Zozan Özgökçe / Demokrat Haber Van

 

Kadına yönelik şiddetle mücadele ederken Van’daki erkeklerden duyduğum en klişe eleştirilerin başında (muhtemelen her yerde feministlere yöneltilen en yaygın eleştiridir) “Siz sadece kadınları dinliyorsunuz, bir de erkek tarafından dinleyin” oluyor. Oysa benim açımdan haksızlığa, tahakküme, sömürüye, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalanların beyanı her zaman esas olmuştur. Haliyle bu durumda kulağımı ve yüreğimi ilk açacağım cins kadınlardır. Biz kadın hakları aktivistlerinin, kadın-erkek mahkemesi kurup, kimin haklı kimin haksız olduğuna karar verecek “eşit mesafeli” bir konumu tercih etme gibi bir durumumuz olamaz. Bizim açımızdan esas olan politika; birbirimiz ile dayanışma içinde olmak, birbirimizi güçlü kılacak stratejileri oluşturmak ve birbirimizin sesine ses vermektir.

 

Ancak yine de erkekleri de dinlemişliğim çok olmuştur. İşte bazı örnekler...

 

Dayaktan kolu kırılmış kadının kocası derneğe (VAKAD) geliyor eşini aradığını söylüyor. ‘Hayırdır ne oldu?’ diye sorduğumda ‘Bir tokat attım gitti evden’ diye cevap alıyorum. Kadın ise ‘Sürekli beni dövüyor. Bahanesi çok. Dövmediği zamanlar hakaret ediyor. Dün gece beni o kadar çok dövdü ki ‘kolum kırıldı’ dedim daha çok dövdü. O sabah bir fırsat bulup kaçtım evden’ demişti.

 

Evden kaçan kızın babası kızı belki VAKAD’dadır diye geliyor. ‘Hayırdır ne oldu?’ diye soruyorum. ‘Okula gitmedi. Hayırlı, helal süt emmiş bir akrabası istedi ben de verdim. Onun iyiliği için evlendirmek istedim. Bütün aileyi utandırarak kaçtı gece.’ Genç kız ise ‘Okulda çok başarılıydım. Karnem hep çok iyiydi. Öğretmenlerim beni çok severdi. Babam bir gün okula gitmeyeceksin dedi. Yollamadı beni. Şimdide benden kaç yaş büyük bir akrabam ile beni evlendirmek istiyor’ demişti.

 

İntihar eden gencecik bir kız çocuğunun ailesi ile görüşmeye gidiyoruz. Baba diyor ki ‘Çok mutluydu. O sabah hepimizi öptü. Hiçbir şey yoktu. Geçen gelip istediler. Ben de verdim. Başlık parası bile almadım. Hediye ettim kızımı.’

 

Kız kardeşinin ölümünden şüphe duyuyor abi. VAKAD’a geliyor ve anlatıyor. ‘İntihar ettiğinden bir hafta önce bize geldi. Kocamın dayağına dayanamıyorum dedi. Sonra muhtar geldi bizi ikna etti götürdü ablamı. Bir duyduk intihar etmiş. Komşular anlattı intihar ettiği sabah yine dayak atmış kocası.’ Savcı ile görüşüyoruz. Silahla kendini öldürmüş. Savcı soruşturuyor. Bazı raporların gelmesini bekliyorlar. Abinin anlattıklarının ışığında savcılığa dilekçe yazıyoruz birlikte. Soruyorum ‘Kaç çocuğu vardı kardeşinizin?’ 3 diyor ama emin olamıyor annesini arıyor. Annesinden 7 çocuğu olduğunu öğreniyor.

 

Bugün başı önünde çok üzgün ağlamaklı konuşan bir adam geldi görüşmeye. Mahkeme kâğıdı verdi sonra hemen boynunu büktü. Aile Mahkemesi tahkikat istemiş, onun tebligatını gösteriyor bana. Baktım belgeden meselenin kendisi anlaşılmıyor. Ne oldu? diye sordum. ‘Abla sen karı hakları ile ilgileniyorsun, çok emek veriyorsun. Allah senden razı olsun. Bana bir akıl ver diye geldim. Ben 6 yıldır uyuşturucudan cezaevindeydim. Karım 3 aylık hamileydi cezaevine girdim. Şimdi kızım 6 yaşında. Karım ve kızım hep beni ziyarete geliyordu. Hiçbir sorunumuz yoktu. Biri aklına girmiş. Zaten biraz deliydi. Sürekli beni ‘kocam dövüyor’ diye karakola gidiyordu zaten. Şimdi de ‘dulluk maaşı’ almak için benden boşanıyor.’

 

‘Dulluk maaşı boşanmış kadınlara verilmiyor eşi vefat etmiş kadınlara veriliyor’ diyorum.

 

Ses yok.

 

‘Peki boşanma davası açma gerekçesi olarak ne geçiyor davada?’ diye soruyorum. ‘Bilmiyorum.’ diyor.

 

‘Nerede kalıyor eşin şimdi?’

 

‘Yeni Mahalle’.

 

‘Yani ailesinin yanında mı?’

 

‘Evet.’

 

‘Hiç kavga ettiniz mi?’

 

‘Hayır.’

 

‘Peki ne olmuştur sence?’

 

‘Valla ben inşaatlarda çalışıyorum. Ona her gün et, pirinç, ekmek alıp geliyorum. Bana akşamları yemek yapsın sabah da kahvaltı versin başka bir isteğim yok. Ama o diyor ben de çalışacağım. Ben ölürüm onu çalıştırmam. Gidecek bir soytarının yanında çalışacak. Onun arabasına binecek. (Sen bacımsın) Bana gavat diyecekler. Ben ona geçen de elbise aldım. Sen ne iş yapıyorsun bilmiyorum abla ama senin yoktur öyle kıyafetin. Ama hep mutsuz. Bir de aklı pek yerinde değil. 35 kez karakola gitmiş abla demiş kocam beni dövüyor. Valla o beni dövmüş, ben onu dövmemişim. Ben 100 lira için karımı çalıştırmam abla. Onun çalışması için benim ölmem lazım. Aklına girmişler abla. O düşünemez boşanma falan.’

 

Uzun uzun ona kadın haklarını anlatıyorum. Ama adam her seferinde ‘Bunlar ne biçim haklardır abla. Sen de Kürt kızısın hiç kadın çalışır mı? Hiç kadın başka erkeklerle dört duvar arasında durur mu? Ben ‘gavat’ mıyım abla? diye de bir de üstüne sorular soruyor.

 

Kaç yaşındasın? diye sordum, 30, eşin?, O’da herhalde benim yaşımdadır.

 

Bu umutsuz tablo karşısında ne diyeceğimi gerçekten bilemiyorum. Bütün bu diyaloglardan varabileceğimiz en kestirme sonuç; kadının hiçbir şekilde eşit ve irade sahibi bir özne olarak hala görülmediğidir. Erkek egemenliği her durumda ve olayda kendisini haklı kılacak söylemleri ve desteği maalesef bulabilmektedir, egemenliğini meşrulaştıran ataerkil sisteme sonuna kadar sırtını dayamaktan vazgeçmemektedir. Tarihin hala en “doğal” görülen eşitsizlik türü cinsiyet eşitsizliğidir.