Açıklanan "İnsan Hakları Eylem Planı" 19 yıllık iktidarın İnsan Haklarını ve Hukukun Evrensel İlkelerini nasıl yerin dibine batırdığının itirafıdır. 127 sayfalık planın yaklaşık 115 sayfası temenniler ve zaten anayasada, Türkiye’yi de bağlayan ancak iktidarın ihlal ettiği ulusalüstü sözleşmelerde vurgulanan haklarla ilgili saptamalardır. Çare olarak ileri sürülen çözümler de devede kulak sayılacak, adeta kanseri hapla tedavi etmeye benzer düzenleme taslaklarıdır. AKP-MHP iktidarı her sıkıştığında bu tür sözde reform planlarıyla kamuoyunu meşgul etmekte, gündemi saptırmakta, Avrupa ve coğrafyamız kamuoyunu oyalamaya çalışmaktadır. 2019’da açıklanan "Yargı Reformu Strateji Belgesi"nde de benzer vaatlerde bulunulmuştu. Ama hiçbirisi yaşama geçmedi. 2019’daki belge ile şimdi açıklanan planın amaç maddeleri hemen hemen aynıdır. İktidarın esas amacı manipülasyon dışında elini kolunu daha da genişletecek bir anayasa yapılması ve iktidarını yenileyec ek bir seçim için mevzuatın değiştirilmesidir.

Ancak şu kesindir ki bu plan iktidarın özellikle de son 11 yılında insan hakları ve hukukun evrensel ilkeleri açısından sınıfta kaldığının itiraf edilerek kabul edilmesidir. İtiraf planı açıklanırken dahi haklar ve özgürlükler açısından ayrımcılık yapılmakta: her çiçeğe su verilmeyeceği bizzat tek yetkili AKP başkanı tarafından ilan edilmektedir. Lekelenmeme hakkından, masumiyet karinesinden bahseden AKP Genel Başkanı lekelenmeme hakkını ve masumiyet karinesini en çok ihlal edenin kendisi ve iktidar ortakları olduğunu adeta unutturmak istemektedir. Osman Kavala, Kavala’nın eşi, Selahattin Demirtaş için defalarca yaptığı suçlamaların üzerinden çok zaman geçmedi. Yargı Bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkından bahseden Devlet başkanı AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen yargıya talimat niteliğinde açıklamalar yaptığını unutmuş gibi konuşmakta.

Devlet başkanı hepimizin aklıyla alay etmek istercesine kendilerinin döneminde cezaevlerinde tutuklu oranının geçmişe göre düştüğünü söylemekte. Tutukluluk oranı niçin düşmüşdür? Çünkü mahkemeler seri ceza fabrikası gibi çalışarak hükümler verdikleri için cezaevindeki hükümlü oranı tutuklu oranını çok geride bırakmıştır. İktidara geldiklerinde 50 bin civarında olan cezaevleri nüfusu 2005’te 55 bin, Ocak 2021 itibariyle resmi açıklamalara göre 271 bin olmuştur. Aslında vaat edilen ama uygulanmayan pek çok şey anayasada ve mevzuatta vardır. Anayasanın 38/4. maddesi masumiyet karinesini teminat altına aldığı için aynı zamanda lekelenmeme hakkını da korumaktadır. Ne var ki anayasanın bu maddesi bizzat devlet başkanı tarafından, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine uymayan yargı organları tarafından ihlal edilmiştir.

Kanunsuz emirler verilemez diyen anayasanın 137/2. maddesi iktidar yetkililerince çiğnenmiştir. Anayasanın 138. maddesi mahkemelerin bağımsızlığını hükme bağladığı halde bu teminat bizzat devlet başkanı tarafından ihlal edilmiştir. Devlet başkanı muhaliflere her daim hakaretler ve suçlamalar yaparak kişi özgürlüğü ve güvenliğini maddi ve manevi riske sokacak pratik panaromalar yaratmıştır. Suçluluk karinesini mahkumiyet karinesine, Ağır ceza mahkemelerini, gerçeklere kulakları kapalı mahkemelere, iddianın daha yargılamanın başında hatta başlamadan kesin hüküm olarak önkabulüne, insan hakları yerine insan haklamaları uygulamasına hangi otorite neden olmuştur? En başından başlayarak iktidar yetkilileri değil mi? İktidarın sayesinde yargı organları engizisyon mahkemeleri gibi çalışmıştır. Engizisyon Mahkemelerinde de önce kararlar verilir sonra şeklen o kararları kabul ettirmek için yargılama yapılırdı.

Özgürlükler Evi (Freedom Hause) "2020 Demokrasi Kuşatma Altında" başlıklı raporunda son 10 yılda özgürlükler alanında en büyük gerilemeler yaşayan ülkeler arasında Türkiye’nin Mali’nin arkasında ikinci olduğunu açıklamıştır. Son 10 yılda Türkiye 31 puan gerilemiştir. Bu rapora göre Pakistan’ın, Uganda, Cezayir, Ürdün, Kuveyt, Kırgızistan, Bangladeş’in puanı Türkiye’den daha yüksektir. 2020 itibariyle Türkiye hukukun üstünlüğü göstergesinde 128 ülke içinde 107. sırada geliyor. 60 bini aşkın insana Cumhurbaşkanı’na hakaret soruşturması yapılmıştır. 900 çocuk hakkında yine C. B ye hakaretten soruşturma yapılmıştır. AİHM sözcüsü 2020 yılında AİHM"e yapılan ihlal başvurularında 11750 başvuru ile Türkiye’nin Rusya’dan sonra ikinci geldiğini söylemiştir. AİHM kurulduğu 1959 yılından bu yana 23400 karar vermiştir. Türkiye 3309 ihlal kararıyla birincidir. Rusya 2724 kararla ikinci, İtalya 1857 kararla üçüncüdür. Bu tablonun sorumlusu iktidar değil midir?

TOMA CUMHURİYETİ

Devlet başkanı toplantı, gösteri örgütlenme hakkının geliştirilip korunacağından dem vuruyor. AKP iktidarı döneminde özellikle son 7 senede halka açık yerde basın açıklaması yapmak dahi fiilen yasak haline gelmiştir. Ülke Toma Cumhuriyeti’ne dönüşmüştür. Ülke dünyada en çok avukatın yargılandığı, en çok gazetecinin yargılandığı, en çok akademisyenin görevlerinden alınıp soruşturmaya uğradığı bir ülke haline gelmiştir. AKP iktidarı 2015’ten sonra da savaş politikalarına geri dönmüştür. Kürt illerinin hemen hemen tüm belediyelerine kayyum atanmış, 10 bini aşkın Kürt politikacı sudan nedenlerle tutuklanmıştır. Uygulamada Nazi hukuku yaratılmıştır. Nazi hukukunda usul kuralları önemli değildir.

Planın açıklanmasından 24 saat sonra dahi coğrafyanın birçok yerinde çok sayıda ihlaller yaşanmıştır. Daha kısa süre önce torba yasa içinde dernekler yasasında değişiklik yapılarak derneklere de kayyım atanma yolu açılmıştır. 2014 yılı MİT yasası değişikliğiyle MİT süper yetkili adeta yargı dokunulmazlığı olan bir kuruma dönüşmüş, operasyon ve gözaltına alma yetkisiyle donatılmıştır. TCK’daki 50’ye yakın suç tipi soruşturma ve kovuşturmasına MİT de müdahil olup, denetleyebilecektir. Tüm kurumlar MİT istediği an tüm belgeleri vereceklerdir. Cumhurbaşkanının izni olmadan MİT başkanı yargılanamayacaktır. 2014 değişikliğiyle MİT Cumhurbaşkanına bağlanmıştır. Başbakanın izni olmadan bir yargısal olayda tanıklık dahi yapamayacaktır. MİT görevlilerinin işlediği suçlarla ilgili savcılık soruşturma başlatmadan önce MİT’e soracaktır.

2020’nin son haftalarında yangından mal kaçırırcasına BM güvenlik konseyinin kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine yönelik yaptırım kararlarının uygulanmasına ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla bir kanun çıkarıldı. Belirtilen amaca yönelik birkaç düzenlemenin dışında söz konusu kanunun tamamı ifade ve örgütlenme özgürlüğünü ciddi bir şekilde tehdit eden, sivil toplumu vesayet altına alan düzenlemeler içeriyor.

Cumhurbaşkanı tarafından 5 Ocak 2021 de "Türk Silahlı Kuvvetleri, MİT, Emniyet genel müdürlüğü taşınır mal yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına yönelik yönetmelik çıkarıldı. Bu yönetmeliğe göre, "Milli güvenlik, kamu düzeni ve kamu güvenliğini ciddi şekilde tehdit eden terör, toplumsal olaylar ve şiddet hareketlerinin meydana gelmesi durumunda veya emniyet ve asayişin zorunlu kıldığı hallerde TSK, MİT, EGM taşınır mallarını herhangi bir şarta bağlı olmadan ilgili bakanın onayıyla birbirine devredebilecek. "Burada kritik olan yönetmelikteki "taşınır mal" ifadesinin söz konusu kurumların envanterlerinde bulunan taşıt ve her türlü silahları da içeriyor olmasıdır. Yani esas fonksiyonu dış saldırılara karşı kullanılacak olan TSK’deki ağır silahlar gerektiğinde MİT ve EGM’ne verilerek iç olaylarda kullanılabilecektir.

Barolar Birliğinin hukuktan ve insan haklarından çoktan kopmuş olan Başkanı insanlarla dalga geçercesine “bu plan bizi yıldızlara kavuşturacak bir devrim" diyor. Barolar birliğinin günün birinde tarihi yazılırsa en kara sayfa ona ait olacaktır. Vaat edilen düzenlemeler yapılsa dahi değil yıldızlara kavuşturmayı, yerinden ayağa kalkmayı dahi tam sağlayacak yeterlikte değildir. Nedir bunlar:

a) İstinaf ve temyiz süreleri tefhimden sonra değil, gerekçeli kararın tebliğinden sonra başlayacak,

b) Uzun yargılama süreleri açısından Anayasa Mahkemesine değil, tazminat komisyonuna başvurulacak,

c) İdarenin başvurulara cevabı 60 günden otuz güne düşecek,

d) Bazı suç tiplerinin soruşturulmasında savunmaya getirilen dosya kısıtlamasına üst süre getirilecek (süre belirtilmemiş, oysa silahların eşitliği açısından hiç kısıtlama olmaması gerekir).

e) İstinaf ceza dairelerine gerekçesizlik ve savunma hakkı kısıtlaması nedeniyle bozma yetkisi verilecek (zaten şimdi de mevzuatta bunu engelleyen hüküm yok, uygulanmıyor başka),

f) İdari yargıda gerekçeli karar 30 günde yazılacak,

g) Hakim ve savcı yardımcılığı ihdas edilecek,

h) Hakim ve savcılara coğrafi teminat,

i) İfade suçlarında verilen kesin cezalar için kanun yoluna gidilebilecek,

ı) Farklı din mensupları dini bayramlarda izinli sayılacak,

j) Tutuklama kararlarına asliye cezada itiraz edilecek,

k) Konutta hapis infaza mahsup edilecek,

l) Boşanmış eşe de şiddette ağırlaştırılmış hüküm uygulanacak,

m) İşkence ile ilgili disiplin soruşturmalarında zamanaşımı olmayacak,

n) Olay yeri inceleme, arama, el koyma kayda alınacak,

o) Tek taraflı ısrarlı takip suç olarak düzenlenecek,

ö) Arşiv kayıtlarının silinme süresi kısaltılacak,

p) Çocuk yargılamalarında cüppe giyilmeyecek,

r) Ağır suçlar hariç diğer suçlarda ilk kez suç işleyen 15 yaşından küçükler için soruşturma olmayacak,

s) Kapalı infaz kurumlarındaki çocuklarda açık görüş olacak

ş) Engelli, hasta ve yaşlıların infazı belli koşullarda konutta olabilecek,

t) Stajyerler Anayasa Mahkemesinde de staj yapabilecek,

u) Hukuk fakülteleri 5 yıl olacak,

Hakim ve savcılara coğrafi teminat konusuna biraz değinelim. Adalet bakanı ve müsteşar HSYK’da olduğu sürece, bakanlık personelleri HSYK’ya aday olabildikleri sürece bu problemi çözmez.

Dikkat edilirse taslak Terörle Mücadele yasasına dokunmuyor, TC Y'nin antidemokratik yasalarına dokunmuyor (örneğin örgüte üye olmamakla birlikte üyelikten cezalık). OHAL dönemindeki bazı kararların sonradan kanunlaşmış hallerine dokunmuyor. (Örneğin artık yargıtay en ağır cezalarda bile duruşma vermiyor, keyfine bırakılmış) Yine Duruşma savcılarına mahkemenin tahliye kararlarına itiraz hakkı veren yasaya dokunmuyor.

Bize göre bu plan değil yıldızlara ulaşmayı ancak yerin dibinde ölü halde bulunan insan hakları ve hukukun evrensel ilkelerini ayağa kalkamadan bir süre kıpırdatmayı dahi zor becerir.

Terörle mücadele yasası kaldırılmalıdır. Zaten Ceza yasasında düzenlemeler var. Anti demokratik ceza yasası maddeleri kaldırılmalıdır. MİT yasası demokratikleştirilmelidir. İnsanlığa karşı suç hariç ayrımsız bir genel af yapılmalı, demokratik bir ortamda özgürlükçü bir anayasa düzenlenmelidir.

Bir söz var, “Kokmuş aş plastik tabaktan altın tabağa konsa da yine yenmez” diye. Biz de bu aldatmaca planı yutmayalım.