'Muço Pa!' ile soruyor; 'Nasıl yapayım da karanlıkları aydınlatayım?' diye... Kıymetlimiz Kazım Koyuncu'nun kardeşi, uzun süredir müzik yapan Niyazi Koyuncu ilk albümüyle karşımızda...

 

Bahar Çuhadar / Radikal

 

Muhtemelen size de aynı şey olacak: Niyazi Koyuncu’nun ismini ilk kez duyuyorsanız; şimdi bu sayfadaki fotoğraflara baktığınızda, gidip albümünü alıp dinlediğinizde... Siz de karşınızda; 2005’te öyle birdenbire kaybettiğimiz Kazım Koyuncu’yu görüyor gibi olacaksınız. Önce karnınıza bir sancı saplanır gibi olacak, sonra sakinleşip albüme daha iyi kulak vereceksiniz. Kulağınıza gelen sesin Karadeniz’in başka bir çocuğuna ait olduğunu fark edeceksiniz. Niyazi Koyuncu artık ‘Kazım Koyuncu’nun kardeşi’ olmaktan çıkacak; ‘Muço Pa’ ile ne anlattığını sezmeye çalışacak, ‘Çıkim Guruşi’de kendinizi Karadeniz’de dağların arasında yol alır gibi hissedecek, ‘Hayde’yi uzun süre sonra bambaşka bir yorumla dinlerken sesi yükseltmek isteyeceksiniz...

 

Niyazi Koyuncu, ‘Karadenizce’ bir albümle karşımızda. Metropol Müzik’ten çıkan ‘Muço Pa!’da Lazca, Türkçe, Megrelce, Hemşince, Gürcüce söylüyor. Albüme pazartesiden itibaren ulaşmak mümkün olacak. Gelin, önce tanışalım...

 

Müzik ne zamandan beri hayatınızda?

Çocukluğumdan beri hayatımda var olan bir şeydi. Dinlemek, arkadaş ortamında şarkı söylemek, gitar çalmak vardı ama ileride müzik yapmayı düşünmüyordum. Siyaset vardı, futbol oynuyordum bir kulüpte Hopa’da... Ama müzik düşünmüyordum. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde işletmeyi kazandım. İki yıl sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’ne gittim. Ağabeyimin vefatından sonra memlekette ya da İstanbul ’da durmak, onu hatırlatacak şeylerin olduğu bir yerde olmak istemedim. İyi bir kaçış olacağını düşündüm ve Eskişehir’e gittim. Bir sene çok insan içine çıkmadım.

 

Sonra Emrah diye bir arkadaşım kanser hastası bir çocuk yararına gece düzenlemeyi önerdi. “Karadenizli müzisyenler olarak bir şey yapalım” dedi. Bir anda hayata dönmek istedim, böyle bir gerçeklik de var, ölümler devam ediyor... Müzisyenleri aradık; kiminin programı uymadı, kimi gelmek istemedi. “Biz çıkacağız” dedi. O gün sahnede olmayacağım kadar rahat hissettim. İçimdekileri kustum gibi geldi... Sonrasında hemen müzik yapmaya başladım diye bir şey yok. Ama bir daha, bir daha istedikçe kendimi Eskişehir’de barda, haftada dört gün program yaparken buldum. Besteler yapmaya, kendimi öyle tanımlamaya başladım. Sanki bugüne kadar olan şeyler günyüzüne çıktı.

 

Tek başınıza mıydınız?

‘Boran Halayı’ diye bir gruba dahil oldum, özgün müzik yapıyorduk. Sonra Eskişehir’de Karadeniz müziği yapmak istedik. Grubumuz Seritana ile 300-500 kişiye konser vermeye başlamıştık. Artık daha profesyonel olması gerektiğini düşünüp İstanbul ’a gelmeye karar verdik ama iki arkadaş gelebildik sadece. Grup olma bilinci, çok şey öğretti... Bittiği zaman hiç durmadım, solo çalışmama başladım.

 

Albümdeki anonim parçalar çocukluğuzdan kulağında kalan Karadeniz müzikleri mi yoksa sonradan mı bulup çıkardınız?

Anonim türküler daha değerli bana göre. Beste yaparsın. Ben de iki beste yaptım albüme. Ama unutulmaya yüz tutmuş anonim eserlerin okunması daha değerli. Babaannem o türküleri kulaklarımıza fısıldamıştır. Ya da köyde birinden Lazca bir mani duyabiliyorsun. 40-50 sene geçiyor onların jenerasyonundan sonra, yerlerini başka şeyler alıyor. Başka şeyler de olmalı ama onlar da unutulmamalı. O anonim eserleri yöredeki insanlar biliyordur ama batıdaki, doğudaki insanlar bilmiyor. Albümde Hemşince, Lazca, Gürcüce, Megrelce (Gürcistan’da yaşayan Lazlar’ın dili) şarkılar var.

 

Nasıl tanımlarsınız albümü?

Seritana döneminde rock müzik yapıyordum. Solo olduğunda; prodüktörümle ve müzik yönetmeni arkadaşımla, hem bizim istediğimiz hem de insanların rahatça dinleyebileceği eserler seçelim istedik... ‘Muço Pa’ ses olarak da müzik olarak da sert bir şarkı. ‘Heydane’ rock yürüyen bir şarkı. Bir tarafta Megrelce ‘Çkim Gurişi’ var. Yapısını bozmadık. Tek bir kalıba sığdırmadım. ‘Kar Yağdı’yı, ‘Kuça Kuça’yı hiç bozmadan o geleneksel şarkıları Batı sazlarıyla yorumladık. Keman koyduk, akordiyon, yan flütler... İçimizden ne geliyorsa... İlla Karadeniz olacak diye tulum-kemençe olacak diye bir şey yapmadık.

 

‘Muço Pa’ ne demek?

“Ne yapayım, nasıl yapayım?” demek... Lazca. Bir çaresizlik aslında. Ama çaresizliğin içinde o çareyi de bulmuş. Bu yüzden sonunda soru işareti değil de ünlem işareti var. “Nasıl yapayım, karanlıkları aydınlatayım...” diyor. Soru soruyorsun ama karanlıkları aydınlatacağım diyorsun... Benim bestem. ‘Muço Pa’da olmak istediğim yerdeymişim hissettim kendimi.

 

İster istemez insanlarda bir beklenti olacaktır, ağabeyinizle kıyaslanacaksınızdır. Bir yandan da Kazım Koyuncu’nun kardeşi olarak onun emaneti gibisiniz...

Evet bu tehlikeli bir şey ama... Tehlikeli olan kısmı sana insanların bu gözle bakması. ‘Kazım’ın kardeşi’ diye bakan insanlarla çok fazla ilişki kurmuyorum. Dik, ayakta durmaya çalışıyorum. Bu albüm 13 şarkıdan oluşuyor, ağabeyimin okuduğu tek bir şarkı var: ‘Hayde’. İnsanlara çok fazla söyleyecek söz bırakmak istemiyorum. Kendimi var etmeye çalışıyorum. Ağabeyim 2005 Haziran’ında vefat etti. Albümü 2006 yılında çıkarsaydım, zaten bende de bir sıkıntı olurdu. İnsanlar da eleştirilerinde haklı olabilirdi. Ama müzik yapmak için doğru bir zamanı bekledim. Tabii ki eleştiriler gelecek, “Olmamış, ağabeyi gibi yapamamış...” Ona da hazırım. Ben Niyazi’yim, bu kadar yapabiliyorum. Ağabeyim gibi bir şey yapamam ki zaten...

 

‘Hayde’ nasıl girdi albüme?

Dört, beş yıldır sahnede çalıyorduk ‘Hayde’yi. Ama rock’a yakın çalıyorduk, albümü yaparken yapımcımız çok beğendi. Artık Cem Yılmaz da okumuştu. Fatih Ürek de okudu, o da okudu bu da okudu... Ben artık sahnede okumamaya başlamıştım. Faruk Ağabeyim “Bu şarkı güzel olmuş, albüme de koyalım. Çok kirlendi, sen zaten bu şekilde yapıyordun. Birinin sahip çıkması lazım” dedi ve aldık albüme.

 

Ağabey-kardeş olarak nasıl bir ilişkiniz vardı?

Beni büyüten aslında Kazım ağabeyimdi. Annem rahatsızdı o dönem; Kazım ağabeyim bakardı bana. Çok emeği vardır üstümde. Üniversiteyi kazandığında altı yaşındaydım. Hep gelmesini bekliyordum eve, beni anlayacağını biliyordum. Ateist biriyim, Tanrı varsa herhalde ağabeyimdir diye düşünüyordum! Müzisyen olarak değil sadece, her şeye öyle çözümleri vardı ki... Büyüdükçe İstanbul ’a yanına gelmeye başladım. Beni akıllı buluyordu, “İnandığın şeyleri yap” derdi. “Memur olma, market açma... Git müzik yap, tiyatro yap, hayatını spontane yaşa” diyordu. O zaman zehri vermişti bana... 21 yaşındaydım ağabeyimi kaybettiğimde, o hayatı bana çok iyi anlattı. Bazen geri sarıyorum, haklıymış diyebiliyorum bazı şeylerde.

 

‘AĞABEYİM TARİFİ MÜMKÜN OLMAYAN BİR ŞEY BENİM İÇİN’

Aileniz nasıl karşıladı profesyonel olarak müzik yapmaya başlamanızı? Ailede Kazım Koyuncu’dan başka müzik yapan yoktu sanırım?

Ağabeylerimin hepsinin sesi çok güzeldir. Ablalarımın da. Ama profesyonel olarak müzik yapan ağabeyimdi. Babamın kaygısı şuydu: “Benim oğlum Kazım; ona yakışacak bir şey olmayacaksa yapma oğlum” diyordu. Ama şimdi bunları konuşmuyoruz bile. Güveniyor. Hopa’da dinletmiştim albümü, hepsi duygulandı. Hemen çıkardım CD’yi, “Ağlamanız için mi müzik  yapıyorum ben?” dedim.  Mutlu oluyorsun, bir yandan üzülüyorsun. Onların görmek istedikleri çok başka bir şey; hani “Bir Kazım mı acaba?” diye ama ben öyle bir şey hissetmiyorum. Tipim benzer, sesim benzer ama o tamamen başka bir şey... Asla onun gibi olamazsın. Ağabeyim benim için müzisyenden öte çok başka bir şey. Tarifi mümkün olmayan bir şey benim için.

 

‘GİDİN BAKIN O DERE DURUYOR MU...’

Size ilk olarak Karadenizli müzisyenlerin hazırladığı ‘Diren Karadeniz’ videosunda rastlamıştım. Bölgeden müzisyenlerin Karadeniz’deki yağmaya direnç göstermesi umut veriyor...

O projede vardım, çünkü kötü giden şeyler var Karadeniz’de. Kim yarattı bilmiyorum ama güzel bir doğa var orada. Niye yıkıyorlar? Dertleri ne! Tabii ki rant. Karadenizliyim, sadece şarkı söyleyen bir adam olmak istemiyorum. Söyleyecek sözlerim var ve her türlü yıkımın karşısındayım. Önce dilini aldılar zaten, sonra doğanı aldılar, sonra da canını alacaklar herhalde. Elimden geldiğince Karadeniz’de yapılanlara karşı olduğumu hep söyledim. İnsanlar gitsin, görsün, bir fotoğraf çeksin. Bir sene sonra tekrar baksınlar; o var mı orada, o dere duruyor mu...

 

‘SİLAH DEĞİL MÜZİK SESİ DUYALIM’

Konser olacak mı yakınlarda?

Ekimde lansman olacak. Konserler de sürüyor; 4 Eylül’de Susurluk’tayız, 25’inde Diyarbakır’da Amed Müzik Festivali’ndeyiz. Diyarbakır ’da sahneye çıkmak da çok önemli benim için. 26’sında Armutlu’dayız. 1 Eylül’de çıktı albüm, Dünya Barış Günü. Albümle birlikte insanların en azından barışı düşünmesine yol açarsam ne mutlu bana... Artık silah seslerinden ziyade müzik sesi duyalım...