Hayatta her şey, her olgu bakış açımıza göre değişir, dönüşür ve şekillenir. Uluslararası siyasette de keza bu böyledir. Eğer “sıfır sorun” perspektifi ve “yurtta sulh, cihanda sulh” söylemi ile yola çıkarsanız, bunun size sunacağı birtakım durumlar, avantajlar ve kısıtlar vardır. Yine “değerli yalnızlık, sıfır dost, tüm dünya bize düşman” değerlendirmesi ile yola başladığınızda da, şüphesiz ulaşabileceğiniz potansiyel bir kısım avantajların yanında, birçok tehdit, sınırlama, engelleme, dışlanma ve savrulma risk ve tehlikesi ile baş başa kalırsınız. Türkiye geçtiğimiz yüzyılın başlarında bu yönde bir tercih yapmıştı. Bu yüzyılın başlarında ise bir başka seçimde bulunuyor. Bunun yanında, esasen izlenen yol başka, halka, seçmene ve vatandaşa yansıtılan ise bambaşka olabilir. Joseph Goebbels’in dediği gibi; “Bir kere söylenen yalan, yalan olarak kalır ama bin kere söylenen yalan, hakikate dönüşür...” Zaten demokrasi nedir ki; belki sadece kendi diktatörlerimizi seçme özgürlüğüdür. Özellikle bizim gibi Doğu-Batı çorbasına dönen, kimlik sorunu çeken ülkelerde. Noah Hariri’nin değindiği gibi; “Özgür ifadeyi kendi sınırları dışında bile zora koşmak tutucu rejimlerin alametifarikasıdır… Sözde demokratik devletler hukuk sistemini hiçe sayıyor, basın özgürlüğünü kısıtlıyor, her tür muhalefeti hainlik diye nitelendiriyorlar. Türkiye ve Rusya gibi ülkelerin başındaki iktidar sahipleri yeni bağnaz demokrasi tipleri deneyip, düpedüz diktatörlük uyguluyorlar… Milliyetçi bağlarla dini gelenekleri kaynaştıran benzer nostaljik hayaller Hindistan, Polonya, Türkiye ve birçok başka ülkedeki rejimlerin belirleyici özelliğidir...”

Örneğin daha hain 15 Temmuz darbe girişiminin yaşandığı gece ABD ve bazı AB ülkelerinin “Türkiye’deki gelişmelerden endişe duyuyoruz” şeklinde yuvarlak açıklamalar yapmasını yadırgıyoruz. Ama aynı zamanda Fransa’nın eski sömürgelerinden olan Mali’de Albay Saido Camaro liderliğindeki darbeyi adeta destekliyor, aynı şekilde “derin endişe ve üzüntüyle” karşıladığımızı ifade ediyor ve yapılan bu darbe sonucu (“ezanlarımızı susturamayacaksınız, demokrasimizi yıkamayacaksınız” feryat figanı arasında) Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacar Keita’nın hükümeti ve parlamentoyu da feshederek istifaya zorlanmasına pek ciddi bir ses çıkaramıyoruz. Bu durumu elbette “Türkiye’nin âli çıkarları” anlayışıyla ele alıyoruz. Zira teşebbüsten öteye geçen bu darbe hareketlenmesi “Fransız karşıtı ve dolayısıyla da Türk yanlısı” bir karakter taşımaktaydı. Oysa Mali’de darbeye götüren süreç ve gelişmeler, şu aralar yıldönümünü yaşadığımız 12 Eylül darbesinden öncekiler ile birebir aynıydı. Altın ve uranyum yönünden zengin olan Mali’deki darbeye zemin hazırlayan kötülükler, “genele yayılan bir güvensizlik, etnik çatışmalar, önlenemez hale gelen cihatçı terör, sefalet, yoksulluk, yolsuzluk” şeklinde özetlenebiliyor. En son Cumhurbaşkanı İbrahim Boubacer Keita'nın oğlu Karim Keita'nın 2023 yılında yapılacak olan başkanlık seçimlerinde babasının yerine aday olacağı söylentileri ortaya atılmıştı ve bunun üzerine muhalifler itirazlarını sertleştirmişlerdi.

Türkiye olarak Fransa ile Doğu Akdeniz’de ciddi sorunlar ve çıkar ihtilafları tecrübe etmekteyiz. Macron önderliğindeki Fransa, Doğu Akdeniz konusunda Türkiye karşıtı koalisyonun başını çekiyor. Şimdilik sadece Libya ve Katar gibi bir iki müttefike sahibiz. Daha dün mümtaz ve muhteşem başkanımız Erdoğan “Eyy Macron, sen şahsımla daha çok sorunlar yaşayacaksın. Sen gidicisin, gidici...” şeklinde ateşi körükleyici açıklamalarda bulundu. Bir de bu darbenin, Türkiye ile Libya arasındaki yakınlaşma sürecinde ve Türkiye ile Nijer arasında ulaşılan askeri ve ticari anlaşmanın hemen ardından gerçekleşmesi de, özellikle komplo teorisyenlerini heyecanlandırmaya yetti. Bu bağlamda, Türkiye Fransız emperyalizmine karşın Kuzey Afrika’daki eski sömürge coğrafyasındaki etkinliği ve etkililiğini kullanarak ve çoğaltarak ayar vermeye çalışıyor yorumları yapıldı.

Öte yandan, Mısır’da ülkenin ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’yi devirerek iktidara gelen ve zamanla neredeyse tüm dünya tarafından kabul edilip benimsenen eski Genelkurmay Başkanı General Abdulfettah es-Sisi’yi Mısır’ın meşru cumhurbaşkanı olarak kabul etmemek suretiyle, aynen bizim gibi Orta Doğu coğrafyasının en başat güç unsurlarından biri olan Mısır ile son 6 senedir tüm diplomatik ilişkileri tamamen kesmiş bulunuyoruz. Hâlbuki darbe gecesi Mısır’ın meşhur Tahrir Meydanında büyük coşku yaşanmış ve halk ordunun yönetime el koymasını havai fişeklerle kutlamıştı. Mursi ise darbe gecesinde darbecilerin ve ordunun Anayasayı askıya alma kararını kabul etmediğini belirtmiş ve taraftarlarından darbeye barışçı bir şekilde karşı koymaları çağrısını yapmıştı. Yani, “darbe bize karşı ve başkalarının desteği ile yapılıyorsa ‘kötü’, bir başka ülkede ve bizim desteğimizle yapılıyorsa ‘iyi’” mi? Evet evet, o bilindik repliği unutmadan hatırlatalım, “uluslararası ilişkilerde dost-düşman yoktur, sadece milli çıkarlar söz konusudur”. Ve elbette “parmakla ayı gösterirken, parmağa ancak aptallar bakar”.

Mali darbesini bir yana bıraktık, Türkiye’ye yönelik yapılan ve girişilen “mâli darbeler” ve uluslararası finans kuruluşları tarafından örgütlenen yapay not indirme operasyonları ile uğraşıyoruz. Nedeni apaçık ortada, “çünkü Türkiye’yi çekemiyorlar”. Ve nihayetinde bir zaman ve bir yerlerde kabiliyet kumkuması, kibirli ve ketum bir siyasetçi son kez konuşur; “Konuşacaklarım var!”.

12 Eylül darbesinden rezil kareler