Kürdistan Bağımsızlık Referandumu %92.73 evet, %7.27 hayır oyuyla bağımsızlığa giden yolun kapısını araladı. Ortaya çıkan bu tablo Kürdistan tarihinde bir ilk ve de yeni bir sürecin başlangıcı. Geçmişte Kürdistan’ın bağımsızlığına karşı duran devletler ne yazık ki aynı şekilde bağımsızlık referandumuna da tepki gösterdi.

Reelpolitik kapsamda bakıldığında gerek mezhepsel kavgalardan gerekse de siyasal ve ekonomik nedenlerden dolayı bir araya gelmez diyebileceğimiz devletler; Türkiye-Irak, Türkiye-İran, ne yazık ki Kürtler söz konusu olduğunda çok rahatlıkla dost olabilmekte.

Türkiye’nin Sünni mezhepçi anlayışı ile İran’ın Şii mezhepçi anlayışı Osmanlı ve Safevi devletlerinden bugüne dek bir karşıtlık üzerinde biçimlendi.

Şii-Sünni çatışması 1356 yıldır süregelmekte. İlk üç imam Hz. Ali (ö.661), Hz. Hasan (ö.669), Hz. Hüseyin (ö. 680)’in rakip Sünni Emevi Hanedanı tarafından katledilmesinden günümüze dek bu iki mezhep arasındaki çatışma da durmaksızın devam etti.

Bu katliamların akabinde Şiiler kendilerini egemen durumdaki Sünnilerden ayrı bir kategori olarak gördüler. Sünniler kendilerine peygamberin Mekke ve Medine’de kurduğu devleti (622-632) temel kabul ederken Şiiler de 12 yanılmaz imamı model aldılar.

O gün bugündür Sünniler ile Şiiler arasındaki çatışmalar devam etmekte.

Yüz yıllardır mezhep kavgasından dolayı bir araya gelmemek ya da işbirliği yapmamak için birbirinden kaçan Osmanlı ve Safevilerin torunları bir konuda birleşti. Bağımsızlık referandumu öncesi ve sonrasında Kürt karşıtlığı Türkiye ve İran’ın bir araya gelmelerini sağladı.

Hiyerokratik molalar ile laik ulemaların Kürtlere karşı oluşturduğu bu şer ittifakı Kürtlerin anne sütü kadar meşru olan demokratik haklarına karşı tam bir saldırıdır.

Son yüz yıldır kendi içindeki Kürt meselesini çözme yeteneği ve becerisini gösteremeyen Türkiye, Irak, İran ve Suriye kendi halkına karşı bile demokrasiyi çok görmüştür.

İlk kurulduklarında hiçbir meşruiyeti olmayan bu devletlerin, emperyalist ülkelerin kuklasıyken, bugün Kürdistan Bağımsızlık Referandumu’nu “gayri meşru” ilan etmeleri ve paralelinde Kürt karşıtı bir politikaya yönelmeleri kendi içindeki açmazlardan ileri gelmekte.

Türkiye’nin Güney Kürdistan’a karşı başlattığı bu haksız ve hukuksuz çıkış, aslında bugüne dek Kürtler ile giriştiği iyi ilişkilere kendileri tarafından vurulan bir darbe.

Orta Doğu’da Türkiye’ye yakın olan eğer bir halk varsa, bunu en iyi Türkiye bilir, Kürtlerdir. Türkiye’nin aslında daha sağduyulu bir politika izleyip Irak hükümetini bu konuda ikna edip, daha demokratik bir alana yönelmesine vesile olması gerekirken, yangını benzinle söndürmeye çalışması Türkiye’ye hiçbir şekilde kazandırmayacak.

Türkiye’nin, İran’ın ve Irak’ın bağımsızlık referandumuna karşı yüksek volümde savurduğu tehditler aslında bir bumerang etkisi yaratacak; bu haksız saldırılar yine kendilerine dönecektir.

Demokrasi kriterleriyle uyuşmayan bu tür yönelimler ve Kürtlere karşı takınılan bu tür tahammülsüzlükler her şeyden önce kendilerine zarar verecektir.

Şu an itibarıyla da baktığımızda Türkiye ve İran’ın bu yaklaşımları Kürtlerin duygusal kopuşunu doğururken, kendi içindeki sorunları daha da karmaşıklaştırıyor. Olması gereken tehdit edici bir yöntem değil, sorunun barışçıl ve demokratik kapsamda ele alınıp aklıselim bir çözüme kavuşturulması.

Kendine uygun gördükleri özgürlüğü ve bağımsızlığı başkasına reva görmemeleri acaba neyle açıklanabilir? Bağımsızlığın Kürtlerin hakkı olduğunu anlayabilmeleri için BİRAZ MANTIK, BİRAZ AHLAK ve BİRAZ İNSANILIĞA gerek var.