Cumhurbaşkanı, Barolar Birliği Başkanı (TBB) Metin Feyzioğlu “Hayır” kampanyasına katıldığı için kendisine; “Sen şimdi hukuk içerisinde bundan sonra acaba Türkiye'de yönetim içinde bulunanlarla nasıl bir araya geleceksin? Sen bir defa benim kapımı çalamazsın. Kapattım kapıyı. Sen Barolar Birliği'nin Başkanısın. Yani hukuk nedir bunu bildiğini iddia eden bir kurumun başkanısın. Böyle bir şey yapamazsın” diyor. (1)

Bu, diğer bir deyişle, “benim gibi düşünmeyene devletin kapısı kapanmıştır/kapanacaktır” demenin farklı bir ifadesi.

Referandumu yaklaşan Anayasa değişikliği sonrasında nasıl bir devlet yapısı ile karşılaşacağımızın da göstergesi!

Cumhurbaşkanlığı, devletin en üst kademesi.

Yapılması düşünülen Anayasa değişikliği ile bu makam daha da güçlenecek, devleti tek başına yürütebilecek bir güce ulaşacak.

Bu ifadelere baktığımızda, bu makamın, bu makamla birlikte tüm devlet kapılarının, kendisi gibi düşünmeyenlere kapanacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Anayasa değişikliği gibi tamamı hukuku ilgilendiren bir konuda, ilk konuşması, düşüncelerini açıklaması gereken kurum olan TBB’nin bu konudaki çalışmalarına bile tahammül kalmamış görünüyor.

Ülke genelinde “Hayır” adına açıktan yürütülen/yürütülebilen bir kampanya yok gibi. CHP’nin hayır kampanyası bile engelleniyor. Engelleyenlere polis müdahalede bulunmuyor. Öylesi garip ve garabet bir referandum sürecindeyiz.

Neresinden tutsak elimizde kalacak yönetilme şekli içerisinde şaşkınlığı veya garipsemeyi çoktan aştık.

Referandumun savunulacak yeri kalmadığından yönümüzü Avrupa’ya çevirdik. Diplomasi yerlerde!

Devletin bir Bakanı, karayolu ile gittiği Hollanda’da yolu polisler tarafından kesildiğinde, bir diplomata yakışır şekilde, kendisi için güvenli bir yer talep edip, ardından Dışişleri bakanlığını devreye sokarak, dışişlerinin diplomasi yoluyla sorunu çözmesini beklemek yerine, yolu kesen polislerle tartışmaya giriyor.

Yolu kesen polisin, istedikleri konusunda karar verme yetkisi varmış gibi!

Önce Almanya, sonra Hollanda’da yaşanan krizlerin kaynağı ise iktidarın kendisi!

Yurtdışında ve temsilciliklerde seçim propagandasını yasaklayan da yasağa uymayan da mevcut iktidar.

Yurtdışında seçim propagandası yasak olmasına rağmen yasaları çiğneyerek, yurt dışında propaganda yapmak için bu konuda ısrarcı olan, Almanya, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerini zor durumda bırakan da kendisi.

Bu ısrarlarda amaç, oralarda yaşayan vatandaşlarımızı ikna edebilmek çabası değil, yapılan gösteriyle ve çıkarılan gürültüyle ülke içerisinde yaşanan hukuksuzlukları gizleme çabasından başka bir şey değil!

Evet dışında bir sonuç çıkmaması için yapılmayan kalmadı. Yüksek Seçim Kurulu bile devre dışı bırakıldı.

Doğu ve güneydoğuda sandık görevlilerinin bile Kayyum tarafından atanacak olması gibi hukuksuzluklar diz boyu oldu.

“Hayır” kampanyası yapılamıyor. Bu konuda bildiri dağıtanlar bile tutuklanabiliyor!

Hayır diyecekler başından beri, iktidar tarafından terörist, darbeci veya FETÖ’cü olarak ilan edildi ve bu tür damgalamada durmak yok!

Hayır demek, sadece resmi anlamda yasaklanmadı!

Tek sonuçlu referanduma gidiyoruz gibi.

Referandumda Anayasa değişikliğinin kabul edilmemesi gibi bir seçeneğin yaşamdan silinmesi için gösterilen çabalara baktığımızda, bu çabanın arkasındaki güçlerin de başka seçeneklerinin kalmadığını görebiliyoruz.

Avrupa birliğine girme şansı kalmadı

Suriye’de var olma şansı da, Amerika’nın son tavırları ve asker göndermesiyle bitti.

Ülke içerisinde satılabilecek mal kalmadı.

Kalanlar Varlık fonuna devredildi.

“Sünnetini, düğününü burada yap, komşunu da kap gel” diyecek durumlardayız.

Döviz rezervlerinin geleceğini, döviz bozduran vatandaşa bağladık ki söylentilere bakılırsa, kısa vadeli dış borcun ödemelerini yapabilecek kadar dövizimizin olmadığı söyleniyor.

Tam anlamıyla içeriğini bilmesek de ekonominin iyiye gitmediğini, açıklanan ve her geçen gün artan işsizlik oranlarıyla bile anlayabiliyoruz. Artan işsizlik bir tarafıyla yeni yatırımların olmadığını, diğer tarafıyla da ekonominin en iyi tahminle küçülmeye çalıştığını gösteriyor ki bu da sorun var demenin yüksek sesle ilan edilmesidir.

Ekonomik düzeyleriyle bizleri birkaç kez katlayan ülkelere karşı özellikle de “ekonomik yaptırımdan” bahsetmek, en azından, bu sinir bozucu atmosferi soluyan bizleri gülümseterek katkıda bulunuyor elbette.

Yeni yatırımlar yapmadan, yatırım yapacak imkanlar sunmadan, işverenlere verilen emirlerle istihdam sorununu çözmeye çalışan iktidar, yaşanılan kaosu bir nebze unutturabilmek için de her şeyi göze alarak, diplomasi dilini de unutup Avrupa ile hır çıkarmayı başardı.

Ülke içerisinde yaşanan hukuksuzluklar belki halkın görmemesi için gizlenebilir ama karşımızdaki devletleri ve iktidarlarını bu anlamda küçümsemek çok akıllıca olmaz.

İçeride uygulanan anti demokratik uygulamalara rağmen Avrupa ülkelerini Nazizm ile suçlamak ne kadar akıllıcadır?

Sadece “hayır” bildirisi dağıttıkları için kendilerine şiddet uygulanarak gözaltına alınanlar yokmuş, “hayır diyenler teröristlerle beraberdir” dememiş gibi davranıp, yasal olarak hakkınız olmadığı halde seçim propagandası için izin istemek, basit toplantılar düzenleterek propaganda yapmaya çalışmak ve engellenince de feryatlar içerisinde mağdur’u oynamak ne kadar gerçekçi oluyor?

Acaba, bu uygulamalar içerisinde olan yetkililer, yapılanlara ne kadar inanıyor?

Bu konudaki son nokrayı Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk koydu.

Türkiye-Hollanda arasındaki siyasi krize ilişkin yaptığı açıklamada "Eğer biri Rotterdam'da faşizm görüyorsa gerçeklikle bağı kopmuştur" dedi. (2)

Üzerimize daha fazla kapı kapanmadan sorunların çözülmesi umuduyla…

__________________________

1.http://t24.com.tr/haber/feyzioglundan-erdogana-saldiri-dozu-artti-akil-ve-mantik-olcusu-iyice-sasti,393611

2.http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/699136/AB_den_Erdogan_a_sert_cikis__Gerceklikle_bagi_kopmus.html