Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), 01 Mayıs 2011'de imzaya açıldı. Sözleşme, bugüne değin insanlık tarihinde, kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin en kapsamlı tanımlamaları yaparak, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, erkek şiddetinin önlenmesi, şiddete karşı önlemlerin alınması konularında taraf devletlere pek çok yükümlülük getiren, kadın haklarıyla ilgili en kapsamlı düzenlemeler yapan uluslararası bir belge.

Bugüne değin 34 Avrupa ülkesi bu sözleşmeyi imzalayarak uygulamaya başlamış bulunmakta.

İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacısı olan Türkiye Cumhuriyeti, Resmi Gazete'de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle 20.03.0321 tarihinde, sözleşmeden çekilme kararı aldı.

Kadın haklarını yok etme çabası

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, kadın haklarını yok etmeye çabalayanların, kendilerine göre önemli bir adımı.

Suudi Arabistan Krallığı, İran İslam Cumhuriyeti, benzer İslam ülkeleri, binlerce yıldır kısıtladıkları kadın haklarını esneterek, kadın özgürlüğüne doğru, Türkiye Cumhuriyeti kör topal uygulanan özgürlükleri kısıtlayarak kadınların köleleşmesine doğru gitmekte.

Kadınların eşit hak, özgürlük, şiddete karşı savaşımlarını kırma girişimi olarak çok geri bir adım atıldığı açık.

Toplumun dinci, en gerici, en ulusalcı güçlerinin desteğini almak için bu adımın atıldığını anlamak güç değil.

Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi)’nden geri adım atmak, 34 Avrupa Birliği üyesini bir yana bırakın, İslam ülkelerini bile sollayacak bir geri adım.

Sözleşmenin özü, kadına şiddetin, aile içi şiddetin önlenmesi. Şiddeti üreten zihniyeti ortadan kaldırmaya yönelik bir düzenleme. Bu sözleşmeye karşı çıkmak kadına şiddet, aile içi şiddet uygulamalarına çanak tutmaktır. Bu sözleşmeye karşı çıkmaya haklı bir gerekçe gösterilemez.

Kutuplaşma

Sözleşmenin kutuplaşmaya neden olduğu ileri sürülmekte. Kutuplaşmayı yaratanlar kendileri.

Sözleşmenin kaldırılması kararı ülkeyi kaba çizgileriyle ikiye böldü. İnsan hak ve özgürlüklerinden, uygarlaşmadan yana olanlarla, dinsel doğmalardan, tutuculuklardan, gerici yapılanmalardan yana olanlar karşı karşıya geldi.

Kadının özgürleşmesini, insan hak ve özgürlüklerinden yararlanma aşamasına geçmesini isteyenlerle, erkeklere hizmetçi, tutsaklar olarak yaşamalarını isteyen iki kesim atışmaya başladı.

Kadın haklarının yaşama geçmesi, kadınların özgürleşebilmesi için uluslararası sözleşmelerin değil güçlü iç hukuk düzenlemelerinin olması gerektiği öne sürülmekte. Uluslararası sözleşmeleri uygulamayanlar, iç hukuk düzenlemelerini hiç uygulamazlar. İç hukuk düzenlemeleri, insanlığın birikiminin ürünü olan uluslararası düzenlemelerden daha kapsamlı olamaz.

Sözleşme uygulanmamaktaydı. Kağıt üzerinde kalması bile canlarını sıktı. Bu girişimle uygarlığa adım atılacak yasaları ortadan kaldırıp şeriat yasalarını getirme girişimi peşinde olduklarını gösterdiler.

Sözleşmeninin12. maddesinin 1. bendinde, sözleşmeyi imzalayan taraf devletlere şu yükümlülükler getirilmiş bulunuyor:

“Madde 12 – Genel yükümlülükler

1. Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır”.

Bu maddede saptanan yükümlülüklerin kaldırılması değil, daha kurumsallaşmasını, kök salmasını isteyen düşünce yapılarının oluşması gerekirdi. Sözleşmeye neden karşı çıkıldığı anlaşılmayacak bir durum değil.

Kadının erkekler karşısında edilgen yaratıklar olmalarını sağlamaya çalışan inançların, önyargıların, törelerin, geleneklerin, erkek egemen yapının, erkeklerden yana olan uygulamalarının kaldırılması, insan hak ve özgülüklerini tanımak işlerine gelmeyen baskıcı yönetimlerin uykularını kaçırır. Bu düşünce sistemine göre, erkeklere kulluk görevi görecek kadınlar daha aşağı düzeyde tutulmalılar.

Kadına, aile yuvası içinde yaşayan bireylere her türlü kaba güç kullanmayı önlemek, insan ilişkilerinin söz konusu olduğu tüm yaşam alanlarında gücün değil, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun egemenliğini sağlamak, yalnız bu ülkenin, bu anakaranın (kıtanın) değil tüm insanlığın en önemli görevleri arasında.

Bu tür gerici, umut kırıcı, yıkıcı çabalar, kadınların güçlerini insanlıkla el ele vererek atlatılabilir.