Türkiye’deki sinemada yaşanan değişimin en belirgin tonu 29 Ekim 2008’de vizyona giren “Mustafa”daydı aslında.

İlk kez en büyük tabu kırılmıştı bu filmle.

Mustafa Kemal nam-ı diğer Atatürk insani yönleriyle çıkmıştı halkının karşısına.

Çocukluk korkuları da vardı beyazperdede.

Tanrı ve doğa ile olan karmaşık ilişkisi de.

 

Bir de bütün bunların ötesinde, en çok tartışılan tanımlamalar isminin önüne gelivermişti.

Muhalefeti susturarak yegane gücü kendisinde topladığı, otoritesi mutlak bir şef olarak öne çıktığı ve Avrupa basınına göre bir dikta rejimi kurduğu açıkça ortaya konuluyordu.

Bunu yapan beklenen gibi Kemalist elitin dışladığı, iktidara yakınlığı ile bilinen “muhafazakar” olarak tabir edilen bir isim değildi.

Tam da içlerinden, özümsedikleri, benimsedikleri, “Sarı Zeybek” belgeseli ile 90’lı yılların başında hayranlıklarını kazanan Can Dündar imzalıydı belgesel…

 

Ve aradan yaklaşık 4,5 yıl geçti.

Bambaşka bir film girdi vizyona.

Adı “Kelebeğin Rüyası”.

Yönetmeni Yılmaz Erdoğan olan film bir sürprizdi.

Herkes ondan sürecin de getirdiği rüzgarla, alışılageldiği üzere “doğu – güneydoğu” temalı bir film beklerken o ters açıdan vurdu seyircisini.

Zonguldaklı iki şair, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile.

 

Filmin en can alıcı sahnesinde yükseldi ezan sesi, ilk kez Türkçe yankılandı sinema salonlarında, bu kadar yeri göğü inletircesine.

Demokrat Parti’nin ortadan kaldırdığı, Mustafa Kemal’in döneminde karara bağlanan CHP’nin 18 yıllık icraatı böylece seyirciyle buluştu.

Allah’a “Tanrı” demenin mecbur olduğu bir dönemin gerçeği yüze vuruldu açıkça.

 

Bir başka ilkse Türk askerinin sivillere karşı tutumuydu.

Genç cumhuriyetin güvenlik güçleri beyazperdede hiç bu kadar sert görünmemişti vatandaşına karşı, üstelik de Batı topraklarında, Zonguldak’ın köylülerine karşı.

Yani Başbakan Erdoğan’ın belki her grup toplantısında dile getirdiği tek parti rejiminin baskıları net bir şekilde öne çıkıyordu.

 

İki filmin de, “Mustafa”nın da “Kelebeğin Rüyası”nın da bir ortak noktası var aslında. Daha önceki dönemlerde çekilemeyecek olmaları.

 

Evet, bugün belki şehre bir film geldi, iklim de değişti ama “Akdeniz” oldu mu orası tartışmalı… Kesin olan tek şey artık karasal iklimde üşüyen kesimin başkalaştığı…