HDP Eş Genel Başkanı Serpil Kemalbay, 26 gün süren 'Vicdan ve Adalet Nöbeti'nden sonra HDP’nin yeni eylem planını, süren ittifak tartışmalarını,Türkiye ve Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirdi.

Eylemlerine devam edeceklerini ifade eden Kemalbay, “Asla sokağı terk etmeyeceğiz. Güçlü bir demokrasi sınavı var önümüzde. Bugüne kadar kazandığımız bütün kazanımları kaybetmekle karşı karşıyayız. Kaldı ki biz var olanla yetinmeyerek demokratik hak ve özgürlükleri toplumun bütün kesimleri için daha da genişletmek mücadelesi veriyorduk. Toplumun en temel sıkışma noktalarından bir tanesi Kürt sorunu. Kürt sorununun inkara dayalı olarak ve savaş politikalarıyla tekrar yok sayılması, tekçi zihniyetin hakimiyetini tekrar geliştirmeye çalıştırması ile karşı karşıyayız. İşte bu kritik noktada demokrasi güçlerinin iyi bir duruş sergilemesi gerekiyor. Yan yana geldiğimiz zaman daha güçlü bir yürüyüş ile devam edeceğiz yolumuza” dedi.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tutuklu CHP’li vekil Enis Berberoğlu’na ilişkin dosya ile ilgili söylediği ‘Kılıçdaroğlu’nun bağlantısı çıkarsa şaşırmayın’ sözlerini değerlendiren Kemalbay, “Bu sefer CHP’ye yönelmiş görünüyor. CHP’nin de burada en güçlü bir direniş sergilemesi gerekiyor. Bu saldırıyı birlikte mücadele ederek karşılaması gerekiyor. Biz Kılıçdaroğlu’nun yanındayız. Onun ve partisinin hukukun bir sopa olarak kullanılıp tasfiye edilmesine elbette ki karşı çıkıyoruz. Dayanışma içerisinde olacağımızı söylüyoruz. Bu hamlesi ile parlamentonun birinci muhalefetini de (CHP) rehin almak istediğini gösteriyor”

Kemalbay, dihaber’den Gökhan Öner / Ruken Demir’in sorularını yanıtladı.

* 25 Temmuz’da Diyarbakır’da başlayan Vicdan ve Adalet Nöbeti 20 Ağustos’ta Gündoğdu Meydanı'nda son buldu. Nöbetiniz ne gibi sonuçlar açığa çıkardı?

15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL’in ilan edilmesi ve KHK’lerle yönetilen bir Türkiye ile karşı karşıyayız. 7 Haziran’ın hemen ardından Anayasayı ihlal eden keyfi bir yönetim anlayışı zaten hakimdi. Bu giderek sivil darbe sürecine ulaşmıştı. Dolayısıyla bizim mücadelemizle Vicdan ve Adalet Nöbeti aslında bu son 2 yılda gelişen bütün hukuksuzluklara, adaletsizliklere, yaşanan bütün acılara cevap olması içindi. Öyle bir ortamda yaptık ki aslında nöbetlerin kendisi nasıl bir ülkede yaşadığımızı teşhir etti. Kat kat abluka ve bariyerler altında, Türkiye parlamentosunun 3’üncü büyük partisinin demokratik hakkını kullanamıyor olması, aslında tam bir diktatörlük içerisinde yaşadığımızın da göstergesi oldu.

Bu süreçte en önemli şey Türkiye’de var olan bütün demokrasi dinamikleri nöbetlerimize katılarak güç verdi. Bu güne kadar belki de yan yana olamadığımız, bir araya gelemediğimiz pek çok kesim, kafasında herhangi bir soru işareti olmadan büyük bir içtenlikle nöbetin yanında olduklarını belirtti.

Bu bizim için çok kıymetli. Çünkü tam da AKP, Erdoğan faşizminin giderek kendini adım adım tahakküm etmeye çalıştığı böyle bir dönemde, böyle bir yan yana gelişe ihtiyacımız var. İşte Vicdan ve Adalet noktasında halkların, ezilenlerin, birbirinden farklı görüşleri, yaşam tarzları, siyasi bakışları olan kesimlerin bir araya gelebileceğini göstermiş oldu nöbetlerimiz. Bu nöbet bizi biraz daha birbirimize yanaştırdı. Neden bu mücadeleye ihtiyacımız olduğunu biraz daha açığa çıkarttı.

En önemli noktalarından bir tanesi kurulan kürsüde dayanışma için buraya gelen herkes kendi vicdan ve adalet perspektifini anlattı. Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğini, neden birlikte olmamız gerektiğini anlattı. Biz burada heybemize doldurduklarımızla birlikte bu mücadeleye, yolumuza devam edeceğiz.

* Nöbetlerin ardından nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Asla sokağı terk etmeyeceğiz. Güçlü bir demokrasi sınavı var önümüzde. Bugüne kadar kazandığımız bütün kazanımları kaybetmekle karşı karşıyayız. Kaldı ki biz var olanla yetinmeyerek demokratik hak ve özgürlükleri toplumun bütün kesimleri için daha da genişletmek mücadelesi veriyorduk. Toplumun en temel sıkışma noktalarından bir tanesi Kürt sorunu. Kürt sorununun inkara dayalı olarak ve savaş politikalarıyla tekrar yok sayılması, tekçi zihniyetin hakimiyetini tekrar geliştirmeye çalıştırması ile karşı karşıyayız. İşte bu kritik noktada demokrasi güçlerinin iyi bir duruş sergilemesi gerekiyor. Yan yana geldiğimiz zaman daha güçlü bir yürüyüş ile devam edeceğiz yolumuza. Bu yan yana gelişi kolaylaştıracak bir yol izlemek istiyoruz. Bu güne kadar birbirine karşı ön yargılı olan bu kesimler nasıl daha kolay yan yana gelebilir? Nasıl birlikte mücadeleyi sürdürebilir? Bunun yollarını bulmaya çalışarak sokağı asla terk etmeden güçlü bir demokrasi cephesini örme mücadelemiz devam edecek.

Hemen önümüzde olan planlamalarımız var. Eş Genel Başkanlarımız, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız, partililerimiz rehin durumda. 5 bini aşkın HDP’li zindanlarda. Zindanlar oldukça ağır durumda. İşkence yeniden sistematik olarak zindanlarda geliştiriliyor. Tek tipin getirileceği söyleniyor. Dolayısıyla zindan direnişleri ve zindanlarda yaşanan gelişmeler bizim en önemli gündem maddelerimizden bir tanesi olacak. Yine Eş Genel Başkanlarımızın özgürleşmesi için hukuki süreçlerinin yok sayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Hala Selahattin Demirtaş’ın ne zaman yargılanacağı belli değil. Tamamen düzmece dosyalarla hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyor. Dolayısıyla cezaevlerindeki bu Anayasa Mahkemesinin kararlarını yok sayan bu tutuma karşı da bir mücadele ve yol haritası belirlemek istiyoruz.

Ayrıca bu güne kadar yürüttüğümüz bu mücadeleleri miting alanlarında tekrar çoğaltmak ve yaygınlaştırmak istiyoruz. Bölgesel mitingler ve barış mitingleri önümüzde var. Yaygın bir şekilde başlattığımız halk toplantıları sürüyor. Halk toplantıları aynı zamanda forumlar, çalıştaylar, paneller şeklinde de sürecek.

* İttifak ve ortak mücadelenin öneminden söz ettiniz. Somut bir formülünüz var mı? Türkiye demokrasi cephesine nasıl bir formül sunacaksınız?

Bu ünün sloganı ‘Faşizme karşı ortak mücadele ve faşizmi yenmek’ olması. Kim kendisini faşizmin karşısında görüyorsa, kim kendini Erdoğan rejiminin karşısında görüyorsa güçlerini birleştirmek zorunda. Tabi belli ilkeler etrafında güçlerimizi birleştirebiliriz. Bu da hep söylediğimiz demokratik bir düzenlemenin hayata geçirilmesi. Faşizmin karşısında birleşik mücadeleyi, cepheyi birlikte örebiliriz.

İttifaklar tabanda yan yana gelişle aslında kendisini gösteriyor. Bunun daha somut formüle ulaşması, bir program etrafında yan yana gelmek için çağrılarımız var. Bu tarihsel yanlış öğrenilmişleri bir tarafa koyabildikçe siyasal ve toplumsal kesimler bu engeli aşabilecekler. Burada hızın çok önemli olduğunu da düşünüyoruz. Çünkü 16 Nisan, meşru olmayan referandumu Türkiye halklarının faşizme karşı bir tutum sergilediğini bize gösterdi. Bu program aşağıdan doğru yan yana getiriyor. Vicdan ve Adalet Nöbeti’miz bunu gösterdi.

* CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun tutuklanacağına dair söylemler yüksek sesle dillendiriliyor. Böyle bir şey mümkün mü?

20 Mayıs’ta eş genel başkanlarımızın dokunulmazlıkları kaldırıldığında şunu söylemiştik: Bu yapılan demokratik siyasetin tasfiyesidir. Sadece HDP’ye yönelik gerçekleştirilmiyor. Aslında AKP, biat etmeyen bütün siyasi yapı ve toplumsal kesimleri böyle bir tasfiyeyle karşı karşıya bırakacak bu oldukça aşikardı. Fakat CHP bunu kavramakta zorlandı. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ‘Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz’ dedi. Bu aslında kendi siyasi geleceği açısından önemli bir karardı. Bu kararın bugün sonuçları yaşanıyor. Bizler bu karara elbette ki karşıyız. HDP’ye yöneltilen siyasi tasfiye operasyonları HDP’yi etkisizleştiremedi. HDP mücadelesine devam ederek umut olmaya devam etti.

Bu sefer CHP’ye yönelmiş görünüyor. CHP’nin de burada en güçlü bir direniş sergilemesi gerekiyor. Bu saldırıyı birlikte mücadele ederek karşılaması gerekiyor. Biz Kılıçdaroğlu’nun yanındayız. Onun ve partisinin hukukun bir sopa olarak kullanılıp tasfiye edilmesine elbette ki karşı çıkıyoruz. Dayanışma içerisinde olacağımızı söylüyoruz. Bu hamlesi ile parlamentonun birinci muhalefetini de (CHP) rehin almak istediğini gösteriyor.

* CHP’nin Çanakkale’de yapacağı Adalet Kurultayı’na yönelik partinize katılım yönünde bir davet var mı? HDP olarak bu kurultay hakkında ne düşünüyorsunuz?

Demokrasi mücadelesinde atılan her adım kıymetli ve biz şu anda bir davet almış değiliz. Davet aldığımız durumda yetkili kurullarımızla bunu değerlendireceğiz. Her zaman dayanışma ve desteğimizi sunduğumuzu söylüyoruz. Şu anda önemli bir demokrasi sınavı ile karşı karşıyayız. Zamana karşı yarış içerisindeyiz. O nedenle kurultayın böyle bir mücadeleye hizmet etmesini diliyorum. Hızlı bir şekilde AKP Saray ilişkisini geriletecek bir yan yana geliş, bir program, güç, yetkinlik olsun istiyoruz. Bu konuda yapılan çalışmaların yanındayız.

* AKP’de son dönem yaşanan istifalara gelirsek. Özellikle bölge kentlerinin yönetimleri bir bir istifa ediyor…

Yeni rejim tartışmaları aslında Türkiye’de faşist bir diktatörlüğün nasıl kurulacağı tartışmalarıdır. Bilmediğimiz yeni rejim değil bu… Faşist iktidarını sürdürebilmek için arayış içerisinde. Bu arayışı da kendine sormuyor, yani bu ‘metal yorgunluğu’ aslında Erdoğan’ın kendisinde var. Çünkü her şeye karar veren o. Partisindeki bağımsız düşünebilen, bir miktar da olsa özgün ağırlığı olan insanları da tasfiye etmiş durumda. Bir grup propagandistle çalışıyor. Ya da bir şirketin memurları ile çalışıyor. AKP artık bir parti olmaktan çıktı bir Erdoğan şirketi haline dönüştü. Buna rağmen böyle bir fatura çıkarttı ve sanki yeni bir yenilenme yaşıyormuş gibi yola çıktı. İlk önce de Kürdistan’da başlaması manidardır. 16 Nisan’daki iflas etmişliğin faturasını kendisine çıkartmıyor da bu faturayı oradaki kendi partililerine çıkartıyor. Bunu daha çok yaşayacak. Çöküşe doğru gidiyor artık yönetemez duruma gidiyor. Yeter ki biz onun karşısında birleşelim ve demokrasi mücadelesi güçlendirelim, sokağı sağlam tutalım.

* PKK Lideri Abdullah Öcalan'la görüşmek isteyen ailesi ve avukatlarının tüm başvuruları reddediliyor. Öcalan'dan 11 Eylül 2016'dan bu yana haber yok. İmralı'da süren tecridi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kolombiya 52 yıldır süren savaşı bitirmeyi başardı ve bu günlerde artık savaşın son nefesini verdiğini söylüyorlar. Biz ise Sayın Abdullah Öcalan’ın başlattığı barış projesini 2 yıl yaşadık. Bu 2 yılda0 tabutlar gelmemeye başlamıştı ve halklar demokrasi, barış konuşuyordu. Ve ne zamanki savaş politikaları tekrar devreye konuldu, savaştan, kandan beslenenler iktidarlarını kaybedeceklerini anladı büyük bir tecrit başlattılar. Sayın Abdullah Öcalan nezdinde susturulan, tecrit ettirilen barış ve demokrasi mücadelesidir. O yüzden biz tekrar barışın konuşmasını istiyoruz. O tecridin kalkmasını ve kadınların, halkların konuşmasını istiyoruz. Bizler de savaşı bitirebiliriz. Buna muktediriz. Savaştan, kandan beslenenleri geriletmeden de bu mümkün değildir. AKP ile asla bir barış mümkün değil. O yüzden burada durmamız gerekiyor, faşizmi durdurmamız gerekiyor. Barışı birlikte inşa etmemiz lazım. Bu mücadelenin bir parçası da tecride karşı mücadeledir. Çünkü tecrit demek bu gün yaşadığımız abluka, savaş, çatışma, diktatörlük uygulamaları demektir.

* Dış politikada da ciddi bir tıkanıklık göze çarpıyor. Özellikle Rojava konusunda son günlerde Ankara askeri diplomasiye ev sahipliği yapıyor. İran Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye ziyareti ne anlama geliyor? Bu ne tür bir ittifakı açığa çıkarıyor?

Dünyada ve bölgede ciddi bir paylaşım savaşı var. Bu paylaşım savaşının aktörleri bazen birbirlerinin karşısında olduğu gibi yan yanda gelebiliyorlar. Türkiye ise hala Osmanlıcılık hayalleri ile bazı maceralar peşinde koşmak istiyor. Burada İran, Türkiye ile çelişkileri çok fazla olan bir ülke. Ama mesele Kürt meselesi, Kürt kazanımları olduğunda 4 parçadaki devletler birbiri ile hemen anlaşıp yan yana geliyorlar. Sanıyorum ki bu yan yana geliş Kürtlerin kendi kendini yönetmeleri, Irak Kürdistan’ındaki durum ile Suriye Kürdistan’ındaki durum karşısında bir tutum alış içindir. Kürdistan’ın bağımsızlığı için bir talep var, bir referandum var. Halkların kendi kaderini tayin edişinin yanında durmak zorundayız. Umuyoruz ki savaşı körükleyen, çatışmaları artıran bir yan yana geliş olmaz.

* İran’dan sonra Rusya Genelkurmay Başkanı ve ABD Savunma Bakanı’nın da önümüzdeki günlerde Türkiye’yi ziyaret etmeleri bekleniyor. Sizce ne yapılmak isteniyor?

Türkiye Kürt kazanımlarını sabote edici önlemler almaya çalışıyor. Şimdiye kadar orada bir oyun kurucu olmayı hedeflemişti ama bunu başaramadı. Bölgede bir rol almaya çalıştı; ama bunu ortaya çıkartamadı. Bu sefer de ‘bölgede ben olmazsam olmaz’ diyerek orada askeri gücünü artırarak ya da ÖSO, El Kaide gibi girdiği ilişkiler çerçevesinde oradaki barış sürecini sabote etmeye çalışıyor. Kendi taleplerini geçerli kılmaya çalışıyor. Bu görüşmeler onun görüşmeleri. (Türkiye’nin) Attığı adımlar aslında sorunların çözümü için değil, sorunların daha çok yumaklaşması içindir.

* Türkiye’nin Efrin’e yönelik olası bir operasyonu karşısında nasıl bir yol izleyeceksiniz?

Türkiye 20 milyona yakın Kürt nüfusu olan bir ülke. Kardeşlerimiz o coğrafyada yaşıyor. Kobanê’yi hatırlamak gerekiyor. ‘Kobanê düştü düşecek’ demişlerdi ve büyük bir protesto Türkiye’nin bütün coğrafyasında gelişmişti. Çünkü Türkiye halkları ve Suriye’deki Rojava Kürdistan’ında yaşayan halklar kardeş. Efrin’e yapılacak saldırı asla kabul edilemez ve hiçbir gerekçe ile açıklanamayacak bir saldırı. Tamamen işgalci bir zihniyetle yapılacak bir saldırı olur. Şimdiye kadar da pek çok kez bu saldırı gerçekleşti. Oradan yükselen ses de Efrin ve Rojava halkının kendini savunacağı yönündedir. Bizler burada onlarla dayanışma içerisinde olacağız.

* Günlerdir sular altında bırakılacak tarihi Hasankeyf dinametlerle yıkılıyor. Bu yıkıma dair ne düşünüyorsunuz?

AKP Saray rejimi yıkıcı bir iktidar. Her şeye saldırıyor. Dersim’de ormanları yakarken doğayı katlederken, kendi yıkıcı iktidarını ayakta tutamaya çalışıyor. Sur’u yıkarken toplumsal bellekleri kazımaya çalışıyor. Toplumsal dayanışmayı dinamitlemeye çalışıyor. Aynı şekilde Hasankeyf’te toplumsal tarihi kültürü dinamitlemeye çalışıyor. Milletvekilimiz (Mehmet Ali Aslan) Vicdan ve Adalet Nöbeti ile çakışan bir durumda bir inisiyatif geliştirdi. Aslında Palmira’dan hiç farklı değildi. Ya da Afganistan’da Taliban’ın Buda heykelini parçalamasından hiçbir farkı yok. AKP Saray iktidarı ağaca bakınca odun görüyor. Tarihsel kültürel yapılara bakınca çimento görüyor. Her şeyi tarihsizleştiriyor, köksüzleştiriyor. Asimilasyon politikaları bu şekilde gelişiyor. Eğer biz kendi geçmişimizi, tarihimizi bilemezsek faşist sisteme entegre edilmiş oluruz.