Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Başkanı Kamuran Yüksek, medyada kendileriyle ilgili yürütülen tartışmalarda kendilerine söz hakkı verilmemesine dair açıklamalarda bulundu.

Demokrasi mücadelesi vermeye devam edeceklerini ifade eden Yüksek, HDP ve DBP temsilcilerine yer verilmiyor. Bu durum keskin ve objektif yayının ihlali anlamına geliyor. DBP’li belediyelerimiz ve HDP milletvekilleri televizyonlarda tartışılıyor ama bir tanesi de ‘bunları da televizyonlara alalım acaba bunlar ne diyor’ demiyor. Gerçekten bu konuda medya, demokrasi ve tarafsızlık açısından şu an sınıfta kalmış durumda.” ifadelerini kullandı.

7 Haziran’dan sonra gelişen savaş sürecini değerlendiren Yüksek, “Biz hiçbir zaman Çözüm Süreci’nin bitmesini istemedik. Biz annelere, gençlere, kadınlara ve halka demokratik zemin üzerinde kalıp mücadele edeceğimizin sözünü vermişiz” dedi.

Hacı Bişkin’in Gazete Duvar’daki haberine göre Kamuran Yüksek’in açıklamaları şöyle:

‘ÇÖZÜM SÜRECİNİN BİTMESİNİ İSTEMEDİK’

Biz hiçbir zaman çözüm sürecinin bitmesini istemedik. Her zaman çözüm sürecinin devam etmesi ve nihayete ermesi gerektiğine inandık. Çünkü bu ülkede gerçekten çok fazla acılar yaşandı. Kürt ve Türk halkı, Türkiye’de yaşayan bütün kesimler herkes çok fazla acılar çekti. Bu sorunun adı da ‘Kürt Sorunu’ diye konuldu. Hak ve özgürlükler konusunda doğru ve haklı taleplerin de olduğu açıkça kabul edildi. Şimdi bunun neticesinde sorunu çözmek ve şiddetten arındırılması gerekiyordu. Fakat sonlandırılmadı ve neticede bir buçuk yıldır çatışmalı dönem yaşanıyor.

Bu çatışmalı dönemin bilançosu ortada. Binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlerce insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Türkiye’nin tamamı bu süreçten etkileniyor. Yaşanan ekonomik kriz sosyal bunalım ortada. Türkiye’de şu an hiç kimse hayatından memnun değil. Bunun böyle devam etmesi bu toplumun ve ülkenin kaderi olmamalı. İnsanlar böyle yaşamak zorunda değil.

‘TÜRKİYE HEM İÇERİDE HEM DE DIŞARIDA KAN KAYBEDİYOR’

Yine şunu da belirtmek gerekir: Türkiye bölgede izole edilmeye başlandı. Türkiye, ne Suriye ne Irak ne de başka hiçbir komşu ülkedeki soruna müdahale edemeyecek konuma geldi. Bütün bunlar Kürt sorunuyla bağlantılıdır. Hükümetin Kürt Sorunu ile ilgili politikasındaki tutum değişikliği buna en büyük engel teşkil ediyor. Bugün eğer Türkiye bir Rakka operasyonunun dışındaysa, Suriye’de, Irak’ta ve Ortadoğu’da aktif bir belirleyici noktada değilse ve aktif bir rol oynamıyorsa bunun nedeni aslında Kürtlerle ittifak kurmak yerine karşısına almış olmasıdır.

Bu nedenle Türkiye hem içeride hem de dışarıda kan kaybediyor. Bu gidişatın ne Kürtlere, ne Türklere, ne de Türkiye’de yaşayan başka halklara faydası yoktur. Büyük bir milliyetçi dalgayla şoven duygular çerçevesinde belediyelere kayyım atanıyor, milletvekilleri tutuklanıyor, sanki bu durum Türkiye’yi düze çıkarıyor gibi gösterilse de bize göre bu durum Türkiye’yi felakete götürüyor.

Bu felaketin kıyısından dönülmesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye’nin uçuruma yuvarlanmaması gerektiğine inanıyoruz. Bu gidişatın gerçekten bekledikleri gibi bir yarar sağlamayacağı kanaatindeyiz. Belki AK Parti bunu, “7 Haziran öncesi Barış ve Çözüm Süreci zemininde kısmi demokratik ortamda güç kaybettik” diye yapıyor olabilir.

Çünkü AK Parti 7 Haziran’da tek başına iktidar olma gücünü kaybetti. Demokratik bir zeminde eğer doğru bir siyaset izlenirse birçok parti ile birlikte ülke yönetimi söz konusu olabilir. İlla ki AK Parti’nin tek başına iktidar olması ve düşündüğü sistemi hayata geçirmesi elzem değil ki. Kendisinden önce bu halkı ve Türkiye’nin geleceğinin düşünülmesi gerekiyor.

‘MÜCADELE EDECEĞİZ ÇÜNKÜ SÖZÜMÜZ VAR’

Bir süre sonra görecekler ki yarattıkları bu ortam kendi başlarına bela olmaya başlayacak. Bu süreç kendi ayaklarına dolanmaya başlayacak. İktidarlarını da kaybedecekler. Bir an önce bu hataların tamamından dönülmesi gerektiğini düşünüyoruz ve belediyeler başta olmak üzere tutuklanan milletvekillerimiz, DBP ve HDP eş genel başkanları ve partililerimizin tümünün derhal serbest bırakılması ve yeniden bir politika değişikliğine gidilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bu yol ne Türkiye ne de bölge açısından doğru bir yol değil. Bu açıdan buranın altını kuvvetle çizmek istiyorum Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde Kürt sorununun çözümü yaklaşımı içerisindeyiz. Bunun iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Aynı zamanda bunu halkımıza da danışıyoruz. Bu kadar yönelim varken ve demokratik siyasete saldırı yapılıyorken biz de demokratik zemin üzerinde kalıp mücadele edeceğiz. Çünkü biz annelere, gençlere, kadınlara ve halka, bu sorunu demokratik zeminde çözeceğimize ilişkin söz vermişiz. Bunun çabası içerisinde olacağımızı söylemek istiyorum. Bu noktada da durmak istiyoruz fakat bu zeminden itilip uzaklaştırılıyoruz.

‘KAYYIM İÇİN SANDIK KURSUNLAR’

Eğer gerçekten halkın desteği var mı yok mu diye bilmek istiyorlarsa kursunlar sandığı halk gider sandık başına oy kullanır. Destek kesilmiş mi kesilmemiş mi belli olur. Bizim söylemek istediğimiz şey budur. Kayyum atamak bir zorbalıktır. Seçilmişten gelen meşru bir iradenin ortadan kaldırılması kabul edilemez. Yayınlanan bir Kanun Hükmünde Kararname ve çıkardıkları bir torba yasaya dayanarak zorla uygulanan bir durum var. Şu an belediye binalarına baktığımızda neredeyse polis merkezlerine dönüştürülmüş durumda.

Bu belediyeler halkın kurumu. Belediyelerin etrafları barikatlarla çevirip neredeyse emniyet müdürlüğüne dönüştürmüşler. Oysa buradan halka hizmet yapmaları gerekiyor. Bizim belediyelerimize ilişkin ortaya koydukları bütün iddiaların asılsız olduğu ortaya çıktı. Belediyelerimizin belediyecilik faaliyetleri yapmadıkları illegal silahlı yapılara gazete manşetlerinde verdikleri haberlerle hiçbir alakası olmadığı gün gibi ortada. Şu ana kadar görevden alınan hiçbir belediye başkanımız hakkında somut olarak bu konuda yöneltilmiş bir konu yoktur.

‘YALAN UYDURUYORLAR’

Hükümet yanlısı basın yayın organları ve hükümet yetkilileri kayyum atamaları üzerinden büyük yalanlar uyduruyorlar. Bugüne kadar 30 belediyemize kayyum atandı. Buradaki halk sanki dört gözle kayyum bekliyormuş ve böyle bir şey istiyormuş gibi yalanlar uyduruyorlar. Eğer ki öyleyse buyursunlar halka ‘kayyum istiyor musunuz’ sorusunu sorarak bir referandum yapalım. Halk kayyum istiyor diye üç beş tane kendi taraftarlarını medyada servis ediyorlar ve bunun üzerinden yalan söylüyorlar.

“Halk desteği bitti DBP ve HDP’yi halk desteklemiyor” şeklinde büyük bir yaygara koparıyorlar. Biz de diyoruz ki halk desteğinin bittiğini nereden uyduruyorsunuz? “Miting ve toplantılarına katılım gibi değil” diyorlar. Bunun sebebini hiç merak ettiler mi acaba? Evet değil çünkü çok büyük bir baskı ve OHAL var. Bir kere sokağa çıkmak yasak hale getirilmiş.

Öte yandan OHAL nedeniyle gösteri, yürüyüş ve her türlü basın açıklaması yasaklanmış durumda. Neredeyse bütün bölge illerinde durum böyleyken diyorlar ki “halk neden çıkmıyor”? E yasaklamışlar zaten, her türlü gösteri ve toplanmanın yasak olduğuna dair valiler belirli aralıklar kararlar alıyor. Bu koşullarda insanlar toplandığı zaman her türlü baskı, cop, gaz ve şiddet uygulanıyorken, tutuklamalar oluyorken insanların mitinglere ve toplantılara gelmemesini de kalkıp bu sefer ‘destek kesildi’ diye anlatmaya çalışıyorlar.

Hakikatın ve gerçeğin ortaya çıkması ancak objektif yaklaşmakla gerçekleşir. Bütün tarafların ve görüşlerin objektif olarak yansımasıyla topluma gerçek bir hizmet yapılmış olur. Ana akım ve bütün medya organlarının objektif ve tarafsız yayıncılık yapmaları gerekiyor. Uzun süredir televizyonlarda HDP ve DBP temsilcilerine yer verilmiyor. Bu durum keskin ve objektif yayının ihlali anlamına geliyor.

DBP’li belediyelerimiz ve HDP milletvekilleri televizyonlarda tartışılıyor ama bir tanesi de ‘bunları da televizyonlara alalım acaba bunlar ne diyor’ demiyor. Gerçekten bu konuda medya, demokrasi ve tarafsızlık açısından şu an sınıfta kalmış durumda. Büyük bir yanlış içerisindeler. Bu yanlıştan vazgeçmeleri gerekiyor. Eğer topluma objektif ve ilkeli haber yapıyoruz iddialarında bulunuyorlarsa kesinlikle bizim de görüşlerimizin yansıması lazım. Her türlü suçla suçlanıyoruz, tek taraflı vurgular yapılıyor.