Korkut Akın, 'Keşiş’in Torunları Dersimli Ermeniler, Birinci Kitap' hakkında yazdı.

“Neler çekmiş halkım / Türküler şahit” diyor bir şiirinde İlhan Berk, bir de ağıtlar var şahitlik eden… Asıl ağıtlara kulak vermek gerek. Özellikle de gözlerden ırak tutulmuş, resmi tarihte hiç mi hiç yer almamış, gizlenmiş acıları derleyen ağıtlara…

Tarihsel ve toplumsal konularda araştırmacı, yapımcı ve yazar olarak çalışmalarını sürdüren belgeselci Kazım Gündoğan, eşiyle birlikte o gözlerden ırak tutulmaya çalışılan tarihi aktarıyor, tanıkların diliyle.

Daha önce Munzur Akmazsa (2005), İki Tutam Saç - Dersim’in Kayıp Kızları (2010) ve Hay Way Zaman-Dersim’in Kayıp Kızları (2013) belgesellerini izlediğimiz Gündoğan, o çalışmalarının bir yerinde Dersim’de yaşayan Ermenilerin varlığını öğreniyor.

Şeytan kadar gerçeklik de ayrıntıda gizlidir bir sinemacı için, o yoldan yürüdüğünde Keşiş’in torunlarını buluyor. Bu buluşma bir belgesel ve iki kitap ile kalıcı hale geliyor, topluma mal oluyor.

SÖZLÜ TARİH, RESMİ TARİHE KARŞI…

Bugüne dek okulda, evde, işte, gazetede, dergide, kitapta, filmde, televizyonda hep resmi tarih okuduk, öğrendik. Eksik kalanları ve yakaladığımız açıkları sormak istediğimizdeyse hep tehdit edildik.

Doğu’ya, Güneydoğu’ya gittiğinizde, yaşlılarla azıcık sohbet ettiğinizde anlatılanların resmi tarihle hiç mi hiç uyuşmadığını, tam tersi olduğunu görüyordunuz; ama Kazım Gündoğan ve benzeri gözü kara birkaç kişi dile getirmeyi başardı. 

Şimdi bu yoldan yürüyerek, onların doğrudan canlı tanıklar ve ikinci kuşakla yaptığı söyleşi ve çekimlerin ışığında daha geniş araştırmalar, daha derin çalışmalar yapılacaktır.

Bir tanık, “Türkiye Cumhuriyeti çok büyük bir ülke. Bence dostluklar, kardeşlik, barış çok önemli. Bu ülkede Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si geçmişte bir arada yaşamış burada. Bunun kalıntısı, izleri var. Kavgalar olmasın, insanlar ölmesin diye düşünüyorum. Birlikte yaşansın, eski kötü günler geri gelmesin” (s. 84) diyor. Ermeni oldukları için öldürülmüşler, sürülmüşler, Kürt kimliği altında kendilerini saklamışlar, ama o da bir sorun bizim ülkemizde… Yine de barış içinde bir arada yaşamayı istiyorlar. Bu toprakların kadim inanışlarındaki kadim halkları, gizlenmekten kendilerini yaşayamıyorlar bile.

KAYBEDİLMİŞİ ARAMAK…

Egemenin yok ettiği, resmi tarihin yok saydığı tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri gün yüzüne çıkarmak, gelecek için önemli. Bir filme, bir kitaba kaynaklık eden bu çalışma, bu boyutuyla ileride akademik -sosyolojik, antropolojik, psikolojik- çalışmalara da, roman ve film gibi sanatsal çalışmalara da destek olacak, kaynaklık edecektir muhakkak.

Daha dünkü Amerika (500 yıllık bir geçmişi var bilindiği gibi) Birleşik Devletleri’nde 18 bine ulaşan müze sayısı, bizim ülkemizde ancak 300’e ulaşıyor. Tarihinizi -gerçek tarihinizi ama resmi olanını değil- bilirseniz gelişmişlik düzeyiniz de artıyor. Bu bile tek başına Kazım Gündoğan’ın yaptığı çalışmanın önemini ve gerekliliğini vurguluyor. Bilinmeyeni bilinir, anlaşılmayanı anlaşılır hale getirmek, kaybedileni bulmak, gün yüzüne çıkarmak çok önemli.

Önemli bir noktayı vurgulamadan geçmemek gerekir. Genelde Dersimliler, özelde de Dersimli Ermeniler, 1937-38'de yaşananları “Tertele” olarak adlandırıyor. “Kırım” demek bu sözcük. İlkini 1915’te yaşamışlar “Terteleo Veren” (ilk kırım) demişler, ikincisini 1937-38’de, “Terteleo Peyen” (sonraki kırım) diye tanımlıyorlar.

Belki bu topraklarda toplu olarak bir arada yaşayamadıklarından artık, belki sadece birkaç kişi kaldıklarından, belki çağın koşulları gereği yeni bir “Tertele” yaşamayacaklar, ama bu acı, hüzün ve korku yüreklerinde, belleklerinde kalacak. Sahi, İsmet İnönü, daha 1925’te bu sona gidişin işaretini vermiş: “Vatan toprağı üzerinde yaşayan herkesi Türk ve Türkçü yapacağız. Türk ve Türkçülüğü kabul etmeyenleri sistemli biçimde kesip atacağız.” (s. 16) Sonra da Kürtlerle Ermenileri “Gâvur kanı Müslüman kanına karışmasın” diye ayırıp öyle öldürmüş asker. “Keşiş’in Torunları”, bu öldürülüp dereye atılanların hayatta kalanlarının dile getirdikleri…

Yıllara varan bir araştırmanın, çalışmanın sonucu “Keşiş’in Torunları”, başta sitemkar, suçlayıcı ve dışlayıcı olan bakış, zamanla yerini güvene bıraksa da, gözlerde büyüyen korkuyu ve endişeyi okuyorsunuz her görüşmede. Kolay bir çaba değil Nezahat ile Kazım Gündoğan’ın altından kalktıkları. Biz okurken etkileniyoruz, onlar kim bilir kaç katı etkilenmiştir… Bu bile, “Keşiş’in Torunları”nı okumak için tek başına yeterli bir sebeptir.

(Kaynak: Siyasi Haber)