemek istediğim aile kurumu ve köksüzlük hissiydi. Ama ailenin karanlık tarafından bahsederken bunları görmezden gelmek mümkün değildi. Her ne kadar kapalı toplumun ruhuna uygun biçimde hep hasıraltı edilip, görmezden gelinse de çok yaygın bir istismar biçimi bu. Çocuklara karşı işlenen suçların en fecilerinden biri.
Ama tabusal niteliği bu suçun ortaya çıkarılmasını ve engellenmesini güçleştiriyor. Bu yüzden üzerine konuşulması ve kilitli kapılar ardından çıkarılması gereken bir konu ensest. 

Son zamanlarda çocuk istismarı ve çocuklara yönelik şiddet dehşet verici boyutlarda. Basına yansıyan bu haberler hakkında ne düşünüyorsun?
Olayları da olayların basına yansıyış biçimini de dehşetle izliyorum. Vaktiyle üçüncü sayfalardan şiddetin yeniden üretildiği alanlar olarak söz ederdik. Şimdi aynı hadise manşetlere taşındı. Elbette şiddet ve istismar konularının konuşulup tartışılmasından, gizli kalmamasından yanayım ama ensesti konuşmanın da bir yolu olmalı. şu anda haberler yaşanan şiddeti yeniden üretmekle kalmıyor, adeta pornografik bir dille, bir tür fantezi dünyasına hizmet ediyor. Kamu yararı filan gütmediği gibi, o haberlere konu olan çocukların haklarını da ihlal eden bu yayıncılık anlayışını kesinlikle çok çirkin ve vicdansız buluyorum. Gazetecilerin bu tür haberleri verirken, fotoğraftan haber diline kadar, çok daha hassas ve duyarlı davranması gerektiğini düşünüyorum.


Nermin Yıldırım, aşağıdaki videoda Uykusuz Her Gece programında Unutma Beni Apartmanı'nı anlatıyor: