AYCA YILMAZ / Radikal

 

Hangi paradigmadan bakarsanız bakın, ülkede çok acayip bir süreç yaşandığını teslim etmeniz gerekir. Biz fanilerin anlaması güç bir süreç bu. Yine de, dışarıdan görebildiğimiz kadarıyla, büyük bir hesaplaşma yaşanıyor. Bu hesaplaşmanın taraflarından biri, hiç kuşkusuz, “ulusalcı” tabir edilen güçler. ABD ’ye daha mesafeli olmak gerektiğini söyleyen bütün subaylar, emeklisi olsun, muvazzafı olsun, bir şekilde “ Ergenekon ” operasyonlarını “tattı”. Aynı operasyonlardan medya mensupları ve siyasetçiler de nasibini aldı.

 

Peki operasyonları yapan tarafta kim var? Gazeteci Ahmet Şık , aslında gözaltına alınırken kameralara, “Dokunan yanar!” diye bağırmış, adresi göstermişti. “Cemaat” tabir edilen ve “Okyanus Ötesi”ndeki Fethullah Gülen’in “ruhani liderliği” etrafında örgütlenen, tam olarak ne olduğunu bilemediğimiz bir gücü işaret ediyordu Ahmet Şık .

 

Ne var ki, operasyonu her kim yürütüyorsa, Ahmet Şık konusunda ciddi bir hata yaptıkları kesindi. Gazetecilik yaşamı boyunca hep haksızlığın, hukuksuzluğun, devlet içindeki çetelerin, işkencecilerin izini sürmüş olan bu cüretkâr adamın, “devlet içinde örgütlendiği” iddia edilen bir “silahlı terör örgütü” yapısına dahil olamayacağına inanan o kadar çok dostu vardı ki, hiçbir örgütlenmenin çağrısı olmaksızın, tamamen kendiliğinden bir biçimde, birdenbire sokakları dolduruverdiler. Ve giderek güçlenen gösterilerle, komplo daha fazla teşhir oldu. Ahmet Şık ’ın tutukluğu daha fazla süremezdi...

 

Açıkçası, pek çok kişinin paniğe kapılıp geri adım atacağı bir deneyim yaşadı Ahmet Şık . Lakin o bu konuda da farkını gösterdi. Geri adım atmak şöyle dursun, daha fazla ses çıkarmaya başladı. Nedim Şener ’le beraber serbest bırakılmaları sonrası, kendisini cezaevine atan o büyük güce karşı mücadele edeceğini yüksek sesle ifade etti. Hatta o ifadeler üzerine bir daha dava açıldı hakkında! Ama onun için sokağa dökülen dostlarını yanıltmamıştı ve başı her daim dikti. Bu dik duruş, ancak “haklı” olanın sahip olabileceği bir duruştu. Hiç mırın-kırın etmedi...

 

‘MÜSPET BİR ARKADAŞ’

Ve nihayet, cezaevine girmesine yol açan ve yarım kalan çalışmasını, yaşadıklarıyla genişleterek yayımladı. ‘Pusu: Devletin Yeni Sahipleri’, eğer “normal” bir ülkede yaşıyor olsaydık, herhalde büyük bir skandallar serisine yol açardı. Kitapta, pek çok ifşaatın yanı sıra, “Cemaat”, “Hizmet”, “Camia”, vs. diye anılan “yapı”nın Emniyet teşkilatı içindeki örgütlenmesine dair çok önemli belgeler sunuluyor mesela.

 

Kitapta “Cemaat”in polisteki fişleme kayıtları da var. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde görevli çok sayıda polisin fişlendiğini gösteren, 2007 yılında düzenlenmiş belgelerde, polislerin kimlik bilgileri ve sicil numaraları, görev yerleri, bağlı bulundukları birim gibi tüm bilgiler bulunuyor ve yanlarına her bir polis hakkında bilgiler düşülmüş. “Sosyal demokrat”, “ Alevi ” gibi tanımlanan polislere ihtiyatlı yaklaşılması salık veriliyor.

 

PEKİ YA MEDYA?

Hakkında fişleme yapılan polisler, 1’den 5’e kadar derecelendirilmiş. “Himmet” dedikleri bir çeşit aidat sistemleri olduğu anlaşılıyor. Yani “Cemaat”, Emniyet teşkilatı içinde aidat topluyormuş! “Ders” dedikleri bir çeşit “eğitim çalışması” yapıldığı, polislerin, “Evini kullandırır”, “Derslere gelir”, “Sızıntı okur” gibi tanımlandığı, “Müspet bir arkadaş, geç tanışıldı, yakın takiple samimiyet kurulursa kazanılabilir” diye not düşülerek örgütlenmeye çalışıldığı ortaya çıkıyor belgeden...

 

Ahmet Şık , ‘Pusu’da, belgeler için, “İşte peşinde olduğum belgelerden birisi de Hanefi Avcı ’nın elinde olan ve yargı makamlarına teslim edildikten sonra ‘yok’ denilen, ardından var olduğu söylenip adli emanete kaldırıldığı öne sürülen bu fişleme kayıtlarıydı. Muhtemelen benim peşimde olanların da yayımlanmasını istemedikleri belge. Zaten bu yüzden tıpkı Odatv davasının diğer mağdurları gibi bir komployla tutuklanmam yetmediği gibi toplatma kararı verilen üzerinde çalıştığım kitap imha edilmeye de çalışıldı. İşte o kitapta yer alması istenmeyen belge şimdi karşınızda,” diye yazıyor...

 

Sizce de sadece bu belgenin Emniyet teşkilatında büyük bir deprem yaratması gerekmez mi? Ama emin olun, aynılarına Yargı’da, Milli Eğitim’de, üniversitelerde ve hiç kuşkusuz Silahlı Kuvvetler’de de rastlanabilir. Peki ya medya?

 

Doğrusu, tüm bu süreçten evvel, “Medyada kimler kalacak, kimler gidecek?” gibi bir tartışma başlamıştı. Sokaktaki her vatandaş gibi bizlerin de anlayamadığı bir tartışmaydı bu. Şimdi bakınca, çok iyi anlıyoruz... Medya “ Ergenekon ” adı verilen operasyonlar öncesinde ve operasyonlar sırasında adım adım yeniden şekillendirildi.

 

Ahmet Şık , ‘Pusu’da medyadaki yeni tip “habercilik”le de hesaplaşıyor. Polisin medyaya “haber” servis ettiğini ortaya koyan Şık, “Hiçbir dayanak olmadan gazetecilerin başkalarının talimatıyla haber yaptığını, kitap yazdığını öne süren yandaşlar ... talimatı polisten yazılı olarak almış ve aynen uygulamıştı. Hatta çoğu polisin attığı başlıkları değiştirme ihtiyacı bile duymamışlardı,” diye yazıyor...

 

Ahmet Şık , Radikal ’de muhabirlik yaptığı dönemde pek çok önemli habere, manşete imza attı. Bunların çok önemli bir kısmı cesaret gerektiren haberlerdi. Ne var ki, Ahmet’in en “şık” hareketi, son süreçte yaşadıklarına karşı diz çökmeden, her zaman yaptığı gibi burnunun dikine gitmesi ve ‘Pusu’yu yayımlaması oldu. Bu ülkede bir gün işler düzelecekse, bu, Ahmet Şık gibiler sayesinde olacaktır dememiz için çok sebep var...

 

KOZİNOĞLU VAKASINDAKİ TUHAFLIKLAR...

Ahmet Şık , ‘Pusu’da Silivri ’de hapis yatarken “enteresan” bir kalp kriziyle yaşamını yitiren eski MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’yla ilgili çok önemli bir belgeye yer veriyor. Belgeden anlaşıldığı üzere, Kozinoğlu’nun telefonları dört mahkeme kararıyla 9 ay boyunca dinlenmiş. Niye hedef seçildiğini artık Allah bilir!.. İstanbul Emniyeti’nin beşinci kez dinleme talebi ise, o tarihte “ Ergenekon ” ile “ Odatv ” soruşturmalarını yürüten dört savcı tarafından reddedilmiş. Bu özel yetkili savcılar arasında o dönemde Zekeriya Öz de var. Dört savcının imzasını taşıyan belgede reddedilme gerekçesi, “polisin talep yazısında ekli telefon görüşme tapelerinde yasadışı terör örgütü faaliyeti olarak nitelendirilebilecek bir bulguya rastlanmaması” olarak tarif ediliyor... Aradan 14 ay geçiyor... Zekeriya Öz, “Terör örgütü faaliyeti olarak nitelendirilebilecek bulgu”ya rastlayamadığı” telefon kayıtlarını, Kaşif Kozinoğlu’nu tutuklama gerekçesi olarak gösteriyor. Ahmet Şık , ‘Pusu’da bu evrakın daha sonra sümen altı edildiğini vurguluyor. Zaten Kaşif Kozinoğlu da öldüğüne göre, tartışılacak pek bir şey olmasa gerek!