Ayşe Hür / Radikal

Son dönemde, çeşitli vesilelerle İslam’ın (Kuran’ın, hadislerin, İslam tarihçilerinin vb.) kadına bakışı konusundaki tartışmalar daha gür sesle yapılır oldu. (Ya da öyle olduğunu hayal ediyorum!) Ben de, hem Kurban Bayramı’nı hem de Türkiye, Küba ve Kanada’nın teklifi üzerine BM tarafından kabul edilen ve bu yıl ikincisi kutlanan 11 Ekim ‘Dünya Kız Çocukları Günü’nü vesile ederek bu tartışmaya tarih boyutuyla katkıda bulunmak istedim.

Kuran’da kadının adı yok 
Müslümanlığın temel metni Kuran’da kadınlardan sık sık söz edilir, hatta ‘kadın’ başlıklı bir de sure (Nisa) vardır. Uzun uzun ayetlerden örnekler de verebilirim ama yerimiz kısıtlı. Bu yüzden kendi özetimi yapayım: Her ne kadar Ahzap Suresi’nin 35. ayetinde kadınla erkeğin eşit olduğu söylenirse de bütünü değerlendirildiğinde, Kuran’daki kadın, dini yükümlülüklerde ve ekonomik işlerde bağımsız ancak sosyal işlerde erkeğe bağımlıdır. Hukuki açıdan eksikli, cinsel açıdan erkekten çok daha fazla tehdit edicidir. Namusunu korunması için, hatta yolculuk için kendisine öncülük edilmesi gerekendir. “İyi kadınlar, itaatkârdırlar.” 

Kuran’da Adem’in karısının (Havva’nın adı geçmez, ‘sen ve eşin’ veya ‘onlar’, ‘tek nefisten varedilen eş’ diye anılır), Yusuf’u büyüten Mısırlı Aziz’in karısının (adının Züleyha olduğunu biliriz ama Kuran’da adı geçmez), Firavun’un karısının (adı Asiye’dir ama Kuran’da geçmez), Musa’nın üvey annesinin (Kuran’da adı geçmez), efsanevi Saba Melikesi’nin (‘Saba halkına sahip kadın’ diye geçer. Adının Belkıs olduğunu 9., 10. yüzyıl yazarlarından öğreniriz) hikâyelerini okuruz, ancak dediğim gibi bu kadınların adı yoktur. Kuran’da adıyla anılan, hatta adına sure olan tek kadın İmran’ın kızı (babası belirtilir ama annesinin adı yoktur), (adı bu bağlamda nedense anılmayan Musa’nın ve) Harun’un kızkardeşi Meryem’dir. Öyle ki Tevrat ve İncil’de bile Meryem’e bu kadar yer ayrılmamıştır. Ancak anlatılan kadının Musa’dan 1000 yıl sonra yaşamış olduğu varsayılan İsa’nın annesi Meryem olduğu anlaşılır. (Bu iki ayrı Meryem’in nasıl olup da Kuran’da tek kişi haline geldiğini merak edenler kaynakçadaki yazı okuyabilir.)

Hadislerdeki kadın Kuran’ın tamamlayıcısı hadis külliyatında sahih kabul edilen bir hadise göre: "Cennetlik kadınların en üstünleri Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatıma, Firavun'un zevcesi, Müzahim'in kızı Asiye ve İmran'ın kızı Meryem'dir."

Bazı İslam ilahiyatçıları Meryem’i, İsak ve Musa’nın annesi Sara ve Firavun’un karısı Asiye ile birlikte peygamber sayarlar. Çünkü bu üç kadın da Allah’ın meleklerinden bazı işaretler almışlardır. Kuran’da ayrıca Nuh’un, Lut’un ve İbrahim’in karılarından da adı verilmeden (ve olumsuz bağlamda) söz edilir. Ayrıca Peygamberin karılarından Zeynep, Ayşe (Aişe) ve Ümmü Salama da Kuran’da dolaylı olarak (ve çoğunlukla kıskançlık, başkasının malına göz dikme gibi negatif bağlamda) yer alır. 
Hadis külliyatında ve İslam kıssalarında Havva olumsuz bir figürdür. Kuran’da yasak meyvanın yenmesinde tek sorumlu Adem’ken, hadislerde Adem’i ayartan kişi olarak tarif edilir. 
Aziz’in karısı (Züleyha), hadis geleneğinde olumsuz bir figürdür. İddiaya göre Züleyha, Yusuf erişkinliğe erdiğinde onu baştan çıkarmaya (fuhuşa itmeye) çalışmış, ama Yusuf buna başarıyla direnmiştir.

Gerek Kuran’da, gerekse hadis külliyatında Belkıs hakkında net bir fikir yoktur. Belkıs’ın anasının babasının kim olduğu, Süleyman’la evlenip evlenmediği, evlendiyse o sırada bakire olup olmadığı gibi konular muğlak bırakılmıştır. Sonunda İslam ilahiyatçıları Belkıs’la Süleyman’ın ‘ayrı dünyaların insanı’ olduğunda hemfikir olmuşlardır. Ama hikâyenin asıl mesajı son derece büyük bir siyasi güce sahip olan Belkıs’ın sonunda kocasına ve Allah’a teslim olmasıyla, siyasal iktidarın kadından erkeğe devridir ki bu konu üzerinde pek konuşulmamıştır. 

Hadis külliyatında olumlu biçimde ele alınan diğer kadın figürler başarılı bir tüccar olan. Muhammed’in sırdaşı, Muhammed’in bu dünyadaki kutsal görevinin ne olduğunu ilk öğrenen, yüzü kıbleye dönen ilk kadın olan Hatice, Kuran’ın ayetlerinin yazılı olduğu çeşitli malzemeleri evinde saklayan Hafsa (Ömer’in kızıdır), ilk Müslüman kadınlardan Ümmü Varaka, Şii hadis külliyatında Peygamberin kızı, Ali’nin karısı Fatma’dır. Ayrıca 20’ye yakın kadın hadis nakledici olarak anılır. 
İslam tarihinde bazen olumlu (Peygamberin en gözde eşi olduğu için, Peygamberin ölüm yolculuğunda ona eşlik ettiği için), bazen olumsuz (Ali ve Muaviye çatışmasındaki kışkırtıcı rolü yüzünden) ele alınan figür ise Ayşe’dir. Öyle ki Ayşe’nin adı Şii geleneğinde ‘fitne’ ile özdeşleşmiştir.

Kadınların camideki yeri 
İslam tarihi boyunca kadınların sosyal hayattaki yerlerini anlatmaya bir gazete yazısı yetmez. Bu nedenle iz sürmesi daha kolay olan bir alana, kadınların siyasetteki yerlerine bakmayı seçtim. Tahmin edileceği gibi, tarihi erkekler yazdığı için kadınların hikâyesine dair bilgileri bulmak kolay değil. Elimizde bazı bilgi kırıntıları var sadece. Bu kırıntıları toparlarsak; 1400 yıllık İslam tarihi boyunca, İslam devletinin en yüce makamları sayılan halifelik ve imamlık erkeklerin tekelinde kalmış. (Arapçada bu iki sözcük eril.) Ancak Peygamber’in zamanında sahabe kadınlar camiye (cuma ve bayram namazları da dahil) rahatça girerlermiş. Peygamber’in kadınların güzel kokularla ve güzel giysilerle camiye gelmesini istemediğine dair hadisler var. Arada neler olduğunu tam bilmiyoruz ama bundan yaklaşık bir asır sonra, ünlü hadisçi Buhari’nin (ö. 870) Kitabü’l Cuma adlı eserinde şöyle bir hadis görürüz: “Allah’ın mescitlerini Allah’ın kadınlarına yasaklamayın.” Ondan yaklaşık yarım asır sonra, Kütüb-ü Sitte denilen altı önemli hadis mecmuasının beşincisinin müellifi olan İmam Nesâî (ö. 916), kadınların camide nerede duracaklarını, kadın ve erkek cemaatin yoğunluk oranlarını ve aralarındaki uzaklıkları tayin etmeye çalışacaktır. Ondan üç asır sonra ise Hanbeli İmam El-Cevzi (ö. 1200) kadınlara evlerinde namazlarını kılmalarını söyler, bununla da yetinmez kadının evden çıkmasının nasıl dine aykırı olduğunu ispatlar (!). 

Kadın, erkeklere namaz kıldıramaz
12. yüzyıl düşünürü İbn-i Rüşd bu konuda asırlarca süren tartışmaları şöyle özetler: “Kadının erkek cemaate namazda imamlık etmesi üzerine görüşler çok çeşitli, hatta bazıları kadın cemaate bile imamlık etmesine karşı (…) Şafii, kadınların kadın cemaate namaz kıldırmasına cevaz verirken, Malik yasaklıyor. Ebu Tavr ve Tabari’ye göre kadının iki cemaate de imamlık etmesine izin var. Yine de çoğunluğun üzerinde vardıkları anlaşmaya göre kadının erkek cemaate namaz kıldırması yasaklanıyor.” 

Peki muhafazakar ulema başarılı olabilmiş mi? Yer kısıtı yüzünden sadece bir örnek verip yorumu size bırakacağım. 14. yüzyılın ünlü seyyahı İbn-i Batuta İran seyahatinde şahit olduklarını şöyle anlatır: “Şiraz halkı iyi, dindar ve iffetli insanlar ve özellikle bu konumdaki kadınların sayısı çok daha fazla. Potin giyip, hırka ve peçe takarak dışarı çıkıyorlar… En şaşırtıcı yönleri de her pazartesi, perşembe ve cuma günleri vaaz dinlemek için büyük camide bir araya gelmeleri. Çoğu kez bin-iki bin kadın bir araya geliyor (…) Başka hiçbir yerde bu kadar çok kadın cemaate rastlamadım.” 

Adım adım iktidara 
İşin dini yanı böyle. Buna karşılık, siyasi bir rolü anlatan sultan ve melik kelimelerinin pek çok dilde dişil karşılıkları var. Yani bu makamlar İslam ülkelerinde konuşulan diller açısından kadınlara açık görünüyor. Peki bu pratiğe geçmiş mi?

İslam dünyasında siyasi egemenliğin iki temel ölçütü var: Cuma hutbelerinde adın okunması ve adına para basılması. Müslüman kadınların siyasete giriş süreci kademeli olmuş. Önce devleti perde arkasından yönetmeyi denemişler. Bu konuda ilk örnekler, Tabari’nin (ö. 923) hikâyesini anlattığı iki cariye; Emevi Halifesi II. Yezid’in gözdesi Habibe (yıl 720) ile Abbasi Halifesi El Mehdi’nin eşi Hazeyran (yıl 775). 

150 yıl sonra (930 yılında) karşımıza yine güçlü bir kadın çıkıyor: Abbasi Halifesi El Mukter’in annesi Şahab, 13 yaşındaki oğlunun hilafetine naiblik yapmış. 961-976 arasında Endülüs Emevilerinin Halifesi El Hakim El Müstansir’in karısı Sabah da, kocasının ölümünden sonra oğlunun naibi olarak 20 yıl boyunca Kordoba Hilafetini yürütmüş. İslam tarihçileri, Hıristiyan kökenli olan Sabah’ı, Kanuni’nin eşi Hürrem gibi ‘entrikacı’ biri olarak tasvir ediyor. Gerçeğin ne olduğunu Allah bilir! 

Fatımi hilafetinde bir kadın İktidarı doğrudan elinde tutan ilk Müslüman kadın, 1020 yılında Kahire’deki sarayında, bir sabah uyanıp tanrı olduğunu ilan eden Fatimilerin 6. Halifesi Hekim Biemrullah’ın esrarlı yok oluşundan sonra Halifelik makamına oturan ablası Sittü’l-Mülk. 

14-15. Yüzyıl tarihçisi El Makrisi’ye göre ruh sağlığı bozuk olan El Hekim halkına yaptığı çeşitli zulümler bir yana, kadınların cismini dahi görmek istemezmiş. Bunun için önce geceleri sokağa çıkmalarını yasaklamış, sonra gülmelerini, ağlamalarını yasaklamış, kunduracıların kadın ayakkabısı yapmalarını yasaklamış, kadınlara has hamamları yasaklamış… Nihayet kadınların gündüz bile sokağa çıkmalarını yasaklamış. Makrisi, El Hekim’in sonunu bu bitmez tükenmez baskıların ve elbette tanrılık iddiasının getirdiğini söylese de, bazı tarihçilere göre sonu ablası Sitt’ül-Mülk’ün elinden olmuşa benziyormuş. ‘Devlete Hükmeden Hanım’ın iktidarı kısa sürmüş, ama olayın etkileri günümüze kadar gelmiş. Nedir bu etki derseniz, El Hekim’in bir gece ansızın ortadan kayboluşunu kabul etmeyenler İsmailiye mezhebinin mensupları günümüzde Dürziler diye anılıyorlar ve Cebel Lübnan’da El Hekim’in dönüşünü bekliyorlar. 

Yemen’in ‘hür’ kadınları 
Şimdi yüzümüzü Kahire’den uzaklara, Yemen’e çevirelim: Yemen’de hüküm süren Şiiliğin İsmailiye koluna bağlı Süleyhi hanedanından Esma (ö. 1087) yıllarca iktidarı kocası Ali Süleyhi ile paylaşmış. Sanılmasın ki, Ali zayıf bir kişilikmiş de ondan bu sıradışı işi yapmış. Aksine Ali Süleyhi bir kadı oğluymuş, çok zekiymiş, dini bakımdan çok bilgili, siyasi açıdan da çok güçlüymüş. Kaynaklara göre, karıkoca resmi belgeleri birlikte imzalarmış. Esma meclis toplantılarına peçesiz katılırmış. Yemen camilerinde hutbelerde adı kocasıyla birlikte okunurmuş. Ali Süleyhi bir hac yolculuğunda muhalifleri tarafından öldürüldükten (1066) sonra, Esma kocasının kesik başıyla birlikte birkaç ay hapis yatmış, ama sonunda ülkesine dönmeyi başarmış. Oğlu ve gelini Ürve’yle birlikte ülkeyi yönetmeye devam etmiş. Ürve ise kocasının hastalanmasından itibaren (ve ölümünden sonra) tek başına 50 yıl iktidarda kalmış. Ancak Ürve dönemine dair bilgiler sınırlı nedense. Bu iki kadının da unvanı ‘El Hürre’ yani ‘hür, özgür kadın’ imiş. 

Bu devirde bir başka ‘El Hürre’, Yemen’in bugünkü başkenti San’aya komşu Zübeyd’in melikesi olan ‘El Hürre Alem’. Kaynaklara göre kocası Mansur, önce cariyesi, sonra karısı olan bu kadının zekâsından ve mantığından öyle etkilenmiş ki, ona danışmadan hiçbir karar almaz olmuş. Adına hutbe okutulmadığı bilinen El Hürre Alem, bu işi o kadar iyi yapmış ki, kocasının ölümünden sonra da devleti yönetmeye devam etmiş. Yemenlilerin bu hanım sultanlarla övündüğünü şuradan anlıyoruz: Onlara, Kuran’ın tartışmalı ama güçlü kadın hükümdarı Belkıs’a atıfla, ‘Belkıs es Suğra’ (Küçük Belkıs) diye hitap ederlermiş. 

‘Erkek gibi’ Raziyye Sultan
Hanım sultanların en ünlüsü 1236’da Delhi’de kardeşi Sultan Rükneddin’in işlediği suçtan sonra halkın önünde adalet isteyen ve ardından tahta çıkan ve uzun yıllar hüküm süren Raziyye Sultan olmalı. İbn Batuta olaydan 100 yıl sonra Hindistan’a geldiğinde, adına sadece hutbe okutulan değil para da bastırılan ilk Müslüman kadın olan Raziyye’nin efsanesinin hala dillerde olduğunu gözlemlemiş. Batuta’ya göre Raziyye’nin tahta geçer geçmez ilk işi peçeyi çıkarmak olmuş: “Bu kadın hükümdar dört yıl boyunca mutlak bir otoriteyle saltanat sürdü. Erkekler gibi ata biniyor, yayı ve okluğu sırtında, çevresinde saraylılar, yüzü peçesiz çıkıyordu.” Bir başka kaynağa göre ise saçlarını erkek gibi kestirmiş, erkek gibi giyinmeye başlamış. İslam tarihçilerinin övgüyle bahsettiği Raziyye’nin düşüşü, bir köle erkeğe âşık olmasından olmuş. Raziyye erkek rakiplerinin topladığı ordularla yaptığı bir dizi savaştan sonra öldürülmüş. Kısacası erkeklere münhasır bir alana göz dikmenin bedeli ağır olmuş. 

Fransız Kralı’nı esir alan kadın 
Tekrar Mısır’a dönelim. 1250’de, Mısır’da hüküm süren Eyyubi hanedanından İzzeddin Aybak’ın eşi Şeceret’üd-Dür, iktidarı bir erkek gibi askeri güçle ele geçirmiş, bununla yetinmeyerek Nil deltasındaki Mansura’yı kuşatan Fransız Kralı IX. Louis’yi esir almış. Cuma hutbesinde ve bastırdığı paralardaki unvanı şöyleymiş: “Arapların ve Arap olmayanların sultanı, karaların ve denizlerin hükümdarı, Hind ve Sind, Yemen, San’a ve Aden ülkelerinin hükümdarı, Doğu ve Batı ülkelerinin sultanı”. Ancak onun da sonu Raziyye gibi acı olmuş. 1257 yılında kendisine isyan eden askerler tarafından öldürülmüş, cesedi yarı çıplak biçimde bir yardan atılmış. Mezarı bugün Kahire’de adını taşıyan caminin haziresinde gömülü. 

Mutlu Türk ve Tatar hatunları
Erkekler, Şeceret’üd-Dür’ü tahttan indirmeye çalışırken 1258 yılında Cengiz Han’ın oğlu Hülagû’nun orduları Bağdat’ı fethederek, Abbasi Hilafeti’ne son vermişler. Hülagû’nun gözde zevcesi Dokuz Hatun (Nasturi imiş), Moğolların bölgedeki politikalarında önemli rol oynamış. Onun sayesinde önemli görevlere Nasturiler atanmış. Zaten İbn-i Batuta’ya göre “Türkler ve Tatarlar arasında bunlar (kadınlar) çok mutlu bir kadere sahipler. Bir emirname yazıldığında altına mutlaka şu kelimeler ekleniyor: Sultan ve hatunlarının buyruğudur.” 

Bu hatunların ünlülerinden biri 1257-1293 yılları arasında Kirman Devleti’nin hükümdarları olan Kutluk Türkan Hatun ile kızı Padişah Hatun. Kutluk Türkan Hatun 7 yıl hüküm sürmüş. Sultanlığı 1264 yılında Hülagû tarafından onaylanmış ve ‘İsmedü’d-dünya ve’d-din’ (Dünya ve dinin temizliği) unvanıyla adına camilerde hutbe okunmuş. Kızı Padişah Hatun ise ‘Saffetü’d-dünya ve’d-din’ (Dünya ve dinin duruluğu) unvanını almış. Halen Berlin Müzesi’nde bulunan bu paralardan birinin üzerinde “Hakhanu Padişah Cihan Hadavand Alem Padişah Hatun” yazısı okunabiliyor. Bu unvanda din kelimesinin olmaması manidar. Anlaşılan hatunun aklı öteki dünyada değil bu dünyada. Padişah Hatun’un yeğeni Ebeş Hatun ise 1263-1287 yılları arasında Fars Krallığı’nı yönetmiş. 1316’da Luristan bölgesinde kocası İzzeddin Muhammed’in ölümünden sonra tahta çıkan Devlet Hatun’un iktidarı kısa sürmüş, hatun yerini kardeşine bırakmış. 1339’da İlhanlı tahtına çıkan Satı Bek Hanım ise iktidarda kalabilmek uğruna üç kere evlendiyse de, sadece 9 aycık saltanat sürebilmiş. 

Yarı çıplak sultanlar 
Sadece Türk boyları mı kadın hükümdarlara açık? Yine İbn-i Batuta’dan öğreniyoruz ki, 13. yüzyılda Maldiv Adaları’nda üç kadın sultan (Hatice, kızı Meryem, onun kızı Fatma) hüküm sürmüş. İbn-i Batuta Maldivli Müslüman sultanların ve halktan kadınların başlarını örtmemesinden, saçlarını sımsıkı tarayıp bir yerde toplamasından, sadece bir peştamalle göbeklerinden bileklerine kadar örtünmelerinden, diğer yerlerinin açık olmasından şikayet ediyor ve devam ediyor: “Bu adalarda kadılığa getirildiğimde bu alışkanlığa son vermek için çaba gösterdim, kadınlara giyinmelerini emrettim ancak başaramadım.” 

14. yüzyılda Irak’taki İlhanlıların bir kolu olan Celayirli Hanedanı’ndan Hanım Sultan Tendü (Döndü) adına da camilerde hutbe okunmuş. 15.yüzyılın ortalarında yine Yemen’de hüküm süren Şerife Fatma, tarih kitaplarının yazmadığı bir başka ünlü kadın hükümdar. 1482-1492 arasında Gırnata’da (Elhamra’da) egemen olan Ayşe el Hürre, ile onun soyundan, Sida el Hürre, 1510-1542 arasında önce Akdeniz’de korsanlar kraliçesi olmuş, sonra tahta çıkmış. (Artık Osmanlı dönemindeyiz ama herkes bir şeyler bildiği için o konuya girmiyorum.) 1641-1699 yılları arasında Endenozya’nın Sumatra Adası’nın güney ucundaki Müslüman Açe (Aceh) Sultanlığı’nda üst üste başa geçen dört prensesin (adları ve unvanları çok uzun olduğu için yazmıyorum) muhalifleri, “Müslüman bir kadının devlet yönetmesinin caiz olmadığına dair Mekke’den fetva aldığı halde tahttan vazgeçmemişler. Hindistan’ın ikinci büyük Müslüman eyaleti Bhopal’de 1819-1926 arasında art arda dört ‘begüm’ün tahta geçtiğini söyleyerek tarihçeyi bağlayalım. 

Sözümüz bitmedi ama yerimiz bitti. Kadın araştırmacıların tarihte adeta arkeolojik kazı yaparak ulaştıkları bu bilgi kırıntıları bile, İslam dünyasında, asırlardır kadınların, erkeklerin kendilerine biçtikleri kıyafetlere de, rollere de sığmadığını gösteriyor. Bugün de böyle, yarın da böyle olacak. Ama kadınların tarihlerini erkekler yazdığı sürece, aynen bizler gibi, gelecek kuşaklar, bunun farkında olmayacak belki de… 

Özet Kaynakça: Fatima Mernissi, Hanım Sultanlar (İslam devletlerinde kadın hükümdarlar), Türkçeleştirenler: M. Ali Kayabal, Filiz Nayır, Cep Kitapları, 1991; Bahriye Üçok, İslam Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Bilge Kültür Sanat, 2011; M. Akif Aydın, "Kadın (İslâm'da Kadın)", TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 24, s. 86-94; Ruth Roded, “Women and the Qur’a¯n”, Encyclopaedia of the Qur’a¯n, Genel Editör: Jane Dammen McAuliffe, Brill, 2001, Cilt 5, s. 527-544; Mesut Masihiyyen, “İsa’nın Annesi Meryem Kimin Kızıydı?”, http://www.answering-islam.org/turkce/kuranikerim/meryem.html