Yıllar önce, takriben 90'lı yılların sonlarına doğru, Fransa'nın aşırı milliyetçi İçişleri Bakanı Jean Louis Debré oldukça tartışma yaratan bir yasayı Fransız Parlamentosuna sundu. Yasanın fikir babası olması sebebiyle yasa "Debré Yasası" olarak adlandırılmış ve bu yasa neredeyse Fransız vatandaşları ile hükümeti karşı karşıya getirmişti. Yasa, Fransa'ya şu veya bu şekilde yerleşik göçmenlerin, kaçak giriş yapan yabancıların, Fransız vatandaşları tarafından ihbar edilmesi halinde ödüllendirilmesini öngörüyordu. Kısacası Fransızlardan, vatandaş olan-olmayan yabancı komşularını, iş arkadaşlarının nerede yaşadıkları, ne iş yaptıkları konusunda ihbar edilmesi isteniyordu. Yasaya bizzat Fransız vatandaşları sert tepkiler gösterdiler. Sokak eylemleri örgütleyip, protesto toplantıları organize ettiler, imza kampanyaları vs. başlattılar. Fransız aydınlar, yasanın ülkedeki toplulukları kutuplaştıracağını, aynı zamanda bireylerde "kişilik erozyonu" yaşatacağını haykırarak, yasayı Anayasa Mahkemesine götürerek iptalini istemişlerdi.

Bu yasanın Fransa'da çıkmasından bir kaç yıl sonra, cumhuriyet tarihinin en yenilikçi en reformcu partisi iddiasıyla AKP, Türkiye'de iktidara geliyordu. Bu vaatlerle iktidara gelirken, yeni dünya ile buluşmak ve entegre olmak adına böylesi bir görüntü verdiklerini de saptayabiliriz. Bu değişim-dönüşüm vurgusu ve görüntüsü, AKP'yi bir müddet sonra kontrolsüz, pervasız, devasa bir güç haline getirdi. "Reformcu İktidar" zamanla neredeyse bir baskı rejimine evirildi. Çözüm, müzakere, barış, eşitlik vurgusu yapan iktidar, günümüz itibariyle muhalif tüm görüş, anlayış ve düşünceyi bitirmeye kodlanmış bir canavara dönüşmüş durumda... Tüm sorunları hafiye yöntemleriyle çözmeye çalışan bir "Saray Yönetimi" işbaşında kısacası...

"Değişim-dönüşümün partisi AKP!" tümüyle eski yöntemlere dönmüş durumda... 90'lı yıllarda, muhtarlardan başlayan ajanlaştırma faaliyeti bir daha tekerrür ediyor. "Muxtaro" efsanesinin doğuşunu hepimiz hatırlarız. Şiddet siyasetine yönelen AKP iktidarı sokak infazlarına, sokağa çıkma yasaklarına kadar işi vardırmışken, yeni bir "Muhbirlik Yasası" çıkarmaktan geri durmuyor. Yeni bir koruculuk paketinin hazırlığından söz ediyor. Başta muhtarlar olmak üzere tüm toplumu ihbarcılık yapmaya çağırıyor, teşvik ediyor. Elbette bu ihbarcılık yasasını çeşitli yönleriyle ele almak mümkün... Bu yasanın farklı kimlikler arasında kutuplaşma yaratacağı, sosyal ilişkileri zedeleyeceği, halklar arası düşmanlığı körükleyeceği kesin...

Ama kanımca, bu meselenin en fazla irdelenmesi yönü "Debré Yasası" çıktığında Fransız aydınlarının dikkatleri yoğunlaştırdığı "Kişilik Erozyonu" meselesidir. Hangi felsefeye, düşünceye, topluma göre değerlendireceksek değerlendirelim, muhbirlik, ihbarcılık, ajanlık, gammazlık kişiliksizlik ile neredeyse eş anlamlıdır. Dolayısıyla muhtar, esnaf ve "muhbir gazeteciler"le yetinmeyen "Saray Yönetimi" tüm toplumu ihbarcı olmaya davet ediyor. Bu "hizmet" karşılığında yüklü paralar vaat ediyor. Kürtleri birbirine kırdırmak için yeni korucular alınması da cabası...

Yakın geçmişe kadar "Pişmanlık Yasası"nı gündemde tuttuğunu da unutmamak lazım. Tüm bu pratiklerden çıkarılacak sonuç; bu yasalarla aslında hedeflenen, halkları bütünüyle karaktersiz, kişiliksiz, herhangi bir etik değer taşımayan "toplumsal yığınlar" haline getirmektir. Bu karaktersiz, kişiliksiz, ahlaksız toplum üzerinden kendi siyasetini ve çözümünü dayatmadır. Kişiliksiz toplum yaratıp bundan medet uman bir iktidar aynı zamandan kendi karakterini ortaya koymaktadır. Kirli siyaset ancak böylesi toplumlar tarafından meşru bulunabilir. Bu durumu tersten de ele almak mümkün... Kirli kişiliksiz, karaktersiz iktidar toplumu kendine benzetmek istiyor. Bu nedenle şiddete dayalı tüm özel savaş aygıtını hayata geçirdiği gibi hiçbir etik değer taşımayan, gayri ahlaki yöntemlere başvurmaktan da geri durmuyor.

Yazıtımı minik bir anı ile noktalamak istiyorum. Kürdistan toplumunun ihbarcılığa karşı yaklaşımı nettir. Bu işi yapanlar, toplumun en aşağılık mahlukları olarak görülür. Yıllar önce bir grup arkadaşım evimize ziyarete geldiğinde şen-şakrak bir sohbet devam ederken, bir köşede sessiz sakin, çok konuşmayan bir arkadaşıma (ki bu arkadaş sonradan belediye başkanı oldu) annem: "Sen neden konuşmuyorsun? Yoksa MİT misin?" demişti. Arkadaşım oldukça bozulmuş ve "Dayê keşke bana İT deseydin de MİT demeseydin" Çünkü ihbarcıların Kürdistan'da bir başka adı da MİT'tir...