Malumunuz gündem oldukça yoğun! Türkiye ve Kürdistan yeniden bir kaosun, bir "bilinmezin", acının, korkunun içerisine çekiliyor. Sanırım çok iyimser bir tablo beklemiyor bizi... Ülke yeniden sıcak savaşın eşiğine geldi. Her ne kadar durumu "bilinmezlik" olarak adlandırsak da yakın tarihimiz, bize bunu çok açık, çok aleni, toplumun henüz travmasını üzerinden atamadığı bir "bilinen" haline getirebiliyor.

Nedir bu "bilinen" ya da "bilinenler"? Çok açık ki yakın geçmişimiz yüzlerce, binlerce kez bu bilinenleri bize test edip, onaylattırdı. Bir defa şunu vurgulamak gerekir ki Çözüm ya da Müzakere Sürecinin "dondurulduğu", barış dilinden vazgeçilerek, sürecin "savaşa" evrildiği bir dönemi yaşıyoruz. Bu "bilinenler" listesine ölümleri, anaların feryatlarını, yetim kalmış çocukları, yan yana dizilmiş tabutlara düşen gözyaşlarını eklemek mümkün... Bu listeyi uzatacak o kadar şey var ki "bilinen"...

Yakın tarihimizin en çok acıya neden olduğu ve kökeninde Kürt Sorunu'nun olduğu bu çatışmalı sürecin, tam da barışla noktalanacağı umutları yeşermişken, meselenin tam tersi istikamete, "savaşa" dönmesi, toplumun tüm kesimlerinde belli bir hayal kırıklığı yaratmışa benziyor. İnanıyorum ki savaşan taraflar bile durumun bu kadar hızlı değişimini henüz çözememişlerdir. Zira ortada barışa dair çok ciddi adımlar atılmış, ezber bozulmuştu. Heyetler, gözlemciler, açıklamalar, milyonlar karşısında haykıra haykıra okunan barış mektupları... Her şey o kadar çabuk değişti ki... Hal bu olunca, yani dengeler tümüyle tersine dönünce, tarafların meseleyi izah etmekte hazırlıksız yakalandığı görülüyor. Kürt Siyasal Hareketi'nin resmi görüşü olmasa da genel kanı bu "Savaş Hali"nin bir "Seçim İntikamı" olduğu yönünde... Ancak bu savaş kararının çok daha derin ve stratejik nedenleri üzerinde durmamız gerekiyor. Savaş konseptinin yeniden ama daha önce denenmiş yöntemlerle tekrar devreye girmesinin temel nedeni, Kürt Siyasal Hareketinin bölgenin en dinamik gücü olarak "Yeni Dünya Düzeni"nde etkinliğini giderek arttırıyor olmasıdır. Saldırıda hedef, PKK'siz bir çözümün, Ortadoğu'da imkansızlığı gerçeğinedir. Ortadoğu'da olası bir paylaşımda, kurulacak masada Kürtlerin etkisini kırmaya yöneliktir. Koalisyon Güçlerinin IŞİD'i vurarak zayıflattığı bir dönemde PKK'nin "çözüm masası"na güçlü girmesini engellemeye yöneliktir.

Diğer taraftan Hükümet cephesi evlere şenlik. Devletin en yüksek makamlarında oturup, koyu renk takım elbiseli adamların açıklamaları "Devlet Adamı" ciddiyetiyle maalesef bağdaşmıyor. "Seni Başkan Yaptırmayacağız" sözünün bir "tahrik" olduğunu ve bunun savaş sebebi olduğunu açıklarken, "Ben û Sen'den, Cihangir'e evrilince eksenleri kaydı" ifadesiyle, Kürtlerin yaşam değerleriyle ilgili alaycı yaklaşımını ortaya koymaktan geri durmuyor. Oysa bu savaş kararının sadece "Erdoğan'ın Egosu" ötesinde ciddi bir mesele olduğunun en başta Hükümet yetkilileri farkındadır. Meseleyi basit bir önermeyle dillendirmek başta Kürtlere ve Türkiye kamuoyuna yönelik yeni bir algı operasyonu ve aldatmacayı içeriyor. Lakin mesele Erdoğan'ın "Başkan" olamamasıysa, diğer bir ifade ile savaşın nedeni "Seni Başkan Yaptırmayacağız" "tahriki" ise bunun sonuçlarının oldukça ağır olduğunu hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. "Başkanlık" bu kadar acıya değer mi?

Hükümet çevreleri ve AKP iktidarı meseleyi bu kadar basitleştirip, gözleri meselenin özünden uzaklaştırmaya çalışadursun, "Başkan Erdoğan"a farklı bir pencereden, bakma gereği doğuyor:

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da, neredeyse bir jenerasyonun yaşadığı travmayı, başka bir nesle taşımasaydın! Halen zindan diplerinde bekleyen "Hasta Tutsaklar" için yasaları çıkarsaydın da ölüm, sıcak bir eli tutarken yakalasaydı onları...

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da, Kürtlerin Ulusal İrade olarak kabul ettiği ve müzakere masasının bir tarafı olan Öcalan üzerinde tecride meyletmeseydin! Rehine muamelesi yapmasaydın! O'nun şahsında bir halkı zincirlemeye kalkışmasaydın.

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da toplumda yeşeren barış umutlarını berhava etmeseydin bu kadar pervasızca... Halklar arası düşmanlığı körüklemeseydin de bu kadar derinleştirmeseydin toplumsal ayrışmayı... "Senin Kahraman Polis"inin katlettiği bir çocuğun, Berkin'in annesini yuhalatmasaydın.

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da, Kandil'e ölüm kusan savaş uçaklarını yollamasaydın da annelerin elleri yüreklerinde yaşamalarına sebep olmasaydın. Her uçak kalkışında Diyarbakırlı gençlerin ellerindeki telefonlarından "Bir twit atayım da can kaybına engel olayım" psikolojisi geliştirmeseydin.

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da, Kürtlerle savaşsınlar diye dünyanın en barbar örgütüne tırlarla silah göndermeseydin... Kendi topraklarını savunan binlerce Kürt Gencinin ölümüne sebep olmasaydın. Cadı avı başlatıp, binlerce genci aynen eskiden olduğu gibi tutuklatmasaydın!...

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da ülkenin yetiştirdiği en değerli aydın gazetecilerini, "yazacak gazete" bulamayacak duruma getirmeseydin! Bir yalaka ordusundan müteşekkil "Havuz Medyası"nın dört gözle beklediği polis, asker cenaze törenlerinde "Vatan Sağolsun!" manşetlerini attırmasaydın!... Keşke bu halkın yoksul evlatlarının gariban ailelerine, tiril tiril kıyafetleriyle rütbeli askerlerini gönderip "şehit" mertebesine erişmiş evlatlarının acı haberini vermeseydin.

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık da Selahattin Demirtaş gibi yaşamını barış ve insan hakları mücadelesine adamış bir cevheri topun ağzına koyup, faşist güruha "yem" diye tanıtmasaydın. 6 milyonun üzerinde bir oy alarak seçilmiş 80 milletvekilini "bedel ödeyecekler" diye fezleke düzenlemeseydin. Keşke dokunulmazlıkları kaldırmaktan bahsedip, Orhan Doğan'ın meclis bahçesinde tutuklandığı görüntüyü tekrardan bize hatırlatmasaydın...

Keşke Seni Başkan Yaptırsaydık...