İLKİ: Hangi mekana otursam Kayseri’de sosyal ortam olmadığından yakınıyor insanlar. Sosyal ortamdan kastedilen de rahat kafe olmaması bir de söz dizilişinin bile değişmediği biçimde, ‘eşinle gidip alkol alabileceğin bir yer’. Sosyal olma anlayışımız da bu kadar dar işte… Dert kafe ise, bir İç Anadolu kentinde olmayacak kadar kafe patlaması yaşandı son birkaç yıldır, her açılan mekan bir öncekini sollayacak biçimde hem de. ‘Sanki şehrin ortasında içkili mekan olsa her hafta sonu eşinle gitmeyi tercih edeceksin oraya’ diyesim geliyor da, susuyorum işte…

İKİNCİSİ: Büyükşehir Belediyesi Kültür Sanat etkinlikleri çerçevesinde, Kadir Has Kongre Merkezi’nde düzenlenen Erkan Oğur-İsmail Hakkı Demircioğlu konserinde idim hafta sonu. 10 şarkı söyledilerse 7’si deyiş idi. Düşündüm de, Alevi denince hoşlanmayız, Bektaşi denince, ‘bu nasıl bir inanmak’ deyip şüpheye düşeriz ama iş deyiş dinlemeye gelince dört kulak oluruz. Ya ne dinlediğimizi bilmiyoruz ya da bazılarının dile getirdiği gibi aşırı duygusal bir milletiz; bir insanı sevince, söylemleri ya da davranışları değer yargılarımıza ters düşse bile hoş görüyoruz. Ya da daha kötü bir ihtimal var, ki sanırım asıl neden bu, söylenenleri dinlemiyoruz, işin şekline bakıyoruz (‘Erkan Oğur konserindeyim’ diye etiketlenmek var ya işin sonunda).

Bu arada deyiş söylenmesini eleştirmiyorum, aksine çok severim. Yalnız şurası var, konser maalesef kötüydü. Çünkü, Erkan Oğur ve İsmail Hakkı Demircioğlu çok sesli müzik yapmadığı için, bu tür dinletileri küçük mekanlarda, hatta seyircinin atışacağı bir ortamda daha ziyade zevk verir ve aslında böyle sanatçıların dinleyici kitlesi de dardır aslında. Çoğunluğun, ‘Zeynebim’ türküsünü seslendirdiğini bildiği sanatçılar, kitleye sıkılabilecekleri mesajını da verdi nitekim. Zannımca, o kadar kocaman bir salonda konser seçimi yapılacaksa, buna da dikkat edilmeli. Zaten, maşallah seyirci her bir şeye alkış tuttuğu için Erkan Oğur’un ustalığını sergilediği enstrümantal bölümleri dinleyemedik. Bir de pavyon sanatçısı muamelesi yaptıkları adamcağızlara bir kağıt mendil üzerinde istek uzatmadıkları kaldı…

ÜÇÜNCÜSÜ: Sanat ne işimize yarıyor diye çok düşünüyorum. Bunu düşündüğüm her zaman aklıma, bir evli arkadaşımın anlattıkları geliyor. Arkadaşım çok okuyan bir zat, eşi de okumadan konuşan türlerden. Küçük yaşta evlenen arkadaşım eşi ile aynı dilden konuşamadıklarını anlayınca, evin içimde huzursuzluk yaşanmaması için kendince okumamak gibi bir çözüm bulmuş. Yıllarca okumaya ve çok sevdiği yazıya ara vermiş. O yıllar için söylediği şu söz hiç aklımdan çıkmaz; “Hatta popüler ve aşktan başka bir şey anlatmayan saçma sapan şarkıları dinliyordum, çünkü diğerlerini dinleyince beni uyarıyordu.” Bu durum, sanatın ne işe yaradığını çok anlamlıca özetliyor sanırım. Bu söz her aklıma geldiğinde bir de şunu düşünürüm; iyi bir sanat eserini dinlemek, izlemek ve hatta okumak için iyi para vermemiz gerekiyor. Ama hayat pahalılığı buna çoğu zaman izin vermiyor. Sinema fiyatları bile çoğunluğun her hafta bir film izlemesine izin verecek türden değil. Bu durum bizi, iletişim bilimcilerin tanımladığı üzere, ‘en ucuz eğlence aracı olan TV’ye bağımlı kılıyor. Eskiden daha nitelikli sanat eserleri yayımlayan TRT’nin bile geldiği durumu göz önünde bulundurursak, magazinden ve popüler kültürden beslenmeyen ya da başka bir deyişle, bizi ‘uyarmayan’, sadece ‘oyalayan’ bir sürü yapıtla karşı karşıya kalıyoruz. Düşünmeyi unutuyoruz ve de güzel güzel güdülüyoruz; sürü haline geliyoruz. Belediyelerin ücretsiz sanatsal etkinlikleri bile artık popülerleşiyor. Vatandaş istiyor diye mi böyle yoksa diğer nedenlerden mi acaba? Popülerleşme hareketi yaygınlaşınca, az sayıda kalan uyarılmışlarda, arkadaşımın evlilikte yaşadığı duygu durumlarına bürünüp, tarz yarışmalarını izlemek için ekran başına oturuyor. İlk birkaç izlemede, ‘uzayda yaşıyorum herhalde’ duygusuna kapılıyor, sonra da sürüye… Olur da bir yerden bir kitap adı ya da henüz sürüye katılmamışların kulaklıklarından bazı şarkı sözlerini duyarsa, olabildiğince hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyor. Nitelikli sanat öyle sakıncalı bir şey oluveriyor işte…