Zamana yolculuğun tartışıldığı günümüzde kocaya itaat et, rahat et, dayak atmasına izin ver, çocuk istismarına göz yum diyenlere cevap veren kadınların ayağa kalktığı 25 Kasımlar, tüm insanlığın kurtuluşu mücadelesinde önemli bir kilometre taşıdır.

Kadınlar tüm dünyada 25 Kasımı Kadınlara Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak eylemlerle alanlarda kitlesel şekilde kutladılar.

Ortalama olarak günde üç kadının eşleri, sevgilileri, ağabeyleri, amcaları, dayıları... kısacası en yakınları erkekler tarafından katledildiği ülkemizde bu vahşeti bitirmenin tek yolunun bu düzeni değiştirmek olduğunun bilincinde kadınlar. Şiddetin kaynağının içinde yaşanılan düzen olduğunu ifade eden kadınlar, bu düzenin erkek eliyle kurulduğu ve erkek egemen bu toplumsal düzenin kadınları yok saydığı düşüncesindeler. Ancak ben burada teorik bağlamda sorun olduğu kanısındayım. Ülkemiz dahil dünyanın tümünde erkek egemen düzenin olduğu noktasında bir sorun yok. Fakat düzenin tamamen erkek eliyle kurulduğu gibi bir açıklama doğru değildir.

Sosyolojik olarak bakıldığında insanlığın bugüne kadar yaşamış olduğu beş toplumsal evre vardır. Bunlar, İlkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum ve sosyalist toplum. İnsanlığın yetmiş yıl deneyimini yaşadığı sosyalizm, çeşitli nedenlerle ''başarısızlıklar'' sonucu yeniden kapitalist sisteme geri dönmüştür. İnsanlık, yaşadığı hangi toplumsal sistemi sadece erkek eliyle kurmuştur? Dolayısıyla toplumda yaşanan tüm kötülüklerin kaynağı erkeklerdir diyebilir miyiz? Hiç unutmam yıllar önce feminizmin tartışıldığı geniş katılımlı bir panelde sosyalizmi savunduğumda, feminist dostlarımız sosyalizmin insanlığın yarısının hiçbir sorununu çözmemiştir mealinde sosyalizmi eleştirmişlerdi. Sosyalizm de , diğer toplumlar da eleştirilir elbette. Ancak sosyalizm, insanlığın yarısı diye tarif ettikleri kadınların sorunlarını çözmedi de diğer yarısı erkeklerin sorunlarını çözmüş mü oldu?

Her ne kadar başlı başına başka bir veya birkaç yazının konusu olsa da, bir iki cümle ile ifade edecek olursak; Sosyalizmin, kapitalizmden siyasi iktidarı devrim yoluyla ele geçirdikten sonra kendi sosyo - ekonomik projesini uygulamaktaki yetersizlikleri, deneyimsizlikleri veya uluslararası emperyalist kapitalist sistemin içten ve dıştan saldırılarının sonucu yıkılması ile yeniden kapitalist sisteme geri dönüşü tüm insanlık için hazin bir gelişmedir. Sosyalizmden kapitalist sömürü sistemine geri dönüşten erkekler de kadınlar da zarar görmüştür. Zira, kapitalist toplum sınıflı bir toplumdur ve sınıflı toplumlarda sömürünün, ezilmenin, aşağılanmanın cinsiyeti olmaz.

Konuyu dağıtmadan yazımızın asıl konusuna gelecek olursak, ülkemiz gibi, sosyo-ekonomik anlamda geri kapitalist, özellikle son yıllarda egemen olan dini gericiliğin kadınların sosyal yaşamdaki belirleyici etkisi kadınların daha fazla ezilmesini, aşağılanmasını ve hatta katledilmesini, katledenlerin bizzat devlet tarafından korunup, kollanması, kadın katillerinin iyi halden az ceza almaları, çok sık afların varlığı... bütün bunlar kadın cinayetlerinin adeta ''meşruiyetini'' sağlamıştır. Örneğin Almanya'da, İsviçre'de, İngiltere'de, Hollanda'da neden kadın cinayetleri söz konusu değildir? Evet söz konusu ülkelerdeki toplumsal yapının adı bizdeki gibi kapitalizmdir. Oralarda da kadın olsun, erkek olsun insanlar iliğine kadar sömürülmektedir. Ama söz konusu kapitalist ülkelerde toplumsal düşün dünyasının belirleyici unsuru din değildir. Feodal, dini gericiliğe karşı iki yüz yıl evvel insanlığın başardığı laik, özgür yaşam felsefesinin düşün dünyasındaki belirleyiciliği, dini bir yaşam biçimi olarak değil, bir ibadet biçimi olarak insanlar tarafından algılanmasını sağlamıştır. Bizde ise en yetkili devlet görevlileri dahil toplumun tüm kanaat önderleri olsun, ailedeki büyüklere kadar toplumsal hayata yön verenler tarafından dinin emirleri topluma dayatılmaktadır. Zira, gerek İslam ayetlerinin ve gerekse diğer dinlerin emirlerinin birçoğunda kadının ezilmesi, horlanması, dövülmesi ve hatta öldürülmesi çok normaldir.

Kadını sürekli ötekileştiren, çalışma hayatından koparmayı amaçlayan ve erkeğin bir malı olarak gören hayata bakış tarzının mevcut erkek egemen kapitalist toplum yapısına eklemlenmesi, toplumdaki cins ayrımcılığını ve akabinde kadın katliamlarına kadar varan eşitsizliğe temel teşkil etmiştir.

İnsan yaşamında düşün dünyasının niteliği en önemli belirleyici faktörler arasındadır. Ekonomik olarak çok malınız mülkünüz olabilir. Ancak insanlığın düşünce tarihi sürecinden neyi ne kadar algıladığınız, sizin insani niteliğinizin asıl belirleyenidir. Örneğin 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nün oluşumu da sınıfsal mücadele sürecinin bir sonucudur.

Neden 25 Kasım? Hafızalarımızı tazeleyelim:

Patria, Minerva ve Maria Teres, Karayipler' in yoksul ülkesi Dominik Cumhuriyeti'nde otuz yıl süren diktatörlüğe karşı canları pahasına mücadele veren üç kız kardeştir. Bütün amaçları kendilerinin de yaşadığı baskı ve zulmün son bulmasıdır. Mirabal Kardeşler, Rafael Leonidas Truijillo diktatörlüğünün yıkılması için aileleriyle birlikte verdikleri mücadelede çok ağır bedeller ödediler. Hapsedildiler, tutuklandılar, ağır işkencelere maruz kaldılar. Yine de mücadelelerinden hiçbir şey kaybetmediler. Bütün varlıklarıyla diktatörlüğe meydan okudular.

Eşleriyle birlikte kendilerinin de kurucuları arasında yer aldıkları 14 Haziran Hareketi'yle ülke çapında Trujillo faşizmine karşı savaştılar. Kanlı faşist diktatörlüğün yıkılması için mücadele verirken 25 Kasım 1960 tarihinde tecavüz edilip öldürüldüler. Cansız bedenleri bir uçurumun dibinde bulundu. Trujillo'nun '' ülkenin en büyük sorunu Mirabal Kardeşlerdir'' şeklindeki konuşmasını yaptıktan 23 gün sonra öldürüldüklerinde Mirabal kız kardeşler 25, 35 ve 36 yaşlarındaydılar.

Dominik'teki Trujillo faşist diktatörlüğünün yıkılmasında büyük rol oynayan, bedelini hayatlarıyla ödeyen üç kız kardeşin katledilmesi ertesi gün basında ''araba kazası'' olarak kayıtlara geçti. Ancak diktatörlüğün bu aşağılık yalanı kimseyi inandırmadı. Mirabal Kardeşler, o günden sonra kadınların devlet ve erkek şiddetine karşı mücadelelerinde sembol isimler olarak ölümsüzleştiler.

Ölümsüz Kelebekler olarak anılan Mirabal Kardeşler, Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nün sembolü oldular. 1981'de Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı'nda Mirabal Kardeşlerin öldürüldükleri gün olan 25 Kasım, Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü olarak kabul edildi. Daha sonra Birleşmiş Milletler de 17 Aralık 1999'da, 25 Kasım'ın ''Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Mücadele Günü'' olarak benimsenmesine karar verdi.

Sonuç olarak, kadına yönelik şiddete karşı mücadele, toplumsal olarak sınıfsal mücadeleden, kısacası bir bütün olarak özgürlük, demokrasi, adalet, hak , hukuk, eşitlik mücadelesinden ayrı tutulamayacağı gibi onun vazgeçilmez bir parçasıdır. Mirabal Kardeşler eşleriyle birlikte kurdukları 14 Haziran Hareketi ile faşist diktatörlerine karşı mücadelelerinde bunun en güzel örneğini vermişlerdir.