İyon Denizi’nin Yunanistan sınırlarında yaklaşık 30 saati aşkın bir süre boyunca aç ve susuz mahsur kalan, çoğunluğu Kürt mültecilerden dört kişi 'kaçakçılık' iddiasıyla tutuklandı. Dört günlük yolculuğun ardından 25 Ağustos'ta öğlen saatlerinde teknelerinin motorunun bozulması sonucu Zakinthos Adası’nın 26 mil güneybatısında mahsur kalan mülteciler aralarında çocuk, kadın ve hastaların olduğunu, yemek ve sularının tükendiğini, rüzgar ve akıntıdan kaynaklı denizde sürüklendiklerini belirterek Yunanistan Sahil Güvenlik ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarına acil yardım çağrısında bulunmuştu. Basın mensuplarına da ulaşan mülteciler, yaşadıkları durumu anlık olarak fotoğraf, video ve ses kayıtlarıyla belgeleyerek bildirmişlerdi.

Vedat Yeler'in Gazete Duvar'da yer alan habere göre, yardım çağrılarını uzun bir süre yanıtsız bıraktığı belirtilen Yunanistan Sahil Güvenliği, mültecilerin mahsur kaldığı tekneye 26 Ağustos saat 19:00 civarı, Antigua ve Barbuda kayıtlı Bulk Carrier HC Jana Rosa isimli bir yük gemisini yanaştırdı. Mısır’ın İskenderiye kentinden Hırvatistan’ın Split kentine gittiği tespit edilen Jana Rosa, 27 Ağustos'ta sabah saatlerinde Yunanistan Sahil Güvenliği’ne ait iki bot eşliğinde mültecileri Kalamata limanına ulaştırdı.

İKİ KİŞİ GEÇİCİ TEDBİRLE SERBEST BIRAKILDI

Konuya dair açıklama yapan Kalama Merkez Liman Başkanlığı, mahsur kalan 69 kişinin limana ulaştırıldığını ve yürütülen kaçakçılık soruşturması kapsamında 6 Türkiye vatandaşının savcılığa sevk edildiğini bildirdi. 31 Ağustos’ta mahkemeye çıkan altı Kürt mülteciden dördü, çıkarıldıkları mahkemede tutuklandı ve iki kişi ise geçici tedbirle serbest bırakıldı.

Karaya ulaştıktan sonra geriye kalan 5'i çocuk 63 mülteci (61 İranlı ve 2 Afgan) ise Kalamata Limanı'ndaki bir depo alanında tutuluyordu. Liman görevlileri konuya dair yaptıkları açıklamada, 63 kişinin göçmen kabul merkezine gönderileceklerini belirtti.

'İFADELER BASKI ALTINDA ALINDI'

Kaçakçılık iddiası kapsamında soruşturmaya tabi tutulan 6 Kürt mültecinin avukatlarından Chrysanthi Kaouni, hakimin, savcının uygun görüşü ile dört sanığın duruşmaya kadar tutuklu kalması, diğer ikisinin ise yargılanmayı beklerken yurt içinde kalması gerektiğine karar verdiğini aktardı. Soruşturma sürecine dair değerlendirmelerde bulunan Kaouni, yazılı ifadelerine ilişkin güvencenin adil yargılanma standartlarını karşılamadığını belirtti. Dosya kapsamına alınan ifadelerin, soruşturmayı yürüten sahil güvenlik baskısı altında alındığının altını ve çizen Kaouni, tercümanların 'gerekli niteliklere sahip olmadığına' işaret etti. 

Kaouni, şu ifadeleri kullandı: “Tanıklıkların tercümesini kolaylaştıran kişiler resmi olarak bu niteliklere sahip değildir. Soruşturmayı yürüten memurun, acil bir durum olması halinde, her iki dili de yeterince iyi bildiğini düşündüğü herhangi bir kişiyi tercüman olarak atayabileceğine dair yasal bir hüküm bulunmaktadır. Tanıkların ifadeleri yazılıdır ve sorgu hakiminin tanığı bizzat sorgulama şansı yoktur. Bu şekilde, tercümanın her iki dili de yeterince iyi bildiğine güvenilir ve sanığın kontrol etmesinin de yasal bir yolu yoktur. Tanıkları bulmak ve duruşmaya çağırmak bu tür davalarda imkansız olduğu için tanığın genellikle mahkemede de hazır bulunmadığına dikkat edilmelidir."

'KANIT SUNAMADIKLARI İÇİN 'MÜLTECİ' OLARAK NİTELENDİRİLMEDİLER'

Dosya kapsamında yazılı ifadelerin anlatım açısından birden fazla noktada oldukça benzer olduğuna dikkat çeken Kaouni, tanıkların tamamının İran vatandaşı, sanıkların tamamının ise Türkiye vatandaşı olduğunu not düştü. Kaouni tüm sanıkların, kaptanın İranlı olduğunu ve tekne mürettebatından bir kişinin Farsça konuştuğunu beyan ettiklerini kaydetti.

İki sanığın, bir buçuk gün gibi çok kısa bir sürede savunmalarını hazırlayarak mülteci olduklarına dair kanıt sunabildiklerini ve diğer dördünün ise 'yeterli' somut delili sunamadığını da aktaran Kaouni, “Bu, yalnızca bu kısa zaman diliminde kanıt sunamadıkları için mülteci olarak nitelendirilmemeleri anlamına gelmez” değerlendirmesinde bulundu.