Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. 1999 senesinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edilen günün tarihi, bundan 55 sene önce Dominik Cumhuriyet'inde meydana gelmiş o trajik olaya dayanıyor olsa da, geçen bunca yıl içinde kadına yönelik şiddetin hız kestiğini söylemek çok zor.

Patria Mirabal Reyes, Minerva Mirabal Reyes ve María Teresa Mirabal Reyes isimli kız kardeşlerin ölümü, Dominik Cumhuriyeti yetkililerinin kamuoyuna açıkladıkları araba kazası bahanesinin doğru olmasını dileyecek kadar korkunçtu; 31 sene boyunca ülkeyi diktatörlük rejimiyle yöneten Rafael Trujillo’ya karşı mücadele veren bu üç kadın, 25 Kasım 1960 tarihinde diktatörlük askerleri tarafından tecavüz edildikten sonra öldürüldüler.

Seneler sonra, 1999 senesinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Reyes Kardeşler’in ölüm yıldönümlerini Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak ilan etti. Sembolik olarak ilan edilen günler arasında insanlığın tüm inancı ve cesaretiyle desteklemesi gereken sayılı günlerden biri haline geldi 25 Kasım, çünkü kadına karşı şiddet aradan geçen onca zamana, konuda nispeten artan farkındalığa, çıkan onca yasaya ve imzalanan onca sözleşmeye rağmen azalmadı.

Kadın erkek eşitliğinde145 ülke arasında 135. sıraya gerileyen Türkiye ise kadına yönelik şiddetin her türlü örneğinin yoğun olarak yaşandığı ülkelerden bir tanesi. Konuda görece artan farkındalığın ve kitlesel tepkilerin çözüm olmaya yetmediği Türkiye’de kadına yönelik şiddeti ortaya koyan araştırma sonuçlarının vahameti ciddiyetini korurken, mevcut yasaların uygulanmasındaki aksaklıklar ve imzalanmış sözleşmelerin gündelik hayata etki etmemesi de bu şiddetin artar şekilde sürmesine sebep oluyor.

TÜRKİYE’DE KADINA KARŞI ŞİDDET YAYGIN BİR BİÇİMDE YAŞANMAYA DEVAM EDİYOR

Türkiye’de kadınlar yalnızca fiziksel şiddete maruz kalmıyorlar. Sözlü-duygusal-psikolojik şiddet, cinsel şiddet ve ekonomik şiddet de kadınlara erkekler tarafından kadınlara yönelik uygulanan şiddet türleri. Hacettepe Üniversitesi’nin bu yılın Mart ayında yayınladığı Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’nın ortaya koyduğu ilk sonuç Türkiye’de kadına yönelik şiddetin eskisi kadar yaygın olduğu. Kadınlar kendilerine en yakın olan erkekler tarafından şiddete maruz bırakılırken (eş, nişanlı, sözlü, erkek arkadaş sıralamasını baba, abi ve akrabalar takip ediyor) araştırma kapsamında görüşülen kadınların %38’i hayatlarında en az bir kere fiziksel ve/veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtiyor.

Her on kadından bir tanesi, uğradıkları şiddetin gebelik döneminde de devam ettiğini söylüyor. Araştırmanın 2008 yılında gerçekleştirilmiş örneğinde ise fiziksel şiddet ve cinsel şiddetin iç içe yaşanmadığı durumları ‘çok az’ olarak niteliyor.




20 SENEDE NE DEĞİŞTİ?


Araştırma geçmişte yapılmış örnekleriyle karşılaştırıldığında, Türkiye’de son 20 senede kadına karşı şiddet konusunda gözle görülür bir azalma ve iyiye gidişten bahsetmek hayli zor. Zira 2015 Mart ayı itibariyle Türkiye genelinde %36 olarak belirlenen fiziksel şiddet yaygınlığı 1994 senesinde yapılan bir araştırmada %34, 2008 senesinde yapılan iki farklı araştırmada sırasıyla %39 ve %35 olarak belirlenmiş.

KADIN CİNAYETLERİ HIZ KESMİYOR

Öte yandan Türkiye’de meydana gelen kadın cinayetleri hala ‘istisnai’ olarak nitelenebilecek durumda olmaktan çok uzak. 2010 senesinde, kocasından senelerce fiziksel ve cinsel şiddet gördükten sonra boşanan Ayşe Paşalı’nın, eski kocası tarafından vahşice katledilip, Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinin sembolü haline gelmesinden sonra maalesef Türkiye’de tablo iyiye gitmedi.

Dün yayına açılan kadincinayetleri.org’da yer alan bilgilere göre son beş senede Türkiye’de en az 1134 kadın öldürüldü. Kadın cinayeti faillerine verilen ceza indirimleri özellikle son dönemde dikkat çekerken, kadın örgütleri bu tür indirimlerin cinayetleri teşvik ettiğini belirtiyor. Kadın örgütleri, kadın cinayetlerinde iyi hal indirimi, saygın tutum indirimi ve tahrik indirimi gibi caydırıcı indirimlerin uygulanmasını engelleyecek ek madde tasarılarının mecliste gündeme alınması için çalışmalarını sürdürürken, kadınların kendi haklarının farkında olmalarının da, yasalarla kadına verilmiş haklarının korunmasını sağlayabilmenin de önemini vurguluyorlar.

6284 SAYILI KANUN NE DİYOR?

6284 sayılı Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna göre, kadının kendini tehdit altında hissettiği ve şiddet gördüğü durumlarda devlet, şiddet uygulayan kişiyi evden uzaklaştırır, kadına ve çocuklarına barınma olanağı sağlar, geçici koruma hizmeti tahsis eder, geçici maddi yardımda bulunur, çocuğa kreş imkanı sunar ve şiddet uygulayan kişinin koruma altındakilere ulaşması ve onlarla iletişime geçmesine engeller.

Hacettepe Üniversitesi’nin yaptığı araştırmanın sonucunda, görece yeni olan bu kanuna dair tedbir kararları arasında en yaygın olarak bilinenleri barınma imkanı ve geçici koruma hizmeti. Ancak bu senin başında basında yer alan haberlere göre korunma talebinde bulunan 24 bin 406 kadından 23 tanesi geçici koruma altındayken öldürüldü. 6284 sayılı kanunun tam anlamıyla işleyebilmesi için tedbir kararlarının eksiksiz şekilde uygulanmasının garanti altına alınması kadına karşı şiddetin önüne geçmek için hayati önem taşıyor.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN ÖNEMİ

Kadına karşı şiddeti sonlandırmak ve kadın cinayetlerinin önüne geçebilmek için, ilk olarak Türkiye tarafından imzalanmış İstanbul Sözleşmesi’nin işler durumda olması da oldukça büyük önem taşıyor. Diğer adı Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan ve İstanbul’da imzaya açılan sözleşmenin maddeleri arasında kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddetinin önlenmesi, mağdurların korunması, şiddet uygulayanların kovuşturulması ve kadına yönelik şiddetin sonlandırılmasına yönelik politikaların gözden geçirilmesi ve güncellenmesi konuları öne çıkıyor.

İstanbul Sözleşmesi’nde ayrıca, tecavüz dahil olmak üzere cinsel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünneti, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma gibi konularda alınması gereken önlemleri ve uygulanması gerekenleri açıkça belirtiliyor.

Sözleşmede öne çıkan bir diğer madde olan 42 numaralı, ‘Sözde ‘namus’ adına işlenen suçlar dahil kabul edilemez gerekçeler’ başlığı altında, kadına yönelik şiddette kültür, gelenek, din, görenek veya sözde namusun bu tür eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilmemesi için gereken hukuki ve diğer tedbirlerin alınmasını şartı koşuluyor.

Yani Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinde faillerin cinayet gerekçeleri arasında oldukça sık karşılaşılan ‘namus temizleme’nin kadınların öldürülmeleri konusunda bir gerekçe olarak görülmemesi için alınması gereken hukuki tedbirler, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan tarafların yükümlülükleri arasında.

İstanbul Sözleşmesi’nin kadın örgütleri ve kadının insan haklarına yönelik çalışmalar yapan topluluklar tarafından sürekli gündemde tutulmasının bir diğer sebebi ise sözleşmenin kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadelede etkin rol oynayacağına duyulan inanç kadar, sözleşmenin bütünün kadın erkek eşitliği ilkesinin hayata geçirilmesini de amaçlaması.

Aynı zamanda sözleşme 18 yaşından küçük olan kız çocuklarını da cinsiyetlerinden ötürü koruma altına alırken, şiddete uğramış kişilerin medeni durumlarına, cinsel kimlik ve cinsel yönelimlerine bakılmaksızın korunmasını öngörüyor. Buna ek olarak, şiddete maruz kalan kadınların zararlarının tazmin edilmesi de sözleşmenin tarafları bağlayıcı maddelerinden bir tanesi.


(Kaynak: Birce Altaylı/Radikal)