Adorno’yu bilir misiniz bilmiyorum ama kesinlikle okumanızı öneririm. Ben de üstadı çok geç keşfedip çok erken sevenlerdenim. Belirteyim, yazdıklarıyla yeni yüzyılın kavramlarını yeniden ve tekrar tekrar düşünmemizi sağlayan ender düşünürlerdendir.

Adorno ”bir makinenin parçalarından başka bir şey olmayan insanları” anlatır.

“İnsanların çektikleri acılardır asıl paylaşılması gereken” diyen üstad zamanımızın ve yaşadıklarımızın bam teline basarcasına “uygarlığın yeniden cehalete dönüşmesinden”, “evrensel şefkatsizlikten,” “yakın geçmişin her zaman felaketlerden arta kalmış bir yıkıntı” olduğundan ”savaş ticarettir” diyen liberallerden, ”büyüyen her şeyin nasıl da hastalıklı göründüğünden”, “ en iyi en yumuşak şeylerin bir kez kendi ağırlıklarıyla yol almaya başladıktan sonra akıllara sığmaz bir hunharlıkla sonuçlanma eğiliminden”, ”hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü dönemeçlerden” söz eder.

Ve devam eder, “sefalet sürüyor, görüldü ki imkânsız onu yok etmek, o zaman üstü örtülüyor” der dizelerinde.

Evet, insanlığın sefaleti sürüyor ve uygarlığın cehennemini, savaşın rantını, küresel vicdansızlığın, hunharca politikaların, robotlara dönüşen insanların, miras bırakılmış felaketlerin acısını yaşıyor insanlık.

Herkesin bildiği, acısı; yüzümüze, kalbimize vurulan Gazze’yi anlatmak istiyorum ama Gazze’yi ölümle dansa götüren, Gazze’ye bu cehennemi yaşatan anti-semitist tepkileri, İsrail devletinin varoluş ve savaş gerekçesine dönüştürenlerin katkısı takılıyor kalemime.

Gazzeli çocukların kanlı bedenlerine ağlayıp Hitlerin ruhunu çağıranlar, yeni bir Holokost (Yahudi Soykırımı) temennisinde bulunanlar İsrail devletini besleyen, büyüten temel gücün bu anlayış olduğunu bilmiyorlar galiba.

Bu anlayışa sahip olanların bilmedikleri sadece bu değil tabii. Krala doğruyu söyleyebilecek sarayın budalalarından biri olmama izin verirseniz eğer; Filistin davasının, İsrail’in işgal ve genişleme politikaları ile buna direnen Filistinlilerin topraklarını koruma mücadelesinden siyasal İslamcıların her ülkede kendini yeniden üretme ve güçlerini pekiştirme aracına dönüştürüldüğünü belirteyim.

Yine belirtelim, İsrail’in Filistin politikasına İslam ülkelerinde gösterilen tepkiler beraberinde bu tepkiyi organize edenlerin gücüne hizmet etti. Filistinliler yavaş yavaş her şeylerini kaybederken Filistin davasını kılıç ve kalkan yapanlar gücüne güç kattı.

Budalılığa devam… Gazze olaylarından sonra kiralık vicdanı kabaran güzel kardeşim; New York borsasında hisseleri halka açık olan Coca Cola’nın gelirlerinin İsrail’e aktarıldığını belirtip Cola içmeyerek Gazze’nin kurtulacağına mı inanıyor?

Bilimde, sanatta, teknolojide, eğitimde hiçbir şey üretmeyip Fetih Suresi’nden halkalar oluşturarak her gece saat 03.00’te “ey Kahhar, ey Kahhar” deyip İsrail’in yok olacağına mı inanıyorsun?

Filistin için attığın sloganlar, doldurduğun meydanlar, IŞİD “Allah-ü Ekber” nidalarıyla sadece kafaları değil İslam’ı katlettiğindeki derin sessizliğini, Sivas’ta canlar diri diri yakılırkenki umursamazlığını unutturacak mı sanıyorsun?

Hem ey “mümin kardeşim” Gazze için ağlaman, Gazze için şiddeti protesto etmen anlaşılır ve doğru bir eylem ama emin ol Gazze’de yaşananların en büyük sebebi sen ve senin gibi “kendi ölüsüne” ağlayanlar değil mi?

Haydi sen de sarayın budalalarından olup itiraf et; çocuklarının parçalarını dağlarda toplayan Roboskili annelerin çığlığına ses verdin mi hiç?

Daracık bir sokakta tekmelerle öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın, “vurmayın, öldüm” çığlığı vicdanını sızlattı mı hiç?

Sen, ekmek almaya giderken öldürülen Berkin Elvan’ın annesi meydanlarda alkışlarla yuhalandığında suskunları oynarken Gazze’ye bomba yağdığında sevinç naraları atan İsraillilerden nasıl hesap sorarsın?

Sen değil misin, kendine ait hissetmediğin, değerlerine yakın bulmadığın herkes için susan?

Hem meydanları doldurman, haksızlığa ses vermen için hep Filistinlilerin ölmesini mi bekleyeceksin?

Niye mi söylüyorum tüm bunları? Gazze’de insanlar ölürken şimdi sırası mı bunun diyorsun? Haklısın, sırası değil ama hepimiz kör bir kötülüğün içinde boğulurken Bradley’in “her şeyin kötü olduğu yerde en kötüyü bilmek iyi olmalı” sözünü hatırladım. Evet, Bradley de haklı, hem de çok…