Lamı cimi yok; Türkiye’nin “devletçi-seçkincileri” ile Arap dünyasının Nasırcıları göbekten yoldaştır. Yine lamı cimi yok; Türkiye’nin dindar muhafazakârları ile Arap dünyasının muhafazakâr dindarları da göbekten kardeştir.

Bu yoldaşlık ve kardeşlik ilişkisinin tarihsel ve kültürel koşulların sonucu olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

Arap dünyasında Albay Nasır’ın siyasal ve ekonomik hedefleri Türkiye’de Mustafa Kemal’in tasarladığı cumhuriyet değerleriyle ortak özellikler taşır. Bu yönüyle Nasırcılık için Arap dünyasının gecikmiş Kemalizm’i diyebiliriz.

Diyebiliriz; çünkü Türkiye Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı subaylarının, Mısır Cumhuriyeti ise Arap-İsrail savaşlarında yenilgiye uğrayan Arap subaylarının ürünüdür.

Mustafa Kemal Birinci Dünya Savaşı’nın sonucu olarak ortaya çıkmışsa, Albay Nasır’da Arap -İsrail savaşlarının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları padişahı devirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni, Albay Nasır ve arkadaşları ise kralı devirerek Mısır Cumhuriyeti'ni kurdular.

Kemalizm nasıl 1923 Lozan Konferansı'ndan sonra rengini bulmuşsa, Nasırcılık da 1955 Bandung Konferansı sonrası gerçek rengine kavuşmuştur.

Kemalizm’in “altı oku” gibi Nasırcılığa da hayat veren “altı ilkesi” vardır. Nasırcılıkta da, Kemalizm'de de anti-emperyalist, milliyetçi-burjuva bir hareketin izleri görülebilir.

Bu nedenle her iki liderin demeçlerine bakıldığında sık sık “ulusal güçlere” atıf yapılır. Yine bu nedenle Albay Nasır’ın Süveyş Kanalı, Mustafa Kemal’in de “Boğazlar” tutkusu olmuştur.

Nasır’ın modern Mısır’ı yaratma hayali ile Mustafa Kemal’in “çağdaş ve muasır medeniyet” hayali de benzerdir. O yüzden Nasır’ın Mısır’a yön veren “Mısır’ın Kurtuluşu: Devrimin Felsefesi” Mustafa Kemal’in de Türkiye’yi biçimlendiren “Nutuk’u” vardır.

Hem Mustafa Kemal’de hem de Albay Nasır’da toplumsal değişimin dinamiklerine dayanmak yerine tepeden inme uygulamaları toplumsal dönüşümün öznesi kılma politikası görülür.

Bu nedenle bugün hem Nasır’ın hem de Atatürk’ün takipçilerinde benzer refleksler görülmesi şaşırtıcı gelmemeli. Bundan dolayı Mısır’da atılan “asker halk ele ele” ile Türkiye’de  “ordu göreve” sloganları ortaktır ve farklı coğrafyalarda farklı aktörlerde aynı tarihsel zihin dünyasının tezahürüdür.

Ve evet, bu nedenle Mısır’daki “yoldaşların” darbesi şimdi pek belli edilmese de buradaki “yoldaşlar” için müthiş bir heyecan ve motivasyon kaynağıdır.

Çünkü Türkiye ile Arap dünyasının “devletçi-seçkincilerin” yoldaşlığı ne kadar benzerse Türkiye ve Arap dünyasının ”muhafazakâr dindarlarının” kardeşliği de o kadar benzerdir.

Mısır'da gerçekleşen darbenin Türkiye’de çok fazla tartışılıyor olması, Mursi lehine gösterilerin düzenlenmesinin temel nedeni budur. Yukarda belirttiğim Mısır ve Türkiye’deki dindar muhafazakârların kardeşliğinin benzer ve farklılıklarını bir başka yazıya bırakarak şunu söyleyeyim: Lamı cimi yok; olan apaçık sandığın asker tarafından devrilmesidir. Mursi’nin demokrasi karşıtı uygulamaları, Müslüman Kardeşlerin toplum üzerindeki baskısı askeri darbeyi haklı çıkarmaz.

Olması gereken mi? Onu ben değil 1880’lerin başında İngiltere’ye karşı isyan eden Mısırlı subay Ahmed Arabî söylüyor:

“Mısır’ı Mısırlılara geri verin”