Kahveler ki şehrin tarihidir. Kahveler ki, şehirlerle yaşıttır. Kahveler ki, şehrin aynasıdır. Kahveler ki, şehrin kelamıdır.

Gerçeğin dile geldiği yerdir, Anadolu’da kahveler…

Kars Arpaçay’da Süleyman’ın kahvesi hala açık mıdır acaba?

Arpaçay ne ki, üç adımlık çarşı ve uzak çok uzak bir yurt. Kars değil de Arpaçay uzak olan.

Uzak en çok Arpaçay’a yakışır. Öyle bir ıssızlık duygusundan kahrolabilir insan.

Bir nehir berisindedir Arpaçay, eh biraz serinlik getirse de nehir, felaket sıcaklarla baş etmek ancak Süleyman’ın asma altı kahvesinde mümkün.  

İnsanlar gazeteleri ölüm ilanlarına dek okur, televizyon haberlerini kaçırmaz. Hiç susmayan televizyon olmasa bu ıssızlık ile nasıl baş edilir. Bunu Derinkuyu’da Asım abi demişti. “Televizyon dünya ile kurduğumuz tek bağ bu uzak bozkırda”

Neyse bir öğleden sonra Arpaçay hayali ile yanıp tutuşuyorum nedense. Şimdi demli çaylardan bıkmış ağız tatlarının dile getirdiği sözleri merak ediyorum.

Ve en çok şu soruyu sormak isterdim.

Abiler bu hal ne biçim hal? Anlatın hele. Anlatın da bilelim.

Azdavay yağmurlu bir şehirdir. Ilgaz, İnebolu bir yana, Azdavay, Taşköprü bir yanadır. Zamanın hızlı akışının farkında olmasa da orada yaşayan, bilir o ilçelerden yolu geçen yolcular. Zaman, ormanların getirdiği yağmur kadar hızlıdır.

Yağmur asla yağmur yağmur değildir orada. Yağmur rahmettir Azdavay’da.

Söyle bana en kahveci Hasan Abi.  Şu Ecevit dağları, şu Küre madenleri, şu güzelim yeşil doğa, şu hayat içinde zaman neden hızlı akar? Filozof Hasan’ın kahvesi hala açık mıdır bilmem ama inanıyorum ki Heidegger burada bir çay içmiş olsaydı, zamana başka bir tanım getirirdi muhakkak.

Filozof Hasan yaşıyor musun? 21 yaşındaydım o zamanlar.  Heidegger okuyan bir kahveci bulmak ne acayip bir şey. Hep sorardın ya abi ben ne bileyim Heidegger, maydeger hayatımda okumadım ki.

Ne bileyim abi; Hegel, Kant, Decartes, Aristoles duymuşuz bir yerlerden sadece.

Sen ise hepsini bilirdin. Ne çok tanıştırmak istemiştim seni Ahmet İnam Hoca ve Sarı Ali ile. Geceler, gündüzler zaman boyunca felsefe konuşurdunuz.

Hayır hayır unuttum sanma Kilimli seni. Hele Zonguldak Fener mahallesini.

İşçilere dağıtılan bildirileri iyice okuyup, sonra onları yakıp, küllerini toprağa gömen kahveci Rüstem abi, getir bir demli çay.

O bildirilerdeki kelam yeşerecek elbet topraklarımızda Rüstem abi…

“12 Eylül geldi, aldılar bizim herifi, uzun yıllar tuttular onu Mamak’ta, madenci yürüdü, yine aldılar bizim herifi, yıl oldu 2000 hala alıyorlar bizim herifi” diye dertlenen ve bu durumun manasını çözemeyen eşinin isyanını hatırlıyorum.

Sonra ekliyor eşi; “Hep okumaktan bu belalar başımızda, hep okumaktan” diyor.

Yaşlı başlı Devrimci Yolcular tanıdım Anadolu’da. Oğuzhan ağabeyleri gelecek “Hadi nerede kaldık, toparlanıyoruz” diyecek.

Başkalarının anlamayacağı bir güven ve kesin inançla. Hürmet edilesi bir kararlılık. Hürmet edilesi bir varoluş şekli.

Godot beklemek önemli bir meziyettir. Umut olmazsa, nasıl yaşar insan…

Zonguldak kadim şehir. Elbette direnecek şehir. Vermeyecek en güzel mahallesini Fener’ini, Sultanın oğluna.

Biliyorum ki şu an Kilimli’de madene inen her adamın aklında, Fener mahallesini nasıl kurtaracağız düşüncesi var.

Zonguldak’ta Fener bir şehrin ortak hafızasıdır. Bu şehirde insanlar illa ki ilk sevdalığını bu kayalara getirmiş ve deryaya bakarak hayallere dalmıştır.

Dünya döndükçe vardı bu yerler. Öyle kalacak, kendi tabiatıyla ve ruhuyla.  

Pamukova’da ıhlamur ağacının dibinde bir kahve. Ihlamur kokar masalar.

Pamukova bir kavşaktır esasında. Kahveyi de kime sorsanız gösterir. Adresi basit; Ihlamur ağacının altındaki kahve, Ihlamur kokan kahve…

İstanbul’a gider arabalar, kamyonlar, trenler. Yolcular kalabalık, telaşlı. Pamukova sadece bir handır. Bakidir.

Gözlerim kapalı, Soma kahvelerini düşünüyorum. Bu sıcak öğle sonrasında Soma’da akan hayatı.

Ey şehir! Ey işçilerin şehri! Madenlerini, köylerini, zeytin ağaçlarını ve illa ki kahvelerini özlediğim şehir. Bu sıcak öğle sonrası neler yaşıyorsun?

Soma’da tüm kahveler işçi kahvesidir. İşçi dediysek madenci değil sadece, çapası var, meyvası var, toprağı var, fabrikası var, demiryolu işçisi var. Var da, var.

Soma işte. İnsana da, kurda, kuşa da rızk veren şehir.

Tarık Akan kadar yakışıklı, Tarık Akan kadar uzun boyludur, Tarık abim. Kahvesi ise 24 saat açık. Sosyal Haklar Derneği’nin hemen dibinde.

Anlat hele memleketin gidişatını?  Ne durumdayız? Anlat hele, hangi madende, ne var, ne yok? 24 saat yaşayan şehir, uyumayan şehir, herkese ekmek bulunan şehir, söyle umut var mı?

Soma maden katliamında ölenlerin yakınları Ankara’ya yürümüş. Bir günde kaç müdahale görmüş.

Polis onlara sizi süpürürüz demiş.

Demek yürüdüler sonunda de mi Tarık abi. Yürümek iyidir, hareket iyidir. Karşı durmak iyidir, hak aramak iyidir.

Hareketin umutla bilfiil bağı vardır.

Umut ise Neşet Ertaş türküleri kadar bakidir Anadolu’da.