Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Sedat Peker'in gündemi sarsan iddiaları hakkında konuşan Temel Karamollaoğlu, "Yargı mensupları, emniyet yetkilileri, siyasiler, iş adamları, gazeteciler ve mafya liderleri aynı cümlenin içerisinde zikredilir hale geldi. Aynı otelde tatil yaptıkları ve para alışverişinde bulundukları iddia ediliyor. Yer yerinden oynaması gerekirken yetkililer kafalarını kuma gömmektedir. Totaliter rejimler için sopa neyse bizim gibi ülkeler için de propaganda ve medya kuruluşları odu. Ülkemizde son yıllarda medyanın ne hale geldiğini hepimiz görmekteyiz" dedi.

Karamollaoğlu, "Adaletten emniyete, iş dünyasından siyasete ve devletin tüm kılcallarına varıncaya dek ortalığı saran bu müsilajdan ülkemiz bir an evvel arındırılmalıdır" dedi.

Temel Karamollaoğlu'nun açıklamaları şöyle: 

“ESNAFIMIZIN ÇOĞUNLUĞU ÇARESİZ BIRAKILMIŞ DURUMDA”

Muhterem arkadaşlar; son zamanlarda toplumun her bir kesimi hakikaten çok ama çok zor günler geçirmektedir. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiğimiz “Esnaf Kongresi”nde, esnafımızın sorunlarını kendilerinden dinledik. Kongremiz vesilesiyle derdini anlatan esnafımızın sesini bu kez de buradan yetkililere özetleyerek duyurmak istiyorum.

Esnafımız şunları söylüyor, aynen aktarıyorum;

1-) "Sadece Konya’daki 310 meslektaşımız işyerini kapatmak zorunda kaldı. Türkiye genelinde ise hizmet sektöründe 12 arkadaşımız, çok üzülerek söylüyoruz; intihar ederek hayatına son verdi."

2-) "50 bin lira kaybım varsa, pandemi vesilesiyle bana verilen 3 bin lira ile ben nasıl geçineceğim?’’ Kira, elektrik, su, eleman parası ve Ailemin ihtiyaçları…

3-) Sosyal yardımlaşmaya veya kaymakamlığa gittiğimizde, “Tamam, biz size destek çıkıyoruz.” deyip bize koli gönderiyorlar. Ben vergi dairesine bulgur mu vereceğim, pirinç mi vereceğim?

4-) "Maalesef, devletimden hiçbir şekilde maddi yardım alamadım. Sadece istediğim; devletimiz bize biraz sahip çıksın."

5-) "Biz pandemi başladığında 25 personelle çalışıyorduk. Şu an 8’e kadar düştük."

Evet, 5 ayrı esnafımızın yüreğinden ve dilinden dökülen cümleler bunlar. Böyle daha niceleri var...

Bizler bu cümlelerin birer istisna olmasını isterdik ancak maalesef esnafımızın çoğunluğu bu sorunlarla baş başa ve de çaresiz bırakılmış durumda... İşte ekonomimizin bel kemiği olan esnafımızın hali. "Görmedim, duymadım, bilmiyorum" demenin geçerliliği yok artık! İşte biz size gösteriyoruz, duyuruyoruz ve de artık biliyorsunuz! İktidarda bulunma sorumluluğunun gereğini artık bir saniye bile geciktirmeden yerine getirmelisiniz. Biz Saadet Partisi olarak, şu an muhalefetteyiz ve üzerimizdeki bu sorumluluğun tüm gerekliliklerini eksiksiz yerine getirmeye de kararlıyız. Vatandaşımızın sesine ses olmaya, her bir vatandaşımızın derdini kendi derdimiz kabul ederek, çözüm yollarını aramaya ve paylaşmaya devam edeceğiz.

Ve iktidar, bugüne kadar olduğu gibi sorumluluklarını yerine getirmemeye devam ederse; inanıyoruz ki ilk seçimde milletimiz Saadet Partisi'ni yetkilendirecek ve işte o zaman biz, bu yetkilendirmenin tüm gerekliliğini bihakkın yerine getireceğiz!

“OTOMOBİL ARTIK HAYAL OLDU”

Evet, muhterem arkadaşlar; her bir vatandaşımız ve toplumun her bir kesimi büyük problemler yaşamaktadır. Hal böyleyken; iktidarda bulunanlar ise bambaşka bir Türkiye tablosu çizmeye çalışıyor. "ABD bizi kıskanıyor", "Avrupa bize imreniyor", "Yakında çağ atlayacağız; onlar da çatlayacaklar, patlayacaklar" gibi söylemlerle algıları yönetmeye gayret ediyorlar. Keşke anlattıkları gibi olsa, keşke ortada kıskanılacak bir ekonomi tablomuz olsa sevinirdik emin olun; ama maalesef yok, ne yazık ki durum hiç de anlatıldığı gibi değil! Hem alım gücü hem hayat pahalılığı gibi pek çok konuda dünya sıralamasında, özellikle son yıllarda diğer ülkelerin epey gerisine düşmüş durumdayız. Buna pek çok örnek verilebilir ve birçok farklı ülke ile farklı konu başlıklarında kıyaslamalar yapılabilir. Bazıları, bu da nereden çıktı diyebilir, ama yinede bir misal vermek istiyorum: Son günlerde vatandaşımız, araba fiyatlarından ve bu nedenle araç sahibi olamadıklarından epey şikayetçi… Bu konuda bir kıyas yapmanın duruma açıklık getireceği kanaatindeyim. Bakınız; artık zorunlu bir ihtiyaç haline gelen "otomobil sahipliği" noktasında dünyada ne durumdayız?

“BİN KİŞİYE DÜŞEN OTOMOBİL SAYISINDA SON SIRALARDAYIZ”

Öncelikle, TÜİK verilerinden hareketle; ülkemizde en az iki aileden birinin arabasının olmadığı anlaşılmaktadır. EUROSTAT verilerine göre ise; dünya genelinde bin kişiye düşen otomobil sayısında son sıralardayız. Gelişmiş ülkeleri bir kenara bırakalım; Bulgaristan ve Romanya’nın dahi yarısından daha az "otomobil sahipliğimiz" söz konusu. Günümüzde artık zorunlu bir ihtiyaç kabul edilen otomobil; almak için yıllarca çalışmanın yanında, aldıktan sonraki MTV, akaryakıt, sigorta, kasko ve diğer maliyetler nedeniyle de, pek çok insanımız için artık hayali bile mümkün olmayan bir meta ürün haline gelmiştir.

“AVRUPA'YA GİDEN GERİ GELMİYOR”

Aynı marka ve model bir araç Almanya’da 10 aylık ücretle satın alınabiliyorken; Türkiye’de 60 aylık asgari ücretle satın alınabiliyor. Ayrıca bu tablonun brüt asgari ücretler üzerinden hesaplandığını; ülkemizde net asgari ücretin 2.825 lira olduğunu ve açlık sınırının da 2.830 lira olduğunu unutmayalım. Şimdi soruyorum; kim kimi kıskanıyor, kim milleti aldatıyor ve kim insanımızı yaya bırakıyor? "Avrupa bizi kıskanıyor" diyenler, Avrupa'yı bir gidip görsünler bakalım! Ancak geri gelmek kaydıyla... Malum son gidenlerde gidenler pek de geri gelmiyor... Saadet Partisi olarak biz, insanımızı böylesine kötü hayat standartlarına mahkûm eden anlayışa kesinlikle razı değiliz!

“EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ DERİNLEŞMEKTEDİR”

Bildiğiniz gibi ele alınacak konular oldukça fazla. Ama elbette bunların başında eğitim geliyor. Bildiğiniz üzere, uzunca bir süredir uzaktan eğitimle idare edilmek istenen eğitim – öğretim süreci kısmen sona erdi ve bu hafta itibariyle yüz yüze eğitim, haftada iki gün olmak üzere başladı. Velilerimiz de öğrencilerimiz de öğretmenlerimiz de, uzun zamandır devam eden uzaktan eğitimin sebep olduğu öğrenme kaybının farkındalar. Bu kaybın telafisi, haftada iki günle olacak iş değil! Bir an önce tamamen yüz yüze eğitime geçmek zorundayız. Bu artık bir gerekliliktir bunu da idrak etmek mecburiyetindeyiz. Bu hafta sonu gerçekleştirilen (LGS) "Liselere Geçiş Sınavı"nda sorulan matematik soruları, işte bu mecburiyetin tescili ve yetkililerin halden anlamazlığının son örneği olmuştur. Pandemi döneminde herkes aynı eğitimi ve desteği al(a)mamışken; herkese bu denli zor sayılabilecek sorular sorulması, eğitimde yıllardan beri yaşanan fırsat eşitsizliğini derinleştirmekten başka bir mana ifade etmiyor.

“HAKSIZ KAZANCIN VE RANT SEVDASININ SALYASI”

Maalesef memleketimizde bazı çevrelerin para kazanma hırsı ve iktidarın bu konudaki duyarsızlığı bizi endişelendiriyor. Bugün denizlerimizde gördüğümüz şey çevreyi kirletmeye ve memleketimizin doğal güzelliklerini tahrip etmeye dayalı büyüme modellerinin sürdürülebilir olmadığını göstermektedir. Malumunuz olduğu üzere, ilk zamanlar Marmara'da görülen ve şimdi Ege'ye de sıçrayan müsilaj problemi hepimizi endişeye sevk etmektedir. Bakınız; Marmara Denizi'ndeki müsilajın en önemli nedenlerinden olan atık sularla ilgili 2006 yılında çıkarılan Kentsel Atıksu Yönetmeliği'nin 15 yıl boyunca hayata geçirilmediği ortaya çıktı. Neden bu tatbikata konulmadı? Tam 15 yıl evvel hazırlanmış bu yönetmelik, 15 yıl evvel! Çevre ve Şehircilik Bakanlığı deniz salyaları kıyıya vurana dek neredeydi, ne yapıyordu Allah aşkına? Muhterem arkadaşlarım hakikaten böyle konularda işin vehametini nasıl anlatacağız bir türlü bilemiyorum. Konuyu bilmiyorum desek biliyorlarmış, çalışma yapmışlar yönetmelik hazırlamışlar. Peki, kim etki yapmışta 15 sene bu yönetmelik rafa kaldırılmış, bunun hesabını sormazlarsa bu problemleri çözemezler. Burada sadece gaflet yok!

“YETKİLİLER KAFALARINI KUMA GÖMMEKTEDİR”

Aynı şekilde Türkiye haftalardır birtakım iddialarla sarsılmakta ve ne yazık ki normal bir hukuk devletinde yer yerinden oynaması gerekirken, ülkemizde bu iddialar karşısında yetkililer kafalarını kuma gömmektedir. Yargı mensupları, emniyet yetkilileri, siyasiler, iş adamları, gazeteciler ve mafya liderleri aynı cümlenin içerisinde zikredilir hale geldi; ayrıca aynı otelde tatil yaptıkları ve para alışverişinde bulundukları iddiaları dile getiriliyor! Yaşananlar karşısında yetkililerin sessizliği ise; istifhamların artmasına, iddiaların doğru olabileceğine yönelik kanaatlerin pekişmesine ve kamusal vicdanın yaralanmasına yol açmaktadır. Çevre kirliliği önemli amma vicdanlar kirlenmeye başladıysa bunun önüne geçmek imkansız gibi. Tevbe etmekten başka çareleri yok bir müsilaj problemini çözemeyenlerin ülkenin problemini çözmesi imkansızdır. Şimdi ortaya atılan iddialar ve yaşanan son gelişmeler, bu düzenin nasıl tesis edildiğini, yargı-medya ve sermaye düzeninin iktidara bağımlı yapısını ve bu kötü yönetme halinin ürettiği siyasi sonuçları gözler önüne serdi. Meğer vatandaştan, KYK borçlusu gençlerden alacağını söke söke alan devlet, kimlere göz yumuyormuş? Meğer çiftçiye, esnafa, vatandaşa destek olması gereken Ziraat Bankası; aslında kimlere, hangi amaçla kıyak çekiyormuş?

“PARAN YOKSA NEDEN MEDYA KURULUŞU ALMAYA KALKIYORSUN?”

Soruyorum; Ziraat Bankasının kuruluş amacı nedir? Türkiye'de tarımı ve hayvancılığı desteklemek; çiftçiye, köylüye, vatandaşa destek olmak amacıyla kurulmadı mı bu bankamız? Anlaşılan burada denklem tersinden işliyor; fakirden alıp zengine veriliyor, işçiden alınıp patrona veriliyor, esnaftan alınıp müteahhide ve medya holdinglerine veriliyor. Şunu da söyleyeyim hiçbir zaman sermaye düşmanlığı yapmadık yapmayız, dürüst iş adamımızın arkasındayız. Amma siz memleketin içine sürüklendiği problemlerin yükünü vatandaşımızın sırtından alacağınıza onun sırtına vurursanız buna rıza göstermeyiz. Ayrıca iddialarda adı geçen şahıslar, nasıl bir ihtiyaç duydular da; milyon dolarlık kredi çekerek bir medya kuruluşu satın aldılar? Bu nasıl bir ihtiyaçtır, bu neyin desteğidir? Paran yok neden medya kuruluşu satın almaya kalkıyorsun, hadi aldın diyelim neden ödemiyorsun? 2008 yılında bir medya kuruluşunun satışında da buna benzer olaylar yaşanmıştı. Şimdi haklı olarak soruyoruz; 13 sene evvel Vakıf Bankası'ndan alınan kredi geri ödendi mi, ödenmedi mi?

Buradan açık çağrıda bulunuyorum; adaletten emniyete, iş dünyasından siyaset kurumuna ve devletin tüm kılcallarına varıncaya dek ortalığı saran bu müsilajdan ülkemiz bir an evvel arındırılmalıdır.

“BİR KEZ DAHA ABD'YE YENİ TAVİZLER Mİ VERİLECEK?”

14 Haziran'da NATO Zirvesi'ne katılacak olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Joe Biden, Brüksel'de ikili bir görüşme yapacak. Bu toplantı öncesi yaşanan bazı gelişmeler aklımızda soru işaretleri oluşmasına neden olmaktadır. Daha önce şeker fabrikalarının özelleştirilmesinde çokça tartışılan Cargill yine gündeme geldi; bildiğiniz gibi ABD'li bu firma Nişasta Bazlı Şeker'de dünya tekeli. NBŞ ise tehlikeli bir kanserojen. Avrupa’da NBŞ kotası (sadece ilaç sanayi için serbest) ve kota %1’in altında; ayrıca gıdada kullanımı kesinlikle yasak. Türkiye'de ise bu kotanın tekrar artırılacağı konuşuluyor. Görüşme öncesinde bu kotanın gündeme gelmesi Brüksel'e giderken iktidarın Biden'e NBŞ'yi hediye olarak mı götüreceğini akıllara getirdi. Ayrıca S-400 konusunda bir anlaşma sağlandığı söylenmektedir. Bu kararın ayrıntıları nelerdir, Türkiye'nin çıkarları korunabilecek mi, yoksa bir kez daha ABD'ye yeni tavizler mi verilecek? Dış politkada kararsızlık, tutarsızlık ve savrulmuşluk hali, Türkiye'ye maliyetler üretmeye devam etmektedir. İktidarı uyarıyor ve bu kararsızlık ve yönsüzlük halinden bir an evvel kurtulmalarını tavsiye ediyor; kendilerini şahsiyetli ve kararlı bir dış politikayı benimsemeye/uygulamaya davet ediyoruz."