Söze ‘dehşetengiz’ diye başlayınca, ses uyumu nedeniyle insanın aklına Cengiz İnşaat geliyor. Onlar da ciddi felaket nedenidir, elbette…. Karadeniz ve yakın çevresindeki olası felaket senaryolarının en önemlilerini sıralayalım: Sibirya havalisindeki donmuş toprakların; küresel ısınma nedeniyle ısınıp erimesi ve toprakların (ya da buzlaların) içinde uyuyan; metan gazı, karbon ve kimi virüsler… Donmuş toprağın içerisinde bulunan donmuş organik madde, uzun süre önce ölmüş hayvanlar ve çürümüş bitki kalıntıları, yüksek miktarda karbon saklıyor… Isındıkça, gezegenimiz de ısınacak…

Donmuş toprak dünyanın atmosferine kıyasla iki kat daha fazla karbon, genelde metan ve karbondioksit formunda, bulundurmakta.

Donmuş Topraklar Eridikçe…

Bu sorun sağlığımızı ve doğayı tehdit eden, aynı zamanda da küresel ısınmanın hızını arttırabilecek saatli bir bomba. Donmuş toprakların erimesi eski virüslerin ve karbonların salınmasına neden oluyor.

Donmuş toprak, çoğunlukla bitkisiz toprakların yüzde 25’ini oluşturduğu Kuzey Yarım Küre’de bulunur ve genelde binlerce yıllıktır.

Alaska, Kanada ve Rusya’yı kapsayan, Kuzey Kutup Dairesi ile kutup altı ormanları arasında bulunan geniş bölgede de görülmektedir.

Derinliği birkaç metre ile yüzlerce metre arasında değişebilmektedir.

Küresel ısınmanın hızlanması…

Donmuş toprak eridiğinde ısınıyor ve aynı zamanda da çözünüyor. Bu çözünme sonucunda içinde bulunan ve sera gazı etkisine sebep olan karbondioksit ve metan gazları atmosfere salınıyor.

Sera gazlarının salınması ise Dünya’ya zarar verecek bir kısır döngüye sebep oluyor.

IPCC’nin Eylül 2019 tarihli raporuna göre, karbon kirliliği müdahale edilmeden devam ederse 2100’e kadar donmuş toprakların büyük bir kısmı eriyecek ve atmosfere sera gazlarından oluşan bir karbon bombası salınmış olacak.

Talihi kara deniz; Karadeniz…

Karadeniz, 6 bin 500 yıl önce bir göldü. İstanbul Boğazı’nın açılması ile bir iç deniz haline geldi. Doğal olarak göl halindeyken tatlı su olduğundan İstanbul ve Çanakkale boğazları ile birleşince bu göle deniz suyu karıştı.

Göl halindeyken içinde yaşayan tatlı su balıklarının yaşama şansı yoktu. Karadeniz`de yaşayan milyonlarca canlı balık böylelikle öldü. Ölen balıklar dibine çöktü. Bu ölü balıklar Karadeniz`in dibinde son derece zehirli hidrojen sülfür gazına dönüştü.

Bilmediğimiz bilgilerden biride Karadeniz`in 200 metreden sonra dibinde yaşam olmayışı.

Yer yer 2250 metre derinliğine sahip bir denizde 200 metre sonra yaşamın olmayışı büyük bir alanın gazdan oluştuğunu gösterir.

Karadeniz`de oldukça derin bir deniz olmasına rağmen 2000 metre tamamen hidrojen sülfür gazından oluşuyor. 200 metreden sonra oksijen bulunmuyor. Karadeniz Teknik Üniversitesi araştırmaları ve Sinop İl Çevre ve Orman Müdürlüğü araştırmalarına göre kıyı kesimlerine yakın yerlerde bu derinlik 150 metreye kadar düşüyor.

Karadeniz`i besleyen sayılmayacak kadar dere, akarsu ve ırmaklar varken 5 büyük de nehir vardır. Dinyeper, Dinyester, Don, Kuban nehirleri. En büyük nehir ise Tuna Nehri`dir. Avrupa`nın bütün kimyasal atıklarını toplayıp Karadeniz‘e boşalmasını sağlayan Tuna, tek başına her yıl 203 km3 tatlı suyu Karadeniz’e taşırıyor. Böylelikle Karadeniz’in kirlenmesinde sanayi atıklarının da oldukça önemli etkisi oluyor.

Karadeniz`in akarsularla temizlenmesi yerine daha da kirlenmesinin yanında bir de diğer denizlerden gelen su yoktur. Yani; Karadeniz`in okyanusa bağlantısı İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı ve Ceberitarık Boğazı ile sağlanmasına rağmen, akıntı olarak Marmara Denizi`nden başka gelen su akıntısı yoktur. İstanbul Boğazı’nın alt ve üst akıntısı vardır. Karadeniz`den üst akıntı ile geçen su, alt akıntı ile geri döner fakat Çanakkale Boğazı’ndan sadece gideri vardır. Durum bu olunca Karadeniz`in kirliliğini de en fazla Marmara Denizi çeker

Bu, kanal İstanbul projesinin de Marmara için ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. Zira bu sefer Karadeniz`in kirlettiği Marmara Denizi`nin iki kat daha kirlenmesi anlamına geliyor.

Eğer Tuna ve Rusya`dan gelen büyük akarsular temiz olsaydı; aslında Karadeniz kendi kendine temizlenebilen en temiz deniz olacaktı. Zira Dünya’nın diğer denizlerinin akıntılarına kapalı olduğu için akarsular sadece suyu temiz tutabilecekti.

Bunun yanında deniz kenarlarına kurulan santrallerde denizi oldukça kirletmektedir. Özelikle Zonguldak`a çok yakın bir yerleşim yeri olan Çatalağzı`nda kurulan santraller deniz suyunu oldukça zehirlemektedir. Ayrıca Rusya`nın Karadeniz kıyılarında halen devam eden santrallerin yapımı var. Son 10 yılda bizim Karadeniz kıyılarında 203 HES yapıldı,143 tanesinde yolda. Ayrıca Sinop`a kurulacak Nükleer Santralinde en çok etkileyeceği Karadeniz`in suyudur. Gelecek kuşaklara biz cehennem bırakıyoruz. Özetle ve teorik olarak, Karadeniz’in dibindeki zehir nedeniyle; bir gün (ama bir gün) cehennemi bir yangın yerine dönüşebilir(miş)…

Ermenistan’daki Metsamor Santrali…

AB ve ABD’nin ‘En Tehlikeli Nükleer Santrali’ ilan ettiği Metsamor, Iğdır’a 16 km uzaklıkta... İstanbul'a denk bir deprem riskine sahip Metsamor'un nükleer yakıtını koruyacak bir koruma havzası yok... Tıpkı Çernobil’deki gibi...

Biliyorsunuz, Çernobil patlamasından sonra; rüzgârlarla Suudi Arabistan’a kadar giden radyasyon bulutları, Türkiye’ye uğramamıştı. Hatta, Ticaret Bakanı Cahit Aral, demli bir çay içip ince belli bir bardakta, yok bir şey yahu demişti… Oysa vardı ve malum Sezyum 137 maddesi; topraktan ancak 30 yılda temizlenebiliyordu. Batıdan doğuya, bütün sahil kesimlerimiz zehirlenmişti. Yumrulu bitkiler, yeraltından çıkarılan sular ve toprak, bütünlüklü olarak zehirlenmişti. Galiba Akşam veya Milliyet gazetesi için istemiştik ama olmamıştı ve Evrensel’de ciddi bir dosya yapmıştık. Karadenizli deneyimli gazeteci dostumuz Gençağa Karafazlı, 80 kadar sağlık ocağını dolaşmış ve hastalık verilerini toplamıştı. Hatta, Ordu’da beyinsiz bebekler bile doğmuştu… Gelelim, dünyanın en tehlikeli ve eski nükleer santraline. Iğdır’a 16 km. Yerevan’a da 36 km uzakta olan bu santralin yakınından fotoğraflarını da çekmiştim. Tabii bu konuya ilişkin pek çok uzman kuruluş ve STK, zaman zaman görüşlerini kamuoyuna sunuyor…

Nükleer felaket kapımızda…

KuzeyDoğa Derneği'nden bu konuda şöyle bir açıklama yapmıştı: 11 Mart 2011 Cuma günü Japonya’da meydana gelen 8,9 şiddetindeki deprem sonrası Fukuşima Nükleer Santrali’nde olan reaktör patlamaları ve nükleer sızıntı, doğu sınırımıza sadece 16 km uzaklıkta olan ve İstanbul’a denk deprem riskine sahip Ermenistan Metsamor nükleer santralini akla getirdi. Kars, Iğdır, Ardahan ve Ağrı’da çalışan KuzeyDoğa Derneği başkanı çevrebilimci Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu, olası bir depremde tüm Ermenistan, Gürcistan, Nahcivan ve kuzeydoğu Anadolu bölgesinde olabilecek nükleer faciayı hatırlattı.

Ermenistan’ın Metsamor Nükleer Santrali, başkent Erivan’ın 40 km güneyinde, Iğdır il sınırına ise sadece 16 km uzaklıktadır. 1973’te inşaatına başlanılan nükleer santral bugün Ermenistan’ın enerji ihtiyacının yaklaşık %40’ını karşılamaktadır. Santralde kullanılan iki adet VVER-440 Model V230 tipi nükleer reaktör, 440 Megawatt enerji üretmektedir. Ayni tip reaktörün 1200 Megawatt üreten modeli olan VVER-1200 de, planlanan Akkuyu Nükleer Santrali’nde kullanılacaktır. Metsamor’un birinci reaktörünün bir deprem direnç sistemi yoktur. En tehlikelisi ise, Metsamor’un nükleer yakıtını koruyacak bir koruma havzasının (containment vessel) olmamasıdır ki bu koruma sistemi Çernobil’de de yoktu.

Ermenistan’daki çevreciler, 1980’lerden bu yana Metsamor’un kapatılması için uğraşmaktadır. 1988 yılında meydana gelen Erivan depreminde santral kapatılmış, fakat Türkiye ve Azerbaycan’ın uyguladığı enerji ve doğal gaz boykotu sonucu Ermeni hükümeti santrali 1993 senesinde yeniden açmaya karar vermiştir. 1995 senesinde ise nükleer santralin ikinci reaktörü de üretime geçmiştir. Santralin 2016’ya kadar enerji üretmesi planlanmaktaysa da, (Dönemin) Ermenistan Enerji Bakanı Yardımcısı Areg Galstyan santralin 2031’a kadar faaliyetini sürdürebileceğini belirtmiştir. (Dönemin) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2008 yılındaki Ermenistan ziyaretinde, bu santralin ürettiği elektriğin Türkiye’ye satılması konusunda bir anlaşma da imzalanmıştır.

Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği’nin yoğun baskıları sonucu Ermenistan hükümeti en eski ve en riskli Sovyet teknolojisiyle üretilmiş bu santralin kapatılması konusunda hem fikir olmuş, ancak günümüze kadar santral maalesef kapatılmamıştır. Ermenistan 2007 yılında Metsamor’u kapatacağını ve yeni bir santral inşa edeceğini söylemiştir ama inşaat halen başlamamıştır ve en iyi ihtimalde 2017 yılında tamamlanacaktır. 1973–1979 yıllarında inşa edilen Metsamor Nükleer Santralı, Avrupa Birliği tarafından Doğu Avrupa ve eski Sovyetler Birliği ülkelerinde inşa edilen 66 nükleer reaktör arasında en eski ve en güvensiz model nükleer santral ilan edilmiştir. Dünya tarihindeki en büyük nükleer santral faciası olan Çernobil kazasının Sovyetler Birliği tarafından üretilen benzer bir santralde gerçekleştiği düşünülürse, çevre ülkelerin ve özellikle kuzeydoğu Anadolu’nun karşı karsıya olduğu tehlike ortadadır.

Bölgenin ve ülkemizin genelinin deprem kuşağında olduğu ve hemen hemen her 10 yılda bir büyük depremler yaşadığımız düşünülürse gerek Ermenistan’ın gerekse bizim büyük tehlike altında olduğumuz anlaşılacaktır. 1991’de Erzincan’da, 1999’da Marmara bölgesinde binlerce cana mal olan Kuzeydoğu Anadolu fayının kırılmasıyla oluşmuş depremlerin Iğdır ve Metsamor’da olmaması için hiçbir neden yoktur. Çünkü bu fay ülkemizin en doğusunda güneye doğru bir eğilme yapmakta ve Iğdır bölgesine doğru yön değiştirmektedir. Nitekim 7 Aralık 1988 tarihinde merkez üssü Ermenistan’ın ikinci büyük şehri Gümrü olan 6,9 şiddetinde bir deprem meydana gelmiş, en az 25,000 insan bu depremde hayatını kaybetmiştir.

Bölgede yüksek şiddette olacak bir depremin en eski Sovyet teknolojisiyle yapılmış Metsamor Nükleer Santrali’nde bir radyasyon sızıntısına sebep olması işten bile değildir. Başta Erivan, Iğdır ve Kars illeri olmak üzere en az 1,5 milyon insanın, on binlerce dönüm verimli tarım arazisinin, bölgenin zengin kuş, bitki ve memeli hayvan çeşitliliğinin kalıcı şekilde zarar görmesiyle sonuçlanabilir. Şu an nükleer santralin kapatılmamasıyla Ermenistan ve Türkiye hükümetlerinin almış olduğu risk korkunç boyutlardadır. Hele de bölgenin birinci derece deprem bölgesi olması riski büyük oranlarda arttırmaktadır.

KuzeyDoğa Derneği, Metsamor reaktörünün soğutulması için suyunu kullanıldığı Aras Nehri kenarında, nehrin Ermenistan sınırının geçtiği noktaya 4 km uzakta 2006 yılından beri kuş halkalama çalışmaları yürütmektedir. Edinilen sonuçlar, Güney Afrika Cumhuriyeti’nden Zambiya’ya, Kıbrıs’tan kuzey Rusya’ya kadar birçok kuş türünün göç ederken Aras vadisini göç yolu, dinlenme, beslenme alanı olarak kullandıkları yönündedir. Yine Metsamor Nükleer Santrali’ne yaklaşık 20 km uzaklıkta bulunan ve kışın Iğdır bölgesinin mikro kliması nedeniyle binlerce kuşun kışlama alanı olan Karasu-Aralık sazlıkları da olası bir depremde ya da nükleer kazada ilk etkilenecek bölgelerden biridir. Kars, Ardahan, Ağrı ve Iğdır illerinde doğa koruma ve yaban hayatı araştırma çalışmaları yürüten, başta Arpaçay Kanyonu, Aktaş Gölü ve Karasu-Aralık Sazlıkları olmak üzere sınır ötesi işbirlikleri kurarak bu alanların korunması için çalışan KuzeyDoğa Derneği, Ermenistan’daki cevre kurumlarıyla Metsamor ile ilgili olarak görüşmektedir. KuzeyDoğa Derneği başkanı ve Utah Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Çağan Şekercioğlu Metsamor Nükleer Santrali’ndeki olası tehlikelerle ilgili olarak şunları söyledi:

“Japonya’daki muazzam deprem ve tsunami sonucunda patlayan iki nükleer reaktör gösterdi ki, dünyada depreme karşı en hazırlıklı ülke olan Japonya’da bile, fay hattı üzerindeki bir nükleer santrali depreme karşı 100% güvenli kılmak mümkün olmamaktadır. Planlanan Akkuyu ve Sinop nükleer santrallerinin güvenliğini tartışırken, çoğumuz ülkemizin yanı başında, Iğdır’a 16 km mesafede ve 40 yıllık teknolojiyle inşa edilmiş Metsamor nükleer santralinin çok daha büyük bir tehlike arz ettiğinin farkında değiliz. ABD Jeoloji Enstitüsü’nün (USGS) deprem riski haritasına baktığımızda, Metsamor’un deprem riskinin ve olabilecek depremin boyutunun, İstanbul-Gebze bölgesiyle ayni kategoride olduğunu görüyoruz: Ermenistan vatandaşlarının dahi karsı çıktığı bu nükleer santralin bir an önce kapatılması gerekmektedir yoksa tüm bölge ülkeleri depremle tetiklenen yeni bir nükleer felaketle karsı karsıya kalabilir.

Metsamor’un birinci reaktörünün bir deprem direnç sistemi (seismic resistance system) yoktur. İkinci reaktör ise Richter ölçeğinde 8 şiddetinde bir depreme dayanacak şekilde yapılmıştır. Fakat en tehlikelisi, Japonya’da patlayan reaktörlerin aksine, Metsamor’un nükleer yakıtını koruyacak bir koruma havzasının (containment vessel) olmamasıdır ki bu koruma sistemi Çernobil’de de yoktu. Bu yüzden 2003 yılında Ermeni kimyager ve çevreci Hakob Sanasaryan, Metsamor’un uluslararası nükleer güvenlik standartlarını karşılamadığını belirtmiştir. Japonya’daki tsunami, Fukushima Daichii nükleer reaktörlerinin soğutma pompalarını devre dışı bırakmıştır. Reaktörlerin nükleer yakıtını acilen soğutmak için kullanılan deniz suyunun buharlaşması sonucunda ise reaktörlerin diş cephesi patlamıştır. Ama reaktörün iç çekirdeğini koruyan havza (containment vessel), su ana kadar görevini yapmış ve merkezdeki nükleer yakıt Çernobil’deki gibi eriyerek büyük bir nükleer sızıntı yaşanmamıştır. Benzer bir durumun Metsamor’la yaşanması durumunda, nükleer yakıt havayla temas ederek reaksiyona girecek, çekirdek erimesi hatta patlaması yaşanacak ve yeni bir Çernobil vakası tüm Doğu Anadolu’yu ve çevre ülkeleri etkileyecektir. Öyle ki, zamanın Avrupa Birliği Ermenistan temsilcisi Alexis Louber, Metsamor’un faaliyette olmasını “bir nükleer bombanın sürekli tepemizde dönmesine” benzetmiş…

Kabul etmelisiniz ki, kendi halinde bir gazeteciyim ama duyarlıklarım var ve bu konulara zaman zaman değiniyorum. Ve gene takdir edersiniz ki, hem yaşadıklarım üzerinden hem de internet âleminin geniş çerçevesinden yararlanarak yazıyorum, kimi yazılarımı. Bu da birçok site ve kişiden görüş alınarak, hazırlanmış bir yazıdır. Umarım dikkat çekebilir ve önlemli olmaya çalışırız…