Avrupa Parlamentosu Raportörü Kati Piri, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL süreci, basın özgürlüğü, AP’nin Türkiye ile müzakereleri askıya alması ve Anayasa değişiklik teklifine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Anayasa değişiklik teklifinin hukukun üstünlüğünü zayıflatacağını ifade eden Piri, “Bir toplumdaki demokratik kontroller zayıflatılırken, tek bir kurumun, yani cumhurbaşkanlığının elinde daha fazla güç yoğunlaştırmak, ülkedeki hukukun üstünlüğünü daha da zayıflatacaktır” ifadelerini kullandı.

Türkiye’deki basın özgürlüğüne değinen Piri,  “Avrupa Parlamentosu'nun üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınması çağrısında bulunmaktan başka bir seçeneği yoktu” dedi ve ekledi, “Türk hükümetine göndermek istediğimiz siyasi mesaj şuydu: eğer ciddi anlamda Avrupa Birliği'ne katılmak istiyorsa, ilerlenecek yol bu değil. Mesajın açık ve net olduğuna inanıyorum ve Türk hükümetinin demokratik reformlar yoluna geri dönmesini umuyorum”

Kati Piri BirGün’den Meltem Yılmaz’ın sorularını yantladı.

*Türkiye bugünlerde anayasa değişikliği ile meşgul. Peki Avrupa Birliği, aday ülkelerin herhangi biri için, parlamento veya başkanlık sistemi ile ilgili herhangi bir tercih gözetir mi?

Hayır, Avrupa Birliği, aday ülkelerin herhangi biri için parlamento veya başkanlık sistemi ile ilgili herhangi bir tercih gözetmez. Bununla birlikte hem Türkiye’deki muhalefet partileri hem de sivil toplum, mevcut anayasa değişikliği paketinin benimsenmesinin, kuvvetler ayrılığının zayıflamasına ve parlamentonun sorumluluğunun kaldırılmasına yol açacağı yönündeki korkularını dile getirdi.

Bir toplumdaki demokratik kontroller zayıflatılırken, tek bir kurumun, yani cumhurbaşkanlığının elinde daha fazla güç yoğunlaştırmak, ülkedeki hukukun üstünlüğünü daha da zayıflatacaktır.

Öte yandan, AB ile ilişkilerde bu noktaya gelindiği için üzgünüz. Avrupa Parlamentosu, üyelik müzakerelerini her zaman çok ciddiye almıştır - son on yılda, hukukun üstünlüğü ve temel hakların ele alındığı önemli fasılların açılması için sürekli olarak çağrıda bulunduk.

 Fakat dürüst olalım, Türkiye şu anda açılış kriterlerini bile sağlayacak durumda değildir. Geçen üç yıl boyunca, Türkiye'de hukukun üstünlüğünün istikrarlı bir şekilde zayıfladığını gördük – ki bu süreç 15 Temmuz’daki darbe girişiminin sonrasında daha da hızlandı. Medya özgürlüğü büyük bir darbe aldı. 140 gazeteci ve on parlamento üyesi tutuklandı. Sonuçta bu durum güvenilir bir süreç olamayacağı için Avrupa Parlamentosu'nun üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınması çağrısında bulunmaktan başka bir seçeneği yoktu.

Bununla birlikte, üyelik sürecini tamamen durdurmak veya diyalogumuzu sona erdirmek için çağrıda bulunmadık. Türk hükümetine göndermek istediğimiz siyasi mesaj şuydu: eğer ciddi anlamda Avrupa Birliği'ne katılmak istiyorsa, ilerlenecek yol bu değil. Mesajın açık ve net olduğuna inanıyorum ve Türk hükümetinin demokratik reformlar yoluna geri dönmesini umuyorum. Şu anki pozisyonumuz da nihai bir sonuç değildir. Avrupa Parlamentosu, olağanüstü durum ve OHAL kaldırıldıktan hemen sonra konumunu gözden geçirmeyi taahhüt etti.

‘AVRUPA TÜRKİYE’YE ADİL DAVRANMADI’

*Peki sizce AB, Türkiye’ye her zaman adil mi davrandı?

Hayır, Avrupa Birliği, katılım sürecinde birçok hata yaptı ve Türkiye’ye her zaman adil davranılmadı. Müzakerelerin başlamasıyla birlikte önde gelen bazı AB politikacıları, sürecin asla AB üyeliği ile sonuçlanmayacağını derhal belirttiler. Ayrıca, çözülmemiş Kıbrıs meselesi verimli görüşmelerin gerçekleşmesi için bir engel teşkil etti. Brüksel ve Ankara'daki teknokratlar “görüşmelerini sürdürürken hem Türkiye'deki hem de birçok AB üyesi ülkedeki kamuoyu sürece inanmayı bıraktı.

Bu güveni yeniden kazanmak ve AB-Türkiye işbirliğini yoğunlaştırmak çok önemlidir. Atatürk'ten bu yana, Türkiye yönünü Batı’ya çevirmiş bir ülkedir. NATO üyesi, Avrupa Konseyi üyesi ve AB için aday bir ülkedir. Bu, güvenlik, ticaret ve değerler anlamında Türkiye'nin diğer Batılı demokrasilere yakın durduğu anlamına gelmektedir. Türk toplumunun bu konuda radikal bir değişim istiyor olduğuna inanmıyorum.

*Türkiye özellikle son 1 yılda son derece hareketli günler geçirdi. Bu bağlamda, Türkiye’nin Suriye özelindeki dış politikasını ve ev sahipliği yaptığı mülteciler meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye'deki savaş günümüzün en trajik olaylarından biridir. Bir bütün olarak uluslararası toplum, 400.000 kişinin öldürülmesini durdurmakta başarısız oldu. Suriyeli nüfusun yarısı evlerinden kaçmak zorunda kaldı. Türkiye, sınırları dahilinde 2.7 milyon mülteci barındırarak büyük bir misafirperverlik gösterdi.

Umuyorum Türkiye ile Rusya arasında görüşülen ve garanti altına alınan, devam eden düşmanlıkların durdurulmasına ilişkin son anlaşma, çatışmanın taraflarının tamamı tarafından yerine getirilecek ve tamamıyla uygulanacaktır. Önümüzdeki hafta Astana’da yapılacak toplantı, eğer tamamen kapsayıcı olursa, BM liderliğindeki Suriye içi müzakerelerin başarılı bir şekilde başlatılmasına katkıda bulunulabilir.

‘GAZTECİLERİN HAPSEDİLMESİ ÜZÜCÜ’

Öte yandan içerde de OHAL uzadıkça muhaliflerin sesleri daha da kısılıyor.

Çatışmaya barışçı ve siyasi bir çözüm bulmak isteyen ılımlı seslerin artık susturulduğunu görmek üzücü. Buna meclis üyeleri, akademisyenler, gazeteciler ve sıradan yurttaşlar da dahildir. Bu strateji yalnızca PKK gibi aşırılıkçı kesimleri daha güçlü yapacaktır. AB terör listesinde yer alacak ve orada kalacak olan PKK, silahlarını bırakmak zorunda. Kürt sorununun askeri bir çözümü bulunmadığından, AB uzlaşma sürecinin yenilenmesini şiddetle destekliyor.

Türkiye'nin şu anda dünyada en çok gazetecinin hapsedildiği ülke olması üzücü ve talihsiz. Son yıllarda Türkiye, medya özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi önemli değerlerden hızlı bir şekilde uzaklaşıyor. Bir demokraside kamuoyunun iyi bilgilendirilmesi ve hükümet politikalarının kamuoyunda tartışılması önemlidir.