Doğurmak, doğurduktan sonra çocuğun her türlü sorunu ile yakinen ilgilenmek, onu yaşam içerisinde şekillendirmek, gerekirse ‘vatan, millet’ gibi ulvi değerler için ölüme göndermek, okuyup kendisine ve ‘milletine’ faydalı olmasını sağlamak, genel ahlak değerleri konusunda terbiye etmek gibi bir dolu misyon kadının üzerine annelik diye yıkılmıştır. Çocuğun yaşam içerisinde ‘kurması gereken’ her şeyden öncelikle anne sorumludur. E tabi bu sorumluluk dağı gölgelendiğinde veya çiçek açmadığında da sorumlu yine annedir. Hatta birçoğumuz yaşamışızdır kötü bir davranışımızda babalar annelere ‘senin çocuğun işte’ der, iyi bir davranışta ise babalar ‘işte benim çocuğum’ der. Toplumsal cinsiyete dayalı rol kalıplarından kadınları eve hapseden en büyük sorumluluk annelik görevidir. Ülkenin milli menfaatlerinden tutun da, toplumun tamamı hatta parlamento dahil topluma hizmet veren tüm kamu kurumları annelik üzerinden artı değer sağlamaya çalışır. Çeşitli finansal destekler verilerek engelli çocukların bakımı da annelere yıkılarak ucuza kapatılmaktadır. Bugünlerde Anneler günü vesilesi ile izlediğimiz reklamlarda da kadının kutsal anne rolünün önemi zihinlerimize pompalanmakta.

Annelik meselesi herkesçe kutsal bir mesele halini alalı asırlar oluyor. ‘Analar ağlamasın’ argümanı da bu nedenle en çok kullanılan tabir. Annelik kutsaldır... Nokta… Anne ol(a)mayan kadınlar da derhal anne olmalıdır. Tüp bebek merkezlerine destek de bu yüzdendir. Her kadın anneliği tatmalı ki bir şekilde ‘dize gelsin’, ‘hizaya girsin’. Anne olmamış kadın toplum için son derece zararlıdır. Kadın dediğin doğurmalı, anne olmalı, hatta iyi anne olmalı. Politikalar ve buna bağlı uygulamalar da (eğitimler, yardımlar, planlamalar, nüfus politikaları v.s.) annelik mefhumunun daha iyi öğrenilmesi üzerinden şekillenir. Başbakan’ın 3-5 çocuk doğurun bakamazsanız devlet bakar gibilerinden söylemi de bunun yansımasıdır. Kadınlar ulusa, vatana, millete çocuk doğursunlar.

Tabi kadınların doğurmaları ile iş bitmiyor. Bir de iyi anne olmaları için çeşitli eğitim programları üretiliyor, anneliğin kutsallığı ve önemi vurgulanarak ‘gelecek nesiller’ bizler üzerinden yoğuruluyor. İktidar kadınların bedenlerini kontrol altına almak, zapt etmek için bu eğitimi bir teknik olarak kullanmakta. Mesela Aile ve Sosyal Politikalar Van il Müdürlüğü’nün Van depremi sonrası bastırdığı broşüründeki fotoğraflarda çocuksuz kadın fotoğrafı bulunmamakla birlikte öne çıkardığı söylem ‘Mutlu çocuk, mutlu anne’ sloganıdır. Bunun dışında Bakanlığa bağlı tüm kuruluşlarda kadınlara annelik eğitimi veriliyor. Sevi Bayraktar’ın Ayizi’nden çıkan ‘Makbul Anneler, Müstakbel Vatandaşlar’ kitabı ortaya koyduğu detaylı analizle literatüre önemli bir katkı sunuyor. Bayraktar çalışmasını Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüklerine bağlı kurumlarda AÇEV tarafından yürütülen Anne-Çocuk Eğitim Programlarıyla (AÇEP) elde ettiği izlenimlere dayandırıyor. “Makbul anneliğin” sınırlarının söylemsel olarak nasıl kurgulandığının yansıtıldığı bu kitap bize iktidarın bir yönetim pratiği olduğunu da ustalıkla gösteriyor.

Tabi bakanlık bünyesindeki eğitimler içerisinde Kadının İnsan Hakları Eğitim programını dışında tutuyorum, çünkü bu eğitim programının kadını bir birey olarak ele alan bir program olduğunu biliyorum. Bu eğitim programına ben de katıldım, zaten ardından örgütlenerek VAKAD’ı kurduk, halen bu eğitimleri yapıyoruz. Başka bir yazının konusu olan Kadının İnsan Hakları Eğitim programının (KİHEP) kadınlara olumlu yansımaları hakkında bir dolu araştırma, makale bulunmakta. Ancak bunun dışında bakanlığın kurumlarında anneliği ve doğurmayı odağına alan Üreme Sağlığı ve Aile Planlaması, Kreş için anne eğitimleri KİHEP’ten daha yaygın bir şekilde hayata geçmekte. Bu eğitimlerde genel olarak erkek aklının kurguladığı Sevi Bayraktar’ın deyimiyle bir ‘aile mizanseni’ yaratılıyor. Kitap ‘Toplu ve neşeli yemek saatleri, yardımsever kocalar, çatışma çözücü aile toplantıları ile kurgulanan bu mizansende kadın, mizansenin seyircilerinin (eğitim katılımcıları ve uzman/öğretmenler) aldığı zevk aracılığı ile belli bir ‘anne’ kimliği sahiplenildiğinin’ altını çiziyor. ‘Başarılı-başarısız’, ‘tutarlı-tutarsız’ ‘ahlaklı-ahlaksız’, ‘ilgili-ilgisiz’, ‘çalışkan-tembel’, ‘sorumlu-sorumsuz’ davranış kalıpları içerisinde iyi olan damgayı yiyebilmek için kadınlar eğitimler aracılığı ile hizaya geliyorlar. Uzmanların uzman olduklarına ve söyledikleri her şeyin tartışmasız doğru olduğuna dair inançla kadınlar üretilmek istenen ‘makbul annelik’ formatına getiriliyorlar. Sevi Bayraktar bu eğitime bizzat katılarak eğitim sürecini gözlemlemiş ve kadınların aile içerisindeki ataerkil yapılanmayı sorgulamalarına imkan verilmediğini hatta annelik dışında başka arzu alanlarının olmasının da beklenmediğini, bunların aksine 24 saat aileye adanması gereken, öfkesini, hayal kırıklığını ve kinini bastırmaya hazır bir anne karakteri üretildiğini tespit etmiş. Sadece anne olması değil ‘süper anne’ olması gerektiği bilinci hem teorik hem de pratik olarak bu eğitimler aracılığı ile verilmekte. İyi anne söylemi üretilirken, kendi ötekisi kötü anne de tanımlanmış oluyor. Kötü anne ve rahat kadın olmamamızın gerekliliğinin bize enjekte edilmesinin ve iyi anne olmamızın gerekliliğinin bize her şekilde teorik ve pratik olarak öğretilmesini kim dert etmiş durumda?

İyi anne olmamız kapitalist sistemin derdi. İyi anne olmalıyız ki, kapitalist düzene hizmet edecek bireyler yetişsin. Kapitalist düzenin her mevkiinde yer alacak ucuz emek gücüne ihtiyaç var. Ucuz emek gücünün içerisine girmek için yetiştirilen çocukların kıt kanaat yaşamaları için annelerden güç almaları gerekecek.

İyi anne olmamız devlet aygıtının derdi. Çünkü yaşamı gönüllü bir şekilde çekip çeviren annelerin ev içindeki küçük devleti sorgula(t)mamalarına yarıyor ki vatan için ölüme yetiştirilecek çocuklar yaşamlarını yitirdiklerinde annelerin dudakları arasından ‘vatan sağ olsun, bir çocuğum daha olsa onu da verirdim’ gibi cümleler çıksın.

İyi anne olmamız militarist ideolojilerin derdi, çünkü annelerin militarizasyonu savaşlara gereken askeri gücün kaynağı aynı zamanda. Ana rahmindeki her canlı militarist ideolojiler için hem ulus devlet inşasında hem de savaşta birer araçtır.

İyi anne olmamız devlet yapılanmasının mikro düzeydeki uygulaması olan ‘kutsal’ ailenin derdi, ailenin popülasyonu ile ekonomisinin büyümesine yani ailenin gücünün artmasına gönüllü katkı sunan anne, görevini eve kapatılarak mükemmel bir şekilde yaparak makro düzeyde ulusun, militarist ideolojilerin ve devletin işine yaramalı.

Sözün özü, anneliğin kutsal olması kadınların doğurganlık özelliklerinin kutsanmasından değil sistemin ihtiyacı olan ucuz işçi, savaşçı erkek, yönetilen kişi ve doğuran kadın ihtiyacından dolayıdır. Bu ihtiyacı karşılayan sadık annelerin, bu ihtiyacı karşılamayan kadınlardan görece olarak daha değerli olması da bunun en önemli kanıtlarından biridir… Kadın dediğin doğurmalı, doğurmalı ama çocuğu kurgulanmış amaçlar doğrultusunda yetiştirmeli, eğitmeli, terbiye etmeli. Sadece kadın olmak, anne olmak yetmiyor, istenen sayıda doğuran ‘iyi anne’ olmalı, bu ‘iyi olma’ durumu kadından çok sistemin derdi…