Karl Marx (1818-1883), tarihi zorunlu yasalara göre ilerleyen ve gelişen bir süreç olarak ele alır. Marx ve en yakın mücadele arkadaşı Friedrich Engels'in (1820-1895) tarih tasarımları diyalektik materyalizm olarak bilinen felsefe anlayışlarında temelini bulur. Marx ve Engels Hegel'in (1770-1831) diyalektik mantığını doğa ve tarih sürecine uygulamışlardır. Marx çok geniş ölçüde Hegel'in düşüncesinden etkilenmiştir. Marx'a göre Hegel'in diyalektiği baş aşağı durmaktadır. Oysa kendisi onu ayakları üzerinde doğrulttuğunu belirtmiştir. Marx'ın bu söylemiyle anlatmak istediği, Hegel'in tarihi sadece ideden hareketle belirlediği, oysa kendisinin maddi üretim ilişkilerinden hareketle bunu yaptığıdır. Yani Marx, idenin maddi üretim ilişkilerini belirlemediğini, aksine maddi üretim ilişkilerinin ideyi belirlediğini düşünmektedir.

Marx, toplumda bireylerin yaşamlarını ortaya koyuş biçiminin bu bireylerin asıl kimliklerini yansıttığını düşünür. Bireylerin ne olduğu üretimleriyle, ne ürettikleriyle olduğu kadar, nasıl ürettikleriyle de ilgilidir. Bu yüzden, Marx'a göre insanların ilk tarihsel eylemi, insanları hayvanlardan ayıran ilk eylem, insanların düşünmeleri değil, kendi geçim araçlarını üretmeye başlamalarıdır. Bu anlamda Marx materyalizmin bütün önceki biçimlerinin başta gelen hatasının şeyleri, gerçekliği, duyumsal olarak bir insan etkinliği olarak değil de nesne biçiminde kavraması olarak ele alır. Böylece önceki materyalist öğretinin, insanı yalnızca içinde bulunduğu koşulların ürünü olarak kabul ederken, koşulları değiştirenlerin de yine insanlar olduğu gerçeğini unuttuğunu ileri sürer. Marx'a göre, koşulların değişmesiyle insan etkinliğinin değişmesinin çakışması yalnızca devrimci bir etkinlik (praxis) olarak kavranabilir ve bu durum akıl yoluyla anlaşılabilir. Kısaca Marx'a göre insan öyle bir varlıktır ki, içinde bulunduğu koşulları değiştirebilme gücüne ve kudretine sahiptir.

Marx'a göre bütün insanlık tarihinin ilk öncülü dogmalar değil, yaşayan insan varlığının kendisidir. Marx gerçek bireylerden, bu bireylerin gerçek etkinliklerinden ve bu etkinlikleriyle yarattıkları, içinde yaşadıkları maddi koşullardan yola çıkmak gerektiğinden söz eder. Doğal üretim ilişkileri insanı tanımlamak için kullanılacak tek olgudur ve bu olgudan hareketle insanı tanımlamak ancak mümkün olabilir. Marx, doğal üretim ilişkilerini, insanın emeğini kullanarak bir şeyler üretmesi olarak tanımlar. Doğa insan emeğinin üzerinde gerçekleştiği malzemeyi sağladığı gibi, bu pratik faaliyetin araçlarını da sağlar, yani Marx'a göre insan ''doğadan ve doğa yoluyla üretir''. Marx ve Engels, böylece doğayı, yani maddi dünyayı insan varoluşunun ön şartı olarak görerek geçim araçlarının üretimini de insan yaşamını ve giderek insan toplumunu belirleyen ön şart olarak görmüşlerdir. Dolayısıyla materyalist veya gerçekçi bir ontolojiden yola çıkmışlardır.

Bu durumda Marx'a göre her tarih yazımı tümüyle bu doğal temellerden ve bu temellerin tarihin akışı içinde insan eylemiyle değişmesinden yola çıkmalıdır. Diğer bir deyişle Marx'a göre insan kendi geçim araçlarını üretmesiyle hayvandan ayrılır. Bu Marx'ın insanın özünü onun pratik etkinliği olarak görmesi demektir. İnsanı insan yapan şey, onun üretici etkinliğidir. İnsanın ne olduğu, üretim etkinliğiyle, hem neyle ürettiğiyle hem de nasıl ürettiğiyle ilgilidir. Bu yüzden Marx, insanın ne olduğu ''insanın üretiminin maddi koşullarına dayanır'' der. Kısaca Marx, insanın özünün, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. İnsanın özünü içinde bulunduğu toplumsal ilişkiler bütünü oluşturur. Her toplum yaşam da özü gereği pratiktir.

Marx'ın felsefe anlayışı onun insan anlayışını temele alır. Çünkü Marx felsefenin dünyayı değiştirmesi gerektiğini söylediğinde insanın pratik etkinliğiyle içinde yaşadığı koşulları değiştirebilecek bir varlık olmasından hareket etmektedir. Marx'ın bu insan tanımı onun insanı değerli gören insan anlayışına da temel olmuştur ve onun insanı değerli bulan anlayışı yine onun pek çok düşüncesinde bulunmaktadır. Bu anlamda hümanizm onun felsefesinin tamamına sinmiştir. Bir çok eserinde insan emeğinin sömürüsüne karşı çıkması bu insan anlayışının ürünüdür.

Marx'a göre Hegel devletten hareket ederek insanı devletin bir bireyselleşmesi olarak düşünür. Demokrasi ise insandan hareket eder ve devleti insanın bir nesnesi olarak görür. Tıpkı dinin insanı değil, insanın dini yaratması gibi, siyasal ana yapı da halkı yaratmaz, aksine halk siyasal ana yapıyı yaratır. Aynı şekilde insanın varoluş nedeni yasa değil, yasanın varoluş nedeni insandır.

Felsefe tarihine baktığımızda Marx'ın Hegel eleştirisi önemli bir yer işgal etmektedir. Bu yüzden yazımızın bu bölümünde Marx ve Engels'in materyalist tarih anlayışını onların Hegel eleştirisi ile anlatmaya çalışmayı daha uygun buldum.

Marx Hegel'in dünya - Tininin yaşam öyküsü olarak tarih kavramını alarak yapısını korumuş ve ama içeriğini değiştirmiştir. Şöyle ki; Marx Hegel gibi tarihin öznesi olarak 'dünya-Tini'ni ya da 'akıl'ı görmez. Marx için de tarihte bir akıl vardır ama bu akıl kendini tarihte açan, kendi kendini belirleyen bir akıl değildir. Hele bir töz asla değildir. Tersine bu akıl, maddi ilişkilerce belirlenen bir bilinç durumudur. Yani varlığı ve tarihi belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen şey varlık ve toplumdur. Tarihi belirleyen şey tinsel bir öz değil, maddi ilişkiler ağı olarak toplumun sosyoekonomik yapısıdır. Marx'a göre özel mülkiyetin ortaya çıkmasından itibaren yani toplumsal sınıfların oluşmasından itibaren, tarih bir sınıf savaşları süreci olagelmiştir. Tarih, yine Hegel'de olduğu gibi, ''dünya halklarının birliğine'' doğru ilerlemektedir. Ama bu nokta Hegel'de tarihin sonuyken Marx'ta insanlık tarihinin başlangıcıdır.

Marx ve Engels bir bilim olarak tarihi tanıdıklarını söylemişlerdir. Doğabilimi bile tarihin bir ürünüdür. Onlara göre tarihin özü insan etkinliğinde yani onun aksiyonundadır. Böyle olunca da maddi ilişkiler, üretim ilişkileri toplumsal, siyasal ve tinsel yaşamı belirler. Bu yüzden ilk tarihsel eylem üretim eylemidir. Doğabilimi insanın doğayı emeğiyle biçimlendirmesinin ürünü olsa da aynı zamanda insan ve toplum doğanın da ürünüdür. Bu yüzden tarihte doğa yasaları egemendir.

Tarihte ideler, tanrısal güçler değil, insan emeğiyle üretilen bir süreç söz konusudur. Tarihte rastlantı olsa da bu rastlantıların bağlı bulunduğu genel yasalar vardır ve bu yasalar üretim tarzlarıyla ilişkilidir ve zorunludur. Başka bir deyişle bütün tarihsel süreci üretim ilişkileri belirler derken kastedilen, tarihe insanların pratik etkinliği olarak üretim etkinliklerini, karşılıklı üretim ilişkilerini belirleyen yasaların yön verdiği ve bu yasaların da tarihi zorunlu olarak yönettiği düşüncesidir. Ayrıca Marx ve Engels tarihin özünü üretim eyleminde gördükleri için felsefenin görevini de tarihin hizmetinde olması gerektiğini belirtmişler ve bu yüzden de felsefenin gerçekliği teorik olarak değil, pratik etkinlik olarak kavraması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Marx'a göre Hegel'in sandığı gibi tarihi yapan kavramlar değil, insanlardır yani insanın amaçlı üretmesidir, çalışmasıdır. Marx Hegel'in hukuk felsefesinde, felsefi uğrağı, ''şeyin mantığı değil, mantığın şeyi oluşturmaktadır'' der. Yani Hegel'de mantık devleti tanıtlamaya değil, tersine devlet mantığı tanıtlamaya yaramaktadır. Bu yüzden Marx'a göre, Hegel'in felsefesinde aslında hukuk felsefesi değil, mantık biliminin bir bölümü ile karşı karşıya olduğumuz görülmektedir.

Marx ''Hegel için bütün olarak tüm olup bitenler yalnızca kendi kafasının içinde olandan ibarettir'' der. Tarih felsefesi, böylece felsefe tarihinden, kendi felsefesinin tarihinden başka bir şey değildir. Artık tarih sırasına uygun bir tarih değil, kavrayışta, yani mantıkta birbirini izleyen düşünceler söz konusudur. Hegel düşünce hareketi ile dünyayı inşa ettiğini sanmıştır oysa Marx'a göre, yalnızca herkesin kafasında var olan düşünceleri sistematik olarak yeniden inşa etmiş ve mutlak yönteme göre sınıflandırmakla kalmıştır.

Marx'a göre insanı belirleyen din, devlet, mantık değil, dini, devleti, mantığı belirleyen insandır. Tarihi gerçekleştiren insandır, insanı gerçekleştiren tarih değildir. Marx'a göre Hegel'in tarih felsefesi tarih sırasına göre değil, mantıksal sıraya göre yazılmış bir tarihtir. Bununla kastettiği Hegel'in yaptığının mantığı tarihe uydurmak değil, tarihi mantığa uydurmaktır. Marx'a göre Hegel'in hareket noktasını oluşturan öncüller keyfidir oysa tarih gerçek öncüllerden hareket etmelidir. Marx, ''ahlak, din, ideoloji ve metafizik gibi soyut kavramların tarihi belirlemelerinden asla söz edilemez'' der.

Toplumsal yapı ve devlet belirli bireylerin yaşam süreçlerinin sonucu olarak oluşur. Bu bireyler de gerçek bireylerdir, yani etkide bulunan, maddi üretim yapan bireylerdir. Fikirlerin, anlayışların ve bilincin üretimi doğrudan insanların maddi etkinliğine, karşılıklı maddi ilişkilerine ve gerçek yaşamın diline bağlıdır. Sahip oldukları anlayışları, düşünceleri üretenler insanların kendileridir. Bilinç, bilinçli varlıktan başka bir şey değildir. Yani bilinçli varlığın bilincinden ayrı bir bilinç, kendi başına bir bilinç yoktur. Marx, gökten yere inen Alman felsefesinin tersine yerden göğe çıkılmasından söz eder. Yani etten kemikten insanlara varmak için, insanların söylediklerinden, tasarımlarından, düşüncelerinden yola çıkılmaz. Gerçek etkin olan insandan yola çıkılır. Bu tasarımların kendileri de insanların bu gerçek yaşam süreçlerinden hareketle ortaya konulabilir. Bu yüzden ahlak, din, metafizik, ideoloji ve bunlara tekabül eden bilinç biçimleri artık özerk biçimlerini yitirirler. Bunların tarihi yoktur, gelişmeleri yoktur, aksine maddi üretim biçimlerini ve üretim ilişkilerini geliştiren insanlar, bunlarla birlikte düşüncelerini ve düşüncelerinin ürünlerini de geliştirirler.

Bu durumda yaşamı belirleyen bilinç değil, aksine, bilinci belirleyen yaşamdır. Marx'a göre birinci yaklaşımda kalkış noktası, canlı ve kendi başına bir bireymiş gibi bilinçken, ikinci durumda gerçek ve yaşayan bireyin kendisinden yola çıkılır ve bilince de o bireyin bilinci olarak bakılır.

Marx'a göre bu ikinci bakış tarzı öncüllerden yoksun değildir, aksine gerçek öncüllerden yola çıkılmaktadır. Bu öncüller de yalıtılmışlık ve değişmezlik içindeki insanlar değil, belirli koşullar altındaki gerçek, deneysel olarak gözlenebilir gelişme süreci içindeki insanlardır. Bu öncüllerden hareket edilirse, tarih deneycilerin yaptığı gibi cansız olgular derlemesi olmaktan çıkar. Böylece gerçek yaşamda, spekülatif metafiziğin bittiği yerde pozitif bilim başlar. Bilinç üzerine söylenen boş ve gereksiz sözler biter, onların yerini gerçek bilgi alır. Gerçek dünyanın öte dünya gibi safsatalarla açıklanması bırakılmış olur. İşte tam da bu anlamda, Marx Hegel'in diyalektiğini tersine çevirdiği savıyla Hegel'in düşünceyle başlayıp doğayla devam ederken, kendisinin doğayla başlayıp düşünceyle devam ettiğini söylemek istemiştir.

Marx Hegel'in diyalektik ilkesini alarak toplumların birbirine dönüşmesini tarihin ilerlemesi olarak ele alır. Ayrıca tarihi belirleyen olguların insanın maddi üretim etkinliği ve üretim ilişkileri olmasından hareketle kendi tarih tasarımlarını tarihsel materyalizm olarak adlandırır. Mücadele arkadaşı Engels ile birlikte yazdığı Komünist Manifesto adlı eserde tarihi demir zorunlulukla işleyen yasaların belirlediği bir süreç olarak ele alır. Buna göre tarih zorunlu olarak ardı ardına gelen belirli dönemlerden geçer. İlkel toplum biçimi, köleci toplum biçimi, feodal toplum biçimi, kapitalist toplum biçimi ve henüz gerçekleşmemiş olan sınıfsız-sömürüsüz (başlangıçta, geçiş toplumu olarak sosyalist toplum biçiminden sonra) komünist toplum biçimi tarihin zorunlu aşamalarını oluşturur.

Yararlanılan Kaynaklar ;

-Felsefe İncelemeleri, K. Marx. (çev. Cem Eroğul, Sol Yayınları.)

-Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi K. Marx. (çev. Kenan Somer, Sol Yayınları.)

-Alman İdeolojisi, K. Marx - F. Engels, ( çev. Sevim Belli. Sol Yayınları.)

-Felsefenin Sefaleti, K. Marx, (çev.Ahmet Kardam, Sol Yayınları.)

-1844 El Yazmaları, K. Marx, (çev. Murat Belge, Birikim Yayınları.)

-Kapital 1.Cilt, K. Marx, (çev. Alaattin Bilgi, Sol Yayınları.)

-Felsefe Yazıları, K. Marx, (çev. Ahmet Fethi, Hil Yayın.)

-Ekonomi Yazıları, K. Marx, (çev. Ahmet Fethi, Hil Yayın.)

-Tarih Felsefesi, Doğan Özlem (Notus Kitap Yayınevi.)

-Komünist Manifesto, (çev.Levent Kavas, Eriş Yayınları.)