Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve eski bölüm başkanı Profesör Dr. Büşra Ersanlı, Türkiye, Balkanlar ve Avrasya dünyası üzerine yaptığı çok sayıda çalışmayla Türkiye'de ve uluslararası akademik çevrelerde tanınan saygın bir bilim insanıdır.

Siyaset biliminden uluslararası ilişkilere, toplumsal cinsiyet çalışmalarından tarih yazımına, milliyetçilik ve kimlik meselelerinden toplumsal hareketlere uzanan çok geniş bir alanda üretim yapan Ersanlı, her zaman disiplinler arası bir yaklaşımı tercih etmiştir.

Ersanlı bir akademisyen olarak çalıştığı alanların gelişmesine öncü çalışmalarıyla katkıda bulunmanın yanı sıra, yetiştirdiği onlarca yüksek lisans ve doktora öğrencisi ile çalıştığı alanlara dinamizm getirmiş, çeşitli üniversitelerde verdiği derslerle genç öğrencilerin demokrasi ve toplumsal adalet ekseninde yurttaşlık bilinci edinmelerine katkıda bulunmuştur.

Ersanlı, Türkiye'de ve dünyanın çeşitli bölgelerinde cinsiyet temelli ya da sosyal, etnik ve dinsel temelli ayrımcılıklara maruz bırakılmış, yurttaşlık hakları ve temel insan haklarından yoksun yaşayan çok çeşitli kesimlerden mağdur grupların, siyasal katılım, adalet, hak ve tanınma taleplerini akademik çalışmalarına taşıyarak, toplumsal çatışmaların çözümüne bir yurttaş, bir bilim insanı ve bir kadın olarak katkıda bulunmuştur.

Ersanlı, siyasal ve sosyal çatışmaların barışçıl bir şekilde çözülebileceği inancıyla her zaman diyalogdan yana olmuş, bu diyalogun önünü açacak akademik platformlarda, sivil toplum örgütlerinde, siyasal kurum, parti ve örgütlenmelerde yer almaktan kaçınmamıştır. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü, sivilleşme ve demokratikleşmenin olmazsa olmaz koşulları olarak gören Ersanlı, bilgi ve tecrübelerini bilim insanı kimliğiyle akademik ve akademi dışı topluluklarla her zaman paylaşmıştır.

Bilginin güncel siyasal ve sosyal sorunları çözücü gücüne inanan Ersanlı, ürettiği bilgi ve tecrübeleri akademik kurumların sınırları dışında paylaşarak, sıradan yurttaşların bilgiye erişimini kolaylaştırmış, bizlere bilim insanının özellikle toplumsal kriz dönemlerinde bilgiyi toplumsallaştırma sorumluluğunu yeniden hatırlatmıştır.

İktidar ve Tarih ve demokratikleşme

Büşra Ersanlı'nın, İktidar ve Tarih Türkiye'de "Resmi Tarih" Tezinin Oluşumu (1929-1937)adlı kitabı, ilk yayımlandığı 1992 yılından bu yana iki farklı yayınevi tarafından toplam altı kez basıldı. Kitap, 2011 yılında yedinci kez basılarak okuyucusuyla buluştu.[i]

Ersanlı bu kitabında esas olarak Kemalist Tek Parti döneminde ulus inşası, kimlik ve tarih yazımı meselelerine yoğunlaşır. Her kitaba nasip olmayacak bir uzun ömürlülükle İktidar ve Tarih kitabı, bu yıl yirminci yaşına basıyor.

Kitabın yirmi yıllık ömrü, Türkiye'de ve dünyada çeşitli toplumsal kesimler tarafından sürdürülen demokrasi mücadelesi ve adalet arayışlarına eşlik etti. Ersanlı'nın tespit ettiği gibi, son otuz yıllık tarihin önemli eğilimlerinden biri, "ortaya çıkan yeni bölgesel entegrasyon ve örgütlenmelerle büyüyen kimliklerin ve küçük etnik ve dil gruplarının mikro milliyetçiliklerinin ulus/devlet olgusuyla çatışır şekilde yayılması"dır.[ii]

Ersanlı bu kimliklerin neden yayıldığını dünya toplumları arasında giderek büyüyen hiyerarşi ve kopmalar, dışta kalmalara karşı bir adalet dengesi oluşturma çabasıyla ilişkilendirir. Ersanlı'nın kitabına yönelik ilgiyi sürekli kılan, tam da kitabın ana meselesi olan iktidar, kimlik ve tarih yazımı ilişkisinin güncel demokrasi ve adalet arayışlarımızla yakından ilgili olmasıdır.

Büşra Ersanlı'nın ulusal kimlik, tarih yazımı ve siyasal iktidarlar arasındaki ilişkiyi anlamaya yönelik çabaları sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarda da sürdü. Kuşkusuz resmi tarih olgusu Kemalist dönemde olduğu gibi, benzer süreçlerden geçen çeşitli toplumlarda da bir bağımsızlık ya da sömürgecilik sonrası olgu olarak gözlenebilir. Ersanlı bu nedenle çalışmalarında yalnızca Osmanlı ve Türkiye coğrafyasıyla sınırlı kalmaz.

Sonraki çalışmalarında Balkanlar'dan Orta Asya'ya uzanan çok geniş bir coğrafyada siyasal dönüşümler, tarih yazımı ve tarih ders kitaplarına yoğunlaşır.[iii] Ersanlı'nın çalışmalarında ana motivasyonu, demokrasiye ve adalete dayalı çoğulcu, eşitlikçi ve özgür bir toplumsal düzenin Türkiye'de ve diğer kırılgan toplumlarda nasıl kurulabileceğine dair arayışı oluşturur.

Büşra Ersanlı,  İktidar ve Tarih kitabında Türkiye'de ulus/devlet inşasının ideolojik ve kültürel boyutlarıyla kurumsallaştığı 1930'larda oluşturulan "Türk Tarih Tezi"ne odaklanarak, siyasal iktidarın milli kimlik inşası çerçevesinde tarihçilikle ve tarihçilerle kurduğu ittifakı tartışır. Ersanlı'ya göre, Kemalist kültür devriminin temel parçalarından biri olan Türk Tarih Tezi'nin esas amacı Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra meşruiyetini yitiren Osmanlı-Türk kimliği yerine, Türklerin Osmanlı ve İslamiyet öncesi etnik kimliğine dayalı güçlü bir ulusal bilinç oluşturmaktı.[iv]

Ersanlı'nın belirttiği üzere, esasında savunmacı, işlevsel ve pragmatik bir tez olan Türk Tarih Tezi, Kemalist elitlerin Anadolu sınırları içinde etnik ve kültürel homojenlik yaratma projesinin ideolojik ayağını oluşturuyordu.

Bu dönemde ders kitaplarıyla oluşturulmaya çalışılan kimliğin yaygın biçimde sosyalizasyonu, 1930'ların tarih kongreleri ve akademik düzeydeki atılımlarla güçlendirildi. Tezin talim, terbiye, eğitim ve bilim yanları geliştirilerek, ulus devlet girişiminin en temel kültürel örgütlenmesi gerçekleştirilmek istendi.[v]

Ersanlı'yı Türkiye'de resmi tarihin oluşumunu araştırmaya yönlendiren ana mesele demokrasi meselesidir. Ersanlı, kitabın giriş bölümünde "sağlam tarihçiliğin demokrasi alanında en belirleyici adım" olduğunu belirtir. Ona göre, tarih yazımı ve öğretimi bir toplumun zihinsel haritasının en önemli ve en kalıcı öğelerinden biridir.[vi]

Kuşkusuz tarih yazımı, sadece geçmişe ilişkin bir temsil sunmaz, zamana, mekâna ve insan etkinliğine yüklediği bir dizi anahtar anlamla kişinin içinde bulunduğu ana ve yakın geleceğe bakışını şekillendirir. Tam da bu nedenle tarih geçmişin bilimi olmaktan çok, içinde yaşadığımız anı ve şekillenmekte olan geleceği anlamlandırabileceğimiz geçmişler kurgulayan bir faaliyet alanıdır. Dolayısıyla İktidar ve Tarih kitabında ana mesele Kemalist Tek Parti yönetiminin tarih yazımını eleştirmek değil, Kemalist elitlerin de dahil olduğu gelip geçici siyasal iktidarların toplumların içinde yaşadıkları anı ve geleceği algılayabilecekleri anahtarları tarih yazımıyla nasıl ürettikleridir.

Bu anahtar kodlar elbette üretildikleri dönemin egemenlik ilişkilerinden bağımsız değildir. Resmi ellerce oluşturulmuş tarih kurguları egemenlik ilişkilerini meşrulaştırmaya ve geleceğe taşımaya dönük tarihsel referanslar sunarlar. Ersanlı, bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren bu tarihsel referansları deşifre ederek bugünün demokrasi mücadelesine katkıda bulunur.

Tek Parti döneminden sonra da iktidara gelen egemen siyasal gruplar kendi iktidarlarını güçlendirmek, güncel ideolojik ihtiyaçlarını karşılamak ve siyasal-toplumsal projelerini ve toplumsal kimlik kurgularını meşrulaştırmak için tarih yazımını pragmatik biçimlerde kullanmışladır.

Ersanlı, kitabının son bölümüne eklediği bir değerlendirmede siyasal iktidarlar arasındaki bu sürekliliği öne çıkarır. Kemalist dönemde, tarih yazımında ve ders kitaplarında Türk etnik kimliğine dayalı muhayyel bir İslam öncesi Orta Asya geçmişinin öne çıkarılması nasıl ki belirli türden egemenlik ilişkilerine denk düşüyorsa, 1970'lerin sonlarından 1990'lara uzanan dönemde Osmanlı-İslam geçmişini öne çıkaran Türk-İslam sentezci tarih kurguları da, 1990'larda Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte Orta Asya'da ortaya çıkan yeni bölgesel imkânlara yönelik politikalara eşlik eden ve Orta Asya toplumlarıyla kültürel ve tarihsel bağları vurgulayan yeni kurgular da değişen siyasal elitlerin yöneldikleri yeni egemenlik ilişkilerine tarihsel referanslar sunar.[vii]

Ersanlı'nın farklı dönemlerde yazılmış tarih ders kitaplarında belirlediği bir diğer ortak özellik, toplumların içinde yer aldığı iktisadi ve sosyal süreçlere, yapılara ve mücadelelere hemen hiç yer vermemesidir. Böylece sınıf, cinsiyet, etnisite, din gibi birbirini kesen bir dizi ilişkisellik içinde devinen toplumsal gruplar ve sınıfların tarihsel tecrübeleri her iktidar döneminin ders kitaplarında yok sayılır. Ersanlı ders kitaplarında devletin nasıl ele alındığını da tartışır. Farklı dönemlerin kitaplarında devlet tarihsel bir oluşum olarak tarif edilmek yerine, aşkın bir etnik ve kültürel varlık olarak yer alır. 1930'lardan 1990'lara uzanan bir diğer süreklilik ise "biz bize benzeriz"ci bakıştır. Bunun en önemli yansıması başlı başına bir dünya tarihi ders kitabının anılan dönemlerin müfredatlarında olmamasıdır.[viii]

Büşra Ersanlı, eleştirisini siyasal iktidarların tarihsel kurgular üzerindeki egemenliği ile sınırlı tutmaz. Asıl eleştirisini her dönemin iktidarıyla özdeşleşen "siyasetçi tarihçi"lere yöneltir.

Tarihçilerin her dönemde siyasal iktidarın sözcülüğünü yapması, günün ideolojik ihtiyaçlarına göre dönemlerden dönem, devletlerden devlet, kimliklerden kimlik beğenerek kendisini yüzyıllar öncesi iktidarlarla özdeşleştirmesi tarih bilinci ve kuvvetli bir biz duygusu yaratamamıştır.[ix] Ersanlı'ya göre "bugün de çoğu tarihçi ve entelektüel kendi yetki ve gücünün hâlâ Ankara'nın merkez idaresiyle ve artık iyice yakınlaştığımız dünya piyasasıyla mutlak yoğun ilişkiden geçtiğine inanmaktadır.[x] Ersanlı bu noktada tarih kurguları üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan tarihçilerin "bir tek biz biliriz" edasını "ya sev ya terk et"e yakın bulur. Ancak artık tarihsel kurgular üzerinde tekel sahibi olmak eskisi kadar kolay değildir. Zira yeni araştırma ve iletişim olanakları bu tekeli sarsmaktadır.[xi]

Ersanlı'nın çeşitli çalışmalarında özellikle tarih eğitimi ve tarih ders kitaplarına yönelmesi rastlantı değildir. Zira eğitim alanı ve özelde tarih eğitimi, siyasal iktidarların toplumu ve bireyleri ideolojik olarak biçimlendirecekleri en önemli alanlardan biridir. Ersanlı, eğitim alanını ve tarih eğitimini özellikle demokratik bir toplumsal düzenin kuruluşu ve devamı için çok önemser. Ersanlı'ya göre, tarih derslerinin ana amacı yurttaşlık eğitimi olmalıdır.

Farklılığı kabul eden bir demokratik siyasal kültürün gelişmesi ve yerleşmesi ancak tarih ve yurttaşlık eğitimiyle gerçekleşebileceği için tarihçilik, milliyetçilik ve kimlik meseleleri bir arada düşünülmelidir.[xii]

Ersanlı'ya göre 1990'lardan itibaren tarih ders kitaplarında yapılan değişikliklere ve iyileştirmelere rağmen Türk etnik kimliğine dayalı tekçi bakış egemenliğini sürdürmektedir. Tarih kitaplarının lafzı Anadolu topraklarının kültürel çeşitliliğinden söz etmesine rağmen bunu "arkeolojik ve mimari bir ölü madenciliği"ne indirgemekte, halihazırda yaşayan farklılıktan, zenginlikten ise söz etmemektedir.

Aslında, yaşayan kültürel çeşitliliğin tarih aracılığıyla bir nostalji objesine dönüştürülmesi, çeşitlilik unsurlarının bugünkü varlığını ve eşitlik ve adalet arayışlarını da tarihsizleştirir. Sonuç olarak, "ne farklı etnik gruplar, farklı inanç sistemleri, ne farklı iklim yapıları ve diğer etkenlerin yarattığı farklı ekonomik alışkanlıklar, ne de farklı değer yargıları ve farklı örgütlenme biçimleri çağdaş tarih ders kitaplarında yer almazlar".[xiii]

Büşra Ersanlı tarih eğitimini güçlü bir aidiyet duygusu ve biz kimliği için önemli bulur. Ancak toplumsal kimlik ve aidiyet hissiyatının demokratik değerlere dayanması gerektiğine inanır. Ersanlı'ya göre "demokratik bir değer sistemi içinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı en önce kendi yerelliği içinde farklı ve eşit olmayı öğrenmelidir. Ancak bu farklılıkların neler olduğunu bilmeden ne farkı takdir edebilir ne de benzerliği".[xiv]

Ersanlı, diğer toplum ve kültürleri tanımaya kapalı, kendini bilmekle yetinen, toplumları dost ve düşman olarak ayıran bir milliyetçiliğin ancak dar bir benlik ve kimlik yarattığını düşünür. Bu tür bir milliyetçilik yalnızca üstünkörü bir tarihçilik yaratabilir. Ersanlı'nın önerdiği ise, "dünya ile bütünleşmeyi şahsiyetli bir yaklaşımla bir özgün plan ve program çerçevesinde gerçekleştiren, kendi toplum ve kültürünün şartlarını göz önünde tutarak problemlere çare arayan" türden bir milliyetçilik, kendi deyimiyle "millilik"tir.[xv]

Millilik ise güçlü bir tarihçilik ve tarih eğitimi gerektirir.

Oysa Türkiye'de değişen iktidarların birinci türden bir milliyetçilik anlayışıyla şekillendirdikleri tarih eğitimi, Ersanlı'ya göre genç yurttaşların benlik, aidiyet ve toplumsal kimlik oluşumlarında büyük kararsızlıklar ve güvensizlikler yaratmaktadır. Örneğin, Türkiye'de milliyetçilik akımlarının güçlü olmasına rağmen, Ersanlı'nın sözleriyle "gençlerde kamu alanına saygı, yetiştiği yöreye ve kültüre sadakat, anadil kullanımında zenginlik gözlemlenememektedir."

Tam tersine gençler arasında terk etme, unutma, yeni ülkelere yerleşme arzusu öne çıkmaktadır. Kısaca tarih eğitimi, amacının tersine, genç yurttaşlar arasında aidiyet hissi üretmede başarısız kalmıştır.[xvi] Ersanlı, benzer şekilde, tarih ders kitaplarını demokratik çoğulcu değerlerin yerleşmesinde bir engel olarak görür. Tarih ders kitaplarının sürdürdüğü zihniyet, genç yurttaşları farklı görüşlerle birlikte yaşamaya alıştırmamıştır.

Tarih ders kitaplarında muhalefete karşı tutumun değişmemesi bunun en tipik örneğidir. Tek Parti döneminde olduğu gibi, sonraki yıllarda da esas olan "iktidarın meşru, muhalefetin gayri meşru bir güç olduğunu gençlere aşılamak olmuştur.  Böylece yeni kuşaklar muhalefeti, bertaraf edilmesi gereken zararlı bir güç olarak tanımışlardır".[xvii]

Bu, aynı zamanda iktidardan uzak olanı ezme ve yok etme alışkanlığı yerleşmesidir. Ersanlı bu tavrın uzun vadede iktidarların kendilerini yenileyecek dinamiklere sahip olamamasıyla sonuçlandığını belirtir.[xviii]

Büşra Ersanlı'nın 1990'lardan bu yana kimlik, tarih yazımı, tarih eğitimi ve siyasal iktidarlar arasındaki ilişkilere dair yaptığı çalışmaları günümüzün adalet ve demokrasi arayışlarının bir parçasıdır. Ersanlı'nın sürdürdüğü bilimsel faaliyetler, mesleki beklentilerle sınırlı olmayan, demokratik, adil, eşitlikçi ve çoğul bir ülke ve dünya düzeninin kurulmasına yönelik barışçıl bir çabanın ürünüdür.

Siyasal iktidarların bugünü ve geleceği şekillendirmek için tarihsel referanslara başvurması nasıl ki belirli türden egemenlik ilişkilerini tahkim ediyorsa, bu egemenlik ilişkilerinin tarih yazımı yoluyla kurulduğunu ifşa etmek de demokratik, adil, eşit ve özgür bir bugün ve yarın kurmaya hizmet edecektir.

Farklılıklar içinde birlik: Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya

Büşra Ersanlı, Kafkasya ve Orta Asya cumhuriyetleri konusunda yaptığı çalışmalar ile bu alanda Türkiye'nin en önde gelen siyaset bilimcileri arasında yer almaktadır. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden hemen sonra ve henüz Türkiye'nin yeni bağımsızlığını kazanan Türk dilli beş eski Sovyet Cumhuriyeti'yle ilişkilerini kurma aşamasından geçtiği bir dönemde bu cumhuriyetleri ziyaret eden ilk akademisyenlerden birisi olmuş ve yaptığı araştırmalarla bölgede yaşanan siyasal, toplumsal ve tarihsel süreçlere ışık tutmuştur.

1992-1996 döneminde Kültür Bakanlığı danışmanlığını da üstlenmiş ve bir anlamda Türkiye'nin bu cumhuriyetlere yönelik resmi siyasetinin de belirleyicisi olmuştur. 1994 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan ve Ersanlı'nın editörlüğünü yaptığı Bağımsızlığın İlk Yılları: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan adlı kitap bu alanda Türkiye'de yayınlanmış olan ilk kitaplardan birisidir.[xix] Bu eser bugün dahi alanla ilgili çalışmalar yapan bilim insanları için değerli bir kaynak olma özelliğini korumaktadır.

Ersanlı'nın Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerine yönelik akademik ilgisi sonraki yıllarda da azalmadan devam etmiş ve yine Kültür Bakanlığı destekli olmak üzere iki kitap daha derlemiştir.[xx] Ayrıca günümüze değin konuyla ilgili pek çok makale kaleme almış ve ulusal ve uluslararası platformda onlarca bildiri sunmuştur.

Tüm bu akademik çalışmalarda başta Azerbaycan ve Özbekistan olmak üzere eski Sovyet cumhuriyetlerinin Türkiye ile resmi ilişkilerinin gelişiminden, bu cumhuriyetlerde ortaya çıkan yeni dil, tarih ve kimlik tartışmalarına, milli eğitim ve kültür politikalarına ve bölgenin dünya siyasetinde oynadığı yeni jeopolitik/jeokültürel rollere kadar pek çok konuyla ilgili görüşlerini paylaşmıştır.

Tarih, sosyoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkileri harmanlayan disiplinler arası bir yaklaşımla ortaya koyduğu bu fikirlerin bölge üzerine yapılmakta olan tüm siyasal ve sosyal analizler açısından önemli bir yer tuttuğuna dikkat çekmek gerekir.

Ersanlı'yı 1990'larda bu bölgeye yönlendiren akademik ilginin temeli ise esasen daha eskilere dayanmaktadır. Türkiye'de resmi tarih tezinin ortaya çıkış sürecini incelediği doktora tezinde Türk ulusçuluğunun kaynakları üzerinde yoğunlaşan Ersanlı, Hüseyinzade Ali Bey ve Ahmet Ağaoğlu gibi Azeri aydınların fikirlerini etraflıca ele almış ve Azeri milliyetçiliğinin gelişimi üzerine uzmanlaşmıştır. Yine doktora çalışmaları esnasında çeşitli yönleriyle ele aldığı Türk Tarih Tezi'nde Orta Asya'ya atfedilen "efsanevi" ve "mistik" boyut da Ersanlı'nın bu bölgeye yönelik akademik ilgisini perçinlemiştir.

1930'larda belirginlik kazanan Türk Tarih Tezi, Ersanlı'ya göre Orta Asya'yı gelişme ve modernleşme anlamında dünyanın önemli bir bölgesi olarak görmeyip adeta "tarihsel bir efsane" ile eş tutmuştur. Benzer şekilde günümüzde Milliyetçi Hareket Partisi tarafından temsil edilen siyasi çizgi de Ersanlı'ya göre Türkiye dışındaki Türklerin farklı kültürel ve siyasal oluşumlar içerisindeki durumunu göz ardı etmiştir.

Bu anlamda Ersanlı, Sovyetler Birliği'nin çöküşünün Azerbaycan ve Orta Asya'nın Türkiye'deki anlamını tamamen değiştirdiğinin altını çizmiş ve bunu şu cümlelerle ifade etmiştir: "1930'larda çizilen 'resmi tarih'in kültürel ve bilimsel sınırları ile MHP'nin çağrıştırdığı ideolojik sınırlar ve yine bu iki sınırlamaya karşı duyulan aşırı tepkiler de yavaş yavaş geride kalacak ...

Artık ne efsane ne de ırksal birlik gündemin en önemli söylemi olarak görülebilir. Türk olmak Türkiye dışında da bir siyasi gerçekliktir ve Türkiye dışında oluşu Türkiye için bir kültürel / bölgesel zenginlik olarak görülmelidir."[xxi]

Sonraki çalışmalarında da sürekli vurguladığı bu "kültürel/bölgesel" boyut, Ersanlı'nın çalışmalarını eski Sovyet coğrafyası üzerine yapılan diğer pek çok siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler çalışmasından ayırmaktadır. Zira özellikle uluslararası ilişkiler çalışmalarında bu bölge genellikle büyük devletlerin arasındaki jeopolitik rekabete sahne olan bir "büyük satranç tahtası" olarak yorumlanmış ve bölge ülkelerinin sahip olduğu zengin doğal kaynaklar daha çok nüfuz mücadelesi ve güçler dengesi gibi çatışmacı yaklaşımlar çerçevesinde ele alınmıştır. Ersanlı'nın çalışmalarında ise eleştirel bir bakış açısı ağır basmakta ve toplumsal değişim, kültürel unsurlar ve yeni kimlik tanımlamaları gibi kavramlar ışığında bölgenin dünya siyasetinde oynadığı rolün dönüşümüne dikkat çekilmektedir.

Araştırma yapmak ve ders vermek üzere gittiği St. Petersburg'da geçirdiği bir seneden sonra Ersanlı uzmanlık alanları arasına Rusya'yı da katmış ve burada Rusça öğrenmeye başlamıştır.

St. Petersburg deneyimi Ersanlı'ya aynı zamanda Kafkasya, Orta Asya ve Rusya'ya bütüncül bir coğrafi kuramsal çerçeve sunan "Avrasyacılık" düşüncesi üzerine yoğunlaşmasına vesile olmuştur. Rus Avrasyacılığı, Bolşevik Devrimi sonrasında Avrupa ülkelerine sığınan bir grup Rus aydın tarafından ortaya atılmış, ancak esasen Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ertesinde popülerlik kazanmış bir düşünce ekolüdür.

Rusya'nın yeryüzünde eşsiz bir misyonu olduğunu savunan ve bu anlamda 19. yüzyılın Slavofil (Slavsever) Rus aydınlarını takip eden, ancak Rus kültüründeki Tatar-Müslüman etkileşimler üzerinde durarak kendilerini Slavofillerden ayıran Avrasyacı aydınlar, ahlakçı, maneviyatçı ve dayanışmacı Ortodoks-Tatar Rus kültürünün maddeci ve bireyci Roma-Cermen Avrupa kültürüyle asla uzlaşamayacağını iddia etmeleriyle dikkat çekmişlerdir.

Avrasyacılığın "farklılıklar içinde birliği" öne çıkaran birleştirici iddiaları Ersanlı'nın bölge ülkeleri arasındaki ortak kültürel ve bölgesel değerleri vurgulayan barışçı yaklaşımına uygun düşmüştür. Nitekim 2005 yılında Akademik Araştırmalar Dergisi için yaptığı özel derleme çalışmada da "Avrupa Kabına Sığmıyorsa Önce Avrasya ile Genişler" diyerek Türkiye'de birbirine zıt iki dış politika alternatifi olarak algılanan Avrupa ve Avrasya arasında bir köprü kurma gereğine ve bu iki coğrafi, siyasi ve düşünsel alanın birbirlerinden ayrılamayacağına işaret etmiştir.[xxii]

Bu anlamda Avrasyacılığın özellikle sosyal adalet vurgusunun ve bölge halkları arasında siyasal, ekonomik, kültürel ve toplumsal etkileşimi öne çıkaran yaklaşımının sadece Türkiye için değil, İran ve diğer Avrasya ülkeleri için de yol gösterici olabileceğini düşünmüştür.[xxiii]

Büşra Ersanlı, Türkiye'de Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya ile ilgili yeni yaklaşımlara ilgi duyan birçok genç araştırmacıya da destek vermesiyle öne çıkmıştır. Akademik çalışmalarını sürdürmekte olduğu Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü çatısı altında pek çok yüksek lisans ve doktora tezine danışmanlık yapmış ve bu alanda çalışan genç akademisyenleri yüreklendirmiştir. Ersanlı'nın danışmanlığında tamamlanan bu lisansüstü tezlerden bir kısmı kitap olarak yayınlanmış ve Türkiye'deki ilgili akademik literatüre katkı yapmıştır.[xxiv] Bu çerçevede yukarıda bahsedilen Akademik Araştırmalar Dergisi özel derlemesindeki pek çok makalenin de Ersanlı'nın Marmara Üniversitesi'ndeki meslektaşları ve özellikle de doktora öğrencileri tarafından yazılmış olduğunu özellikle vurgulamak gerekir.

Ersanlı, Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya konularındaki akademik ve kültürel birikimini üniversite dışındaki platformlarda da paylaşmaktan çekinmemiştir. Bu anlamda en dikkat çekici örnek, Fethullah Gülen cemaatine bağlı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı bünyesinde kurulan Diyalog Avrasya Platformu'ndaki faaliyetleridir.

Bu platformun kuruluşunda ve gelişiminde aktif olarak yer alan Ersanlı, platformun "diyalog" ruhuna uygun bir şekilde Türkçe ve Rusça olarak basılan ve kısa sürede ilgiyle takip edilen bir yayın haline gelen Diyalog Avrasya dergisi için de pek çok makale yazmıştır.[xxv] Ayrıca yine aynı yayın grubunda Azerbaycan üzerine bir kitap derlemiştir.[xxvi]

Sonuç olarak Büşra Ersanlı'nın Türkiye'de özel olarak Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri, genel olarak ise Avrasya'da bölgesel bütünleşme ile ilgili çalışmaların gelişimi açısından çok önemli bir rol oynadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu konularla ilgili olarak yaptığı araştırmalar ve dile getirdiği görüş ve analizler bugün de pek çok genç araştırmacı için yol gösterici olmaya devam etmektedir.

Toplumsal cinsiyet, siyasal katılım ve özgürleşme

Cinsiyetlendirme pratikleri (doing gender) kavramı bizleri toplumsal cinsiyet olgusunu anlamada ve kavramsallaştırmada bireye odaklanmaktan çok, bireyler arası, bireyle toplum arası ve toplumsal kurumlar arası etkileşim üzerine odaklanmaya sevk etmektedir. Tüm toplumsal aktörler bir yandan bu pratiklere katılırken, öte yandan bunlardan karşılıklı olarak etkilenirler. Böylece, toplum, toplumsal kurumlar ve toplumsal cinsiyet temelli ayrımlar bireysel cinsiyetlendirme pratiklerinden çok, gündelik hayatın içinde toplumsal olarak konumlandırılmış pratikler üzerinden yeniden üretilir.[xxvii]

Bu cinsiyetlendirme pratikleri kadın ve erkek arasında doğal ya da biyolojik kaynağı olmayan farklılıklar ve ayrımlar inşa etmektedir.[xxviii] Söz konusu ayrımlar gündelik hayat içinde farklı düzey ve biçimlerde ortaya çıkan sosyal etkileşimler aracılığıyla yeniden üretilirken,[xxix] cinsiyetçi ayrımlar üzerinde yükselen kurumsal düzenlemeleri de meşrulaştırırlar.[xxx]

Sosyal ve kültürel olarak inşa edilen "cinsiyet farklılıklarının toplumsal organizasyonu"[xxxi] hem tüm sosyal, ekonomik ve siyasal etkileşimlerimize hem de yerel, ulusal ya da küresel düzeydeki ilişkilerimize içkindir. Buradan yola çıkarak tüm toplumsal eşitsizliklerin temelinde toplumsal cinsiyet ilişkilerinden türeyen eşitsizliklerin de yattığını söylemek mümkündür.

Ersanlı toplumlardaki en büyük farkın cinsiyet farkı olduğunu savunan bir siyaset bilimcidir. Ersanlı'ya göre, nesil farkı da dâhil olmak üzere dil, din, etnisite ve kültür farklılıkları gibi siyasette çatışmaya yol açabilecek bütün farklılıklar cinsiyet farkından "sayısal olarak her yerde daima daha küçüktür."[xxxii]

Ersanlı'ya göre, cinsiyet temelli eşitsizlikler toplumda mevcut olan tüm eşitsizliklerle doğrudan ilişkilidir ve bu eşitsizliğin sona erdirilmesi sadece kadının özgürleşmesine değil, toplumsal barışa da hizmet eder. Ersanlı, hayatı boyunca mağdur kesimlerin ve ezilenlerin maruz bırakıldığı eşitsizlik, haksızlık ve yoksunluklarla mücadeleyi kendine ilke edinmiş bir akademisyendir.

Bu perspektiften bakıldığında ilgilendiği çalışma alanlarının başında "toplumsal cinsiyet" konusunun gelmesi ve akademik hayatının önemli bir bölümünü cinsiyetçiliğe karşı mücadeleye ayırması hiç de şaşırtıcı değildir. Türkiye'de uzun yıllardır ihmal edilen bu konunun son yıllarda en çok tartışılan alanların başında gelmesinde -yazdıkları ve yaptıklarıyla- Ersanlı'nın önemli bir katkısı bulunmaktadır.

Büşra Ersanlı, kadınların özgürlük alanlarının genişletilmesi, ifade-örgütlenme-siyasi temsil ve katılım hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınması ve eşitliğin her kademede -fırsatta, uygulamada ve sonuçta- garanti altına alınması için hiçbir mücadeleden kaçınmamıştır.

Aynı zamanda toplumsal barışın sağlanmasında da hayati önemi olduğuna inanarak kadınların yaşamak zorunda bırakıldıkları her türlü hukuk-ahlak ve etik dışı uygulamalara; ayrımcı ve baskıcı politikalara, yapılanmalara ve söylemlere son verilmesinin bir tercih değil, gereklilik olduğunu farklı platformlarda defalarca dile getirmiştir.

Ersanlı'nın tüm bu görüşlerinin arkasındaki temel gerekçe ise hayatının temel felsefesini oluşturan "sivilleşme ve toplumsal barış" hedeflerine ulaşmada kadının oynayacağı role olan inancıdır. Hatta Ersanlı'ya göre, çatışma yaratan bütün diğer farkları da kapsaması dolayısıyla, kadınların kamu alanındaki elverişsiz konumunun giderilmesi "en öncelikli, en acil siyasal önlem olarak düşünülmelidir."[xxxiii] Bu çerçevede, cinsiyet farkını vurgulayan bir siyasal kavramsallaştırmanın kadınların siyasal ve toplumsal katılımı için zorunlu olduğunu vurgulayan Ersanlı, söz konusu kavramsallaştırmanın "temel siyasal ilişkiler düzenlemesi olan Anayasamıza da bu şekilde yansıması[nın] kadının insan haklarını savunan herkesin en büyük dileği" olduğunu vurgulamaktadır.[xxxiv]

Bu anlamda, özellikle kadınların siyasal faaliyete katılabilmeleri için temsil ve adalet ilkelerinin titizlikle dikkate alınması gerektiğini belirten Ersanlı "tam da bu açıdan siyasal kültürün demokratikleşmesi ile Anayasa yapma geleneği ve Anayasaların muhtevası bizleri çok yakından ilgilendirir" demektedir.[xxxv]

Böylece, kadının eşit bireyler olarak varlık gösterebildikleri ve etkin oldukları bir yaşamda hem diyalog ve iletişim kanalları sonuna kadar açık kalacak hem de demokrasi-özgürlük-adalet ilkeleri gerçek hedeflerinden ve amaçlarından saptırılmadan uygulanabilecektir.

Ersanlı'nın toplumsal cinsiyet olgusuna yönelik ilgisi sadece akademik bir ilgi olmanın çok ötesindedir. Dolayısıyla, onun toplumsal cinsiyet olgusuna ilgisini sadece yazdıkları üzerinden anlamaya çalışmak yeterli olmayacaktır. Y

ukarıda belirtilen kadın erkek eşitliği, mağduriyete uğrayan kesimlerin başında geldiğine inandığı kadınların hiçbir ayrımcılığa tabi kalmadan, hayatın her alanında eşit bir düzlemde var olması çabası onun siyasal aktivizmine de yön veren en önemli saiklerden biri olmuştur. Kadın erkek eşitliği için çaba ve mücadelesini barışa katkı sunmanın en önemli araçlarından biri olarak gördüğünü her fırsatta vurgulayan Ersanlı'nın akademik çalışmaları, siyasal aktivizmi ve hayat pratiği "siyasal"ı, siyasal katılımı ve eşitlikçi bir siyasal düzeni tanımlarken toplumsal cinsiyet perspektifini merkeze yerleştirir.

Bunun yanı sıra, kadınların eğitiminin kendilerine okuma, düşünme ve sorgulama yetisi kazandıracağını ve kendi bilinçlenmelerine katkıda bulunacağını düşünerek konu ile yakından ilgilenen toplumsal hareketlerin içinde, çoğu kez de eğitmen olarak, bizzat yer almıştır.

Bir örnek vermek gerekirse, Kadın Adayları Eğitme ve Destekleme Derneği (KA.DER) üyesi olan ve bir dönem yönetim kurulu üyeliği de yapmış olan Büşra Ersanlı, bu derneğin düzenlemiş olduğu Siyaset Okulları'nda, özellikle 2004 yılından itibaren eğitmen olarak görev yapmıştır.

Bu okullarda kullanılmak üzere hazırlanan bir ortak kitaba imza atan Ersanlı, "Siyaset Nedir?", "Türkiye'de Siyasal Kültür", Türkiye'de Anayasalar" ve "Kadın ve Siyaset" konularında dersler vermiştir. Söz konusu kitabın önsözünde son 20-30 yılda Türkiye'de siyasetin anlamının "olumsuz değerler" kazandığını belirten Ersanlı,[xxxvi] bu kitabın kadınları karar alma alanına özendirmek amacıyla, bir bilgilendirme-iletişim aracı olarak planlandığını belirtmiş[xxxvii] ve bu bilgilendirme-iletişime geçme işlevini yalnızca yazarı bulunduğu kitapla sınırlı tutmayarak, 2004-2009 yılları arasında yoğun biçimde Türkiye'nin birçok ilinde[1] düzenlenen yaklaşık 20 KA.DER Siyaset Okulu'nda eğitmenlik yapmıştır.

Bu Siyaset Okulları'na civar illerden kadın siyasetçi adaylarının da katıldığı düşünüldüğünde, Ersanlı'nın ülkenin kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına neredeyse her bölgesine ulaşmaya ve katkısını sunmaya çalıştığını söylemek mümkündür. Ersanlı'nın KA.DER Siyaset Okulları'ndaki çabalarının bununla sınırlı kaldığını söylemek mümkün değildir.

Özellikle 2009 yerel seçimleri ve 2011 genel seçimleri öncesinde, KA.DER'in İstanbul'daki genel merkezindeki Siyaset Okulu başta olmak üzere, derneğin çeşitli şube ve temsilciliklerinde ülkenin dört bir yanından gelen kadın siyasetçi adaylarına derslerini ve seminerlerini sürdürmüş, Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların siyasete katılımının önündeki engellerin kaldırılması için payına düşeni yerine getirmiştir ve getirmeye devam etmektedir. (ÇT)

* Yazarlar: Dr. Ebru OĞURLU, Dr. Emre ERŞEN, Yrd. Doç. Dr. İbrahim MAZLUM, Dr. Nurşen GÜRBOĞA, Dr. S. Gülfer Ihlamur ÖNER

* Bu yazı Toplumsal Tarih Dergisi Ocak 2012 sayısında yayınlandı. Toplumsal Tarih'in Ocak sayısında yer alan yazılar arasında ''Arşivler meselemiz'', ''Ressam Henriette Browne ve Sultan Abdülaziz'in haremi'', ''1920 Gözünde: Türkiye Solu'nun M. Kemal Paşa'ya ve Milli Mücadeleye bakışı'', ''Dersim '38'i araştır(ma)mak, yaz(ma)mak ve hatırla(ma)mak-1'', ''Konuşan paraların dilinden kentler, efsaneler, sikkeler'' yazıları bulunuyor.


[1] Bu iller sırasıyla şunlardır: Mersin, Eskişehir, Van, İstanbul, Ankara, Niğde, Malatya, Samsun, Denizli, Trabzon, Tunceli, Hatay, İzmir, Kayseri.


* Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Profesör Dr. Günay Göksu Özdoğan'a yazının oluşumunda önerileriyle sunduğu katkıdan dolayı teşekkür ederiz.

[i] Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih Türkiye'de "Resmi Tarih" Tezinin Oluşumu (1929-1937), İletişim Yayınları, 2011.

[ii] Büşra, Ersanlı, "Bir Aidiyet Fermanı: "Türk Tarih Tezi"," Modern Türkiye'de Siyasal Düşünce: Milliyetçilik 4. Cilt içinde, İletişim Yayınları, 2002, s.810.

[iii] Büşra Ersanlı, "History Textbooks as Reflections of the Political Self: Turkey (1930s and 1990s) and Uzbekistan (1990s) Uzbekistan (1990s)", Special Issue on "Nationalism and the Colonial Legacy in the Middle East and Central Asia" (ed. Juan R. I. Cole) in International Journal of Middle East Studies, Vol. 34, No.2, May, 2002, s.337.

[iv] Ersanlı, İktidar ve Tarih, s.14.

[v] Ersanlı, "Bir Aidiyet Fermanı", s.806.

[vi] Ersanlı, İktidar ve Tarih, ss.14-15.

[vii] A.g.e., s.247.

[viii] Ersanlı, İktidar ve Tarih, ss.252-256.

[ix] A.g.e., s.264.

[x] Ersanlı, "Bir Aidiyet Fermanı", s. 810.

[xi] A.g.e.

[xii] A.g.e.

[xiii] Ersanlı, İktidar ve Tarih, s.272.

[xiv] A.g.e., s. 278.

[xv] A.g.e., s.282.

[xvi] Ersanlı, "Bir Aidiyet Fermanı", s.810.

[xvii] Ersanlı, İktidar ve Tarih, s.243.

[xviii] A.g.e., s.235.

[xix] Büşra Ersanlı (der.), Bağımsızlığın İlk Yılları: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1994.

[xx] Büşra Ersanlı (der.), Türk Cumhuriyetleri Kültür Profili: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı, 1995; Büşra Ersanlı ve Orazpolat Ekaev (der.) Türkmenistan'da Toplum ve Kültür, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, 1998.

[xxi] Ersanlı, İktidar ve Tarih, ss. 248-249.

[xxii] Büşra Ersanlı, "Avrupa Kabına Sığmıyorsa Önce Avrasya ile Genişler," Akademik Araştırmalar Dergisi Avrupa-Avrasya Özel Sayısı, Yıl: 6, Sayı: 23, Kasım 2004 - Ocak 2005, pp. 1-8.

[xxiii] Büşra Ersanlı, "Can Eurasia Be an Identity Issue for Turkish Foreign Policy?" Turkish Views on Eurasia, İstanbul: ISIS, 2001, ss. 111-124; Büşra Ersanlı ve Vişne Korkmaz, "Russian Eurasianism: Model for Iran and Turkey?" Turkish Review of Eurasian Studies, Annual 4, 2004, ss. 99-133.

[xxiv] Örneğin bakınız Vişne Korkmaz, Senfonik Kişilik: Beka-Doğa, Rus İdesi ve Rus İdeali, İstanbul: Alev Yayınları, 2006; Vügar İmanov, Avrasyacılık: Rusya'nın Kimlik Arayışı, İstanbul: Küre Yayınları, 2008.

[xxv] Büşra Ersanlı, "Aracı Kurumlar, Toplumsal Hareketler," Diyalog Avrasya,  No. 14, Güz 2004, ss. 12-17; Büşra Ersanlı ve Cengiz Okman, "Avrasya: Az-i-ya: Jeopolitikten Diğer Perspektiflere," Diyalog Avrasya, No. 1, İlkbahar 2000, ss. 28-34.

[xxvi] Büşra Ersanlı ve Hüsamettin Memedov (der.), Söz'ün, Saz'ın, Ateş'in Ülkesi: Azerbaycan, İstanbul, DA Yayıncılık, 2004.

[xxvii] Candace West and Don H. Zimmerman, "Doing Gender", Gender and Society, Vol. 1, No. 2, 1987, s.126.

[xxviii] A.g.e., s.137.

[xxix] A.g.e., s.138.

[xxx] A.g.e., s.146.

[xxxi] Nüket Kardam, "Toplumsal Cinsiyet Perspektifiyle Uluslararası İlişkiler", Uluslararası İlişkilerde Sınır Tanımayan Sorunlar: Göç, Yurttaşlık, İnsan Hakları, Toplumsal Cinsiyet, Küresel Adalet ve Güvenlik içinde (der. Ayhan Kaya ve Günay Göksu Özdoğan), İstanbul: Bağlam Yayınları, 2003, s.300.

[xxxii] Büşra Ersanlı ve İbrahim Mazlum, Her Zaman Her Yerde Siyaset!: Türkiye'de Siyasal Kültür, Siyasal Sistem ve Kadın, 2. Baskı, İstanbul: KA.DER Yayınları, 2009, s.16.

[xxxiii] A.g.e.

[xxxiv] A.g.e., s.68.

[xxxv] A.g.e., s.51.

[xxxvi] A.g.e., s.15.

[xxxvii] A.g.e., s.16.

(BİA)