Urfa’da 13 kişinin ölmesi…

Pek çok kişi için vaka-i adiye…

Hatta Pazar sabahı sıcak yataklarından çıkmaya değmeyecek kadar sıradan bir olay…

 

Öyle ya Uludere’de ölenler nasıl sadece “kaçakçı”ysa bazılarının gözünde bu cezaevinde ölenler de “mahkum” sonuçta… Demek ki bir suç işlemişler ki oradalar. Yani ölmeleri, yanmaları müstahak kimine göre…

 

Peki bütün bunları nereden mi çıkartıyorum?

Şöyle ki, şu anda konuyla ilgili yetkililere ulaşmak mümkün değil de ondan…

Tıpkı Uludere’deki gibi…

 

Bu satırları yazarken saat sabahın 10:00’u…

Ve doğal olarak Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nü aradım ilk olarak…

Karşıma çıkan tek kişi güvenlik görevlisiydi…

Kendisine sordum, basınla ilgili kiminle görüşebileceğimi…

Genel Müdüre ulaşmaya çalışıyordum…

Yanıtı kesin ve netti: Binada benden başka kimse yok…

Peki dedim sizin bir müdürünüzü arasak onlarda var mıdır başkalarının telefonları?

Öyle ya velev ki yangın Urfa Cezaevi’nde değil de Genel Müdürlük’te çıksaydı ne yapacaklardı? Muhakkak arayacakları bir telefon numarası olmalıydı…

Evet vardı bir telefon ama o da güvenlik müdürüne aitti.

Ve karşımdaki ses şunu söylüyordu: Böyle bir olay için ben kendisini rahatsız edemem…

 

Orada yananlar birilerinin oğlu, kocası, babasıydı…

Ailelerinin bir parçasıydı…

Hem Kandil gecesi hem de Babalar Günü öncesi yanarak can verdiler çoğumuz sıcacık yataklarımızda uyurken...

Kurtulanları ise bir başka zulüm bekliyordu…

Ellerinde kelepçeyle, başında silahlı askerlerle taşınmak…

Öyle ya bedenleri yanmış olsa da, ya kaçarlarsa, o zaman kim verir bunun hesabını?!

 

Böyle bir ülkenin Pazar sabahında ancak şu denebilir: İyi uykular Türkiye… Ellerinde kelepçe, burnunda yanık bedenlerin kokusu olsa da…