Giray Poyraz / Demokrat Haber

JCI Türkiye tarafından "COVID-19 döneminde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" konulu online söyleşi düzenlendi.

JCI Türkiye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Direktörü Merve Demircan’ın moderatörlüğünde düzenlenen söyleşiye Junior Chamber International (JCI) Türkiye Başkanı Altuğ Mehmet Türkdalı, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, UNFPA Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Program Koordinatörü Meltem Ağduk, Engelli Kadın Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Gizem Tanay Aksaç, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi Eskişehir Milletvekili Dr. Jale Nur Süllü, Ankara Büyükşehir Belediyesi Kadın Çalışmaları Birim Şefi Şenay Yılmaz ve UN Global Compact Türkiye Genel Sekreteri Melda Çele katıldı.

“CİNSİYET EŞİTLİĞİ ALGISINI BELLİ BİR SEVİYEYE GETİRMEMİZ ÇOK DEĞERLİ”

1915 yılında Amerika’da kurulan Junior Chamber International (JCI) derneği hakkında bilgilendirmede bulunan JCI Türkiye Başkanı Altuğ Mehmet Türkdalı, derneğin Türkiye’de 1987 yılında kurulduğunu belirterek şunları söyledi:

“Junior Chamber International (JCI), 1915 yılında Amerika’da kurulmuş bir dernek. Türkiye’de ise 1987 yılında kuruldu ve günümüze kadar gerek ideal gerek yönetsel süreçlerde yarı yarıya kadın/erkek cinsiyet eşitliğinin korunması yönünde çaba sarf etti. Özellikle geçen sene ve bu sene dahil olmak üzere bazı dönemler şube başkanlarımızın daha çok kadın yöneticiler olduğu dönemler yaşıyoruz. JCI Türkiye, kurulduğu günden bugüne kadar gerçekten toplumsal cinsiyet eşitliğine dikkat etti. JCI’ın asıl amacı cinsiyet, cinsel yönelim, din, dil, ırk ayrımı yapmadan topluma hizmet edecek liderler yetiştirmek. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, bu seneye özel bir video paylaştık. Paylaştığımız bu videoda JCI Türkiye’nin bu sene ve sonrasında yapacağı tüm etkinliklerde toplumsal cinsiyet eşitliğine özen göstererek cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, din, ırk, inanç konusunda da hiçbir ayrım yapılmayacağını ve özellikle eşitliğin sağlanabilmesi için hem örgüt içi hem de örgüt dışı çalışmalar gerçekleştireceğimize dair bir taahhüt verdik. Tabii sadece taahhüt vermek yeterli değil, önemli olan bunu gerçekleştirmek. Bunun için de bir toplumsal cinsiyet eşitliği direktörlüğü kurduk. Bu direktörlük, bir planlama ve takvim belirleyerek yeni dünya düzeninde toplumsal cinsiyet eşitlikleriyle ilgili eğitim seminerlerimiz başlattı. Cinsiyet eşitliği algısını toplumsal olarak belli bir seviyeye getirmemiz bizler için çok değerli.’’

“BAKANLIK ŞİDDETİN ÜSTÜNÜ KAPATMAYA ÇALIŞIP SADECE CİNAYETLER ÜZERİNE ODAKLANIYOR”

Söyleşi Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün konuşmasıyla devam etti. Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği kavramının git gide daha da ağırlaştığını dile getiren Canan Güllü şu değerlendirmelerde bulundu:

“Şu an ülkemizde cinsiyet eşitsizliği kavramının giderek ağırlaşmasından da ziyade, bu durumun bazı kesimler tarafından koz olarak kullanıldığı ve din ile eşleştirilip bunun üzerinden kazanılmış yasal haklara müdahale edildiği bir sürecin içindeyiz.

Sorunumuz sadece COVID-19 olsaydı belki mücadele etmemiz çok daha kolay olacaktı ama bir de erkeklik sorunumuz var. Ne yazık ki bu sorunumuzun tıp biliminde bir aşısı yok. Bu sorunun aşısı sadece sivil toplum örgütlenmesidir ve bunun için de daha güçlü olmamız gerekiyor.

Ayrıca bir şey fark ettim ki bütün bu COVID-19 döneminde, kadın doktorlar ve hemşirelerin çocukları evde yalnız kaldı söylemi de medyada çok fazla içselleştirildi. Yani hiçbir erkeğin evde çocuğu yok sanki… Bu medyada işlene işlene beynimize girdi.

Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasında, ‘Şiddet Türkiye’de yüzde 11 azaldı’ ifadelerine yer verildi. Soruyoruz; Neye göre? Nasıl? Her ne kadar bakanlık bu şiddetin üstünü kapatmaya çalışıp sadece cinayetler üzerine odaklansa da kadına yönelik şiddetin fiziksel ve psikolojik alandaki farklılıkları çok fazla arttı.

“ÖNÜMÜZDEKİ YIL 7 MİLYONA YAKIN İSTENMEYEN GEBELİĞİN ORTAYA ÇIKACAĞI SÖYLENİYOR…”

Kriz dönemlerinin toplumda bütün nüfusu etkilemesiyle birlikte kadınların ve çocukların daha çok olumsuz etkilendiğini ifade eden UNFPA Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Program Koordinatörü Meltem Ağduk da sözlerine şu şekilde devam etti:

“Özellikle COVID-19 döneminde yaşanan sağlık krizinde ayrımcılık ve eşitsizliklerin çok daha görünür hale geldiğini görüyoruz. Açıkçası bu sefer yaşanan kriz belli bir lokasyonda yaşanmıyor. Başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere dünyadaki bütün ülkeleri etkisi altına almış bir krizden bahsediyoruz.

COVID-19 döneminde sorunlar özellikle kadınların üreme sağlığında çok ciddi boyutlara ulaştı. Tabii bir de sağlık personelinin yüzde 70-75’inin de kadınlardan oluştuğunu belirtmeliyim. Dolayısıyla COVID-19 sürecinde sağlık personeli olaya çok daha fazla odaklandığından dolayı haklı olarak bu süreçten etkilendiği için üreme sağlığında da ciddi aksamalar yaşanıyor. Bu dönemde özellikle gebelik sürecini veya doğum anını yaşayan kadınlar için çok problemli geçti. Biz bu konuda sağlık hizmeti sunucularına yönelik çeşitli destekler verdik. Bunun dışında tedarik zincirinde çok ciddi bir problem yaşandığı için gebelik önleyici araç ve yöntemlerin kısıtlılığı söz konusu. Bu sadece Türkiye için değil, bütün dünya için geçerli. Ve biz kısa bir süre önce global bir araştırmanın ön sonuçlarını yayınladık. Bu araştırmaya göre, 144 ülkeye baktığımızda düşük ve orta gelirli ülkelerde 47 milyonun üzerinde kadının COVID-19’dan dolayı gebeliği önleyici araç ve yöntemlere ulaşamadığını gördük. Dolayısıyla bu insanlar gebeliği önleyici araç ve yöntemlere ulaşamadığı için de önümüzdeki yıl içinde 7 milyona yakın istenmeyen gebeliğin ortaya çıkacağı söyleniyor. Aslında birçok kez hiç düşünmediğiniz alanların COVID döneminde hayatımızda nasıl bir etkisi olduğunu ortaya koymak ufkumuzu açıyor diye düşünüyorum.

COVID öncesi yapılan araştırmalarda, kadınların ev içi ve ev dışı çalışma hayatında erkeklerden 3 kat daha fazla çalıştığı ortaya çıkmıştı. COVID-19 döneminde ise bu oran daha çok arttı çünkü artık hepimiz evdeyiz. Yani pandemi öncesinde normal koşullarda ailemizden birtakım destekler alabiliyorduk; kadınlar temizlik, çocuk bakımı, genel ev işleri gibi konularda annesinden veya kayınvalidesinden destek alabiliyordu. Ama bu süreçte destek mekanizmalarından da uzaklaşınca kadınların evde emekleri de arttı. Ayrıca bu dönemde yoksulluğun kadın yüzü de çok arttı. Bunun da altını çizmek gerekir. Krizler her zaman kadına yönelik veya toplumsal cinsiyet temelli şiddeti arttıran durumlardır. Hangi kriz olursa olsun bu böyledir. Nitekim Mart ayında ilk veriler gelmeye başladığı zaman rakamlara baktığımızda birçok ülkede kadına yönelik ev içi şiddetin 3 kat arttığını gördük. Mesela Fransa’da yüzde 30 artış gözlemlenirken, Arjantin 20 Mart’ta karantinaya girmiş ve kadına yönelik ev içi şiddette ülkede yüzde 25 civarında artış var; Asya’da ise bazı ülkelerde yüzde 30-35 arasında bir artış söz konusu. Bu dönemde şiddetin arttığını yapılan başvuru mekanizmaları sayesinde anlıyoruz. Örneğin; İngiltere’deki başvuru mekanizmalarına baktığımızda Mart ayı içinde ülkede yüzde 700 civarında bir artış olduğu söyleniyor. Bu olağanüstü bir artış... Özellikle cinsel ve fiziksel şiddette çok ciddi bir artışın olduğu gözlemleniyor.

Bizim yaptığımız global araştırmaya göre çocuk/erken yaşta evlilikleri önlemeye yönelik yürütülen programlar COVID-19 sebebiyle bu dönemde ciddi bir sekteye uğramış. Bunun sonucunda, pandemi öncesi 2020-2030 yılı arasında 13 milyon çocuk evliliğin engellenebileceği söylenirken, bugün bu evliliklerin engellenemeyeceği yönünde açıklamalar yapılıyor. Bu durum açıkçası COVID-19’un uzun vadede çok daha etkisi olacağına işaret ediyor. Yine aynı şekilde ev içi şiddeti önlemeye yönelik programlar da sekteye uğramış durumda ve yine bu dönemde neredeyse 3’te 1 oranında ev içi şiddet vakalarının artacağı söyleniyor; bu programlar salgın öncesi vakaların azaltılması yönünde çalışmalar yürütüyordu. Bu dönemde ne yazık ki şiddeti, hak ihlallerini, istismarı önleyici programlar gerçekleştiremiyoruz. Salgın sonrasında normal hayata döneceğimizi çok sık dillendiriyoruz ancak bundan sonra karşılaşacağımız süreç açıkçası beni daha çok korkutuyor. Çünkü sonrasında derin bir krizin devamı bizi bekliyor.”

“MECLİSTE, TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ/EŞİTSİZLİĞİ DEMEKTEN KORKAN BİR GRUPLA ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜYORUZ”

TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi, Eskişehir Milletvekili Dr. Jale Nur Süllü ise meclis tatilde olduğu için komisyonların da çalışmadığını belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:

“Mecliste kadın erkek fırsat eşitliği komisyonunda yer alıyorum ama ben bu komisyonun adı ‘toplumsal cinsiyet eşitsizliği’ olmalı diye düşünüyorum. Kadınlar böyle bir dönemde çeşitli zorluklarla mücadele ederken bizler de mecliste şu çalışmalarla onların mücadelesine destek olmaya çalışıyoruz, bize gelen başvurularını değerlendiriyor ve istatistikler tutuyoruz demeyi çok isterdim ama ne yazık ki meclis tatilde olduğu için bunu diyemiyorum, çünkü meclis tatilde olduğu için komisyonlar da çalışmıyor. Ama şunu içtenlikle söyleyebilirim; meclis ve komisyonlar çalışmasa da biz milletvekilleri olarak sürekli alanlardayız. Bu dönemde toplumda her kesimin yanında olmaya çaba sarf ediyoruz. Ülkemizde bunca insan çalışmak zorundayken bizler asla evde kalamayız. Evde olduğumuz zamanlar ise sürekli telefon görüşmesi yapıyoruz. Bu dönemde inanın telefon aramaları çok yoğunlaştı. Gün içinde çok fazla kişi arıyor. Ayrıca yaşanılan sorunlar da çeşitlendi. Biz de bu süreçte boş durmamaya özen gösteriyoruz.

Komisyonun yaptığı en verimli işlerden bir tanesinin özellikle toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme olduğunu söylemek isterim. Bu çalışmayı da Birleşmiş Miller (BM) ile beraber yaptı. Ben de 20 yıldır yerel yönetimlerde yer aldığım için Eskişehir Belediyesi olarak toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme uygulamasını başlatan Türkiye’deki ilk belediyeyiz. Ama benim şu an tek hedefim, tüm kamu bütçelerinde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme uygulamasının başlatılması. Şu an üyesi olduğum komisyonun da 2 alt komisyonu var; bunlardan biri kız çocuklarının bilim eğitimine yönlendirilmesi ama ben bu komisyona şerh koydum. Çünkü bunun bir toplum mühendisliği olduğunu düşünüyorum ve yıllarca çocuk hakları üzerine çalıştığım için de çocuk haklarına aykırı bir durum teşkil ettiği görüşündeyim. Bu yüzden komisyona şerh koydum, katılmadım. Diğer alt komisyonumuzda ise İstanbul Sözleşmesinin etkin uygulanmasıyla alakalı çalışmalar sürüyor. Ama dediğim gibi toplumsal cinsiyet eşitliği/eşitsizliği demekten korkan bir grupla çalışmalar yürütüyoruz ve kendileri iktidarda oldukları için genelde bu komisyon onların yönlendirmeleriyle gidiyor. Tabii özellikle muhalefet partileri olarak bizler hassasiyetimizi sürdürüyoruz. Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde İstanbul Sözleşmesinin aile yapısını bozduğuyla alakalı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da söylemleri oldu. Bu konu kendisi tarafından da dillendirildi. İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs’ta imzalanmıştı ve bu sene tam 9 yıl oldu. Muhalefet partileri olarak bizler, İstanbul sözleşmesi konusunda çok hassasız ve İstanbul Sözleşmesinden asla 1 adım geri atılmaması yönünde tüm çabamızı sürdürüyoruz. Bizler; kadınlar ölmesin, İstanbul sözleşmesi yaşatır diyoruz, ama diğer yandan tam tersini düşünenlere karşı direnmeye devam ediyoruz. Eskişehir’de boşandığı erkek tarafından sokak ortasında kafasına baltayla aldığı darbeler sonucunda öldürülen Ayşe’nin cebinde 44’üncü şikâyet dilekçesi vardı. Bu ülkede Ayşeler, Emine Bulutlar ölmesin diye üzerimize düşen sorumlulukları yapmaya devam edeceğiz.”

“SAĞLIK POLİTİKASI YÜRÜTENLERİN YAPMASI GEREKİRKEN İŞ ENGELLİ ÖRGÜTLERİNE DÜŞTÜ”

Pandemi döneminde engelli kadınlara yönelik hak ihlallerinin daha da arttığını belirten Engelli Kadın Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Gizem Tanay Aksaç, pandemi döneminde sağlık politikası yürütenlerin yapması gerekirken işleri sivil toplum örgütlerinin yaptığını vurgulayarak şunları anlattı:

“Türkiye’de vesayet altına alınmış bir grup engelli kadın zaten hayatlarının çok büyük bir kısmını sokağa çıkma yasağı altında yaşıyordu ve hayatlarının sonuna kadar da bu süreç devam ediyordu.

Biz bu kapalılığın şiddeti arttırdığını, özellikle de şiddet vakalarının yüzde 50’sinden fazlasını bu kapalı kurumlarda ve evlerde kapalı tutulan engelli kadınların yaşadığı tespitine varmıştık. Ne yazık ki bununla ilgili hiçbir önlem alınmadı ve engelli kadınların yaşadığı sorunlar salgın döneminde tüm kadınların sorunu haline geldi.

Ülkemizde 6284 sayılı kanun gibi şiddetle mücadele mekanizmaları vardı ama biz pandemi öncesinde de bu mekanizmalardan faydalanamıyorduk. Tabii bu mekanizmaları da arar hale geldik. Eskiden kurumlara erişim konusunda birçok problemle karşılaşırken şu an genelgelerle alınan tedbirler engelli kadınların şiddetten uzaklaşmasını çok daha olumsuz yönde etkiledi. Ayrıca bu dönemde engelli kadınlarda yoksullaşmanın daha da arttığını tespit ettik. Zaten salgın öncesinde birçok engelli kadın hem kayıt dışı hem de güvencesiz işlerde çalışıyordu. Bu dönemde alınan tedbirler de ne yazık ki onları yoksullaşmaya daha fazla sürükledi. Gerek kamu idarelerinin veya yerel yönetimlerin bu konuda belki birçok sosyal paketi vardır, ama kadınlar bunun  bilincinde olmadığı için ve onlara uygun formatlarda bu bilgiler verilmediğinden birçoğu bize ulaşıyorlar. Onları bilgilendirip, ilgili kurumlara yönlendirmeye çalışıyoruz. Dolayısıyla bu süreçte kurumlara erişim ciddi sorun haline geldi

Sürecin en başında enfekte olmamak için nelere dikkat etmemiz gerekir, ellerimizi nasıl yıkamalıyız veya kaç dakika yıkamamız gerekiyor? Pandemi döneminde kendimizi korumak için nelere dikkat etmeliyiz? Veya bu dönemde hangi ilaçları kullanmamız gerekiyor gibi birçok tedbir, erişilebilir kamu spotlarıyla yayınlanmadığı için engelli bireylerin farkında olmadan yanlışlar yapmasına ve dolayısıyla sağlık hakkının ihlaline neden olundu. Bu işleri  sağlık politikası yürütenler yapması gerekirken, iş engelli örgütlerine düştü ve biz gönüllü STÖ’ler tarafından pandemiye yönelik tedbir uygulamaları erişilebilir formatta yayınlandı ve bütün engelli bireylere ulaştırılmaya çalışıldı.”

“SİZ ZATEN ENGELLİSİNİZ SOKAĞA ÇIKMAYIN, EVİNİZDE OTURUN…”

“Ayrıca, ALO 184 hattı da kesinlikle engelli bireylerin erişimi için uygun değil. Engelliler için sağlık kurumlarına erişilebilir başka bir hat varsa da işitme engelli kadınlar bunun bilincinde değil. Bu yüzden çok acil önlemler alınması gerektiği düşüncesindeyim.

Biliyorsunuz, bir de ücretsiz olarak maske dağıtılmıştı. Ama engelli bireylerin bu maske dağıtımının dışında tutulduğuna dair bir duyum aldık. Yani biz dahil bütün üyelerimiz ve görüştüğümüz tüm engelli örgütleri içinde hiçbir engelli bireye maske gitmediğini öğrendik. Hatta bir arkadaşım kamu yönetiminde ilgili bir makamı aradığında şöyle bir cevap aldı; ‘siz zaten engellisiniz sokağa çıkmayın, evinizde oturun. Çok istiyorsanız eğer gidip parayla alabilirsiniz…’

E tabi bu da bizde “fiili olarak bir sağlık politikasından dışlanmamız mı söz konusu acaba?’ diye kaygı yaratıyor.

Bu süreçte yaşadığımız sorunların başında aslında bir de eğitim olduğunu söyleyebilirim. Çünkü ilkokuldan başlayıp üniversitelere karşı bütün eğitimler online sisteme taşındı. Hatta üniversitelerde sınavlar da online yapılıyor ama bu online sistemler bizler için çok erişilebilir olmuyor. Hatta ben kendimden örnek vereyim doktora yeterlilik sınavım online yapılacağı için kayıt dondurma dilekçesi vermek zorunda kaldım. Sınava hazır olduğum halde 5-6 ay sonra girmek zorunda kalıyorum. Görüştüğümüz çok başarılı öğrencilerimizden gelen sonuçlar aslında sınav ortamının çok da uygun olmadığını ve bu nedenle derece alan öğrencilerimizin bile 3 sınava girdiyse 2’sinden kaldığını çok sık duyuyoruz. Birleşmiş Milletler (BM), sağlık politikası üretilirken koruyucu, önleyici tedbirlerin engellileri de kapsayacak şekilde bütünleştirici yapılması ve bu sürece engelli örgütlerinin özellikle dahil edilmesi gerektiğini vurguluyor ve şöyle diyor; ‘politikamız kimseyi geride bırakmamak bunu da taraf devletlere hatırlatalım’. Biz de bu sürecin daha az mağduriyetlerle atlatılması, ihlallerin azaltılması ve çözümlenebilmesi için Türkiye’yi bu bilgi notuna uymaya davet ediyoruz.”