Yağmalanmış bir ülkenin, talan edilmiş kenti İstanbul yer kürenin doğal yer altı hareketlerine uyum sağlayamayacak durumda. Bir kenti çaresiz bırakanlardan medet ummak çaresizliğe teslim olmaktır.

Geçtiğimiz günlerde iklim krizine karşı dünyanın birçok kentinde tepki grevi eylemleri örgütlendi. Maalesef greve katılan 2-3 bin kişi bizi mutlu edebiliyor. Nüfusunu tam bilemediğimiz 15 ile 20 milyon arasında olduğu söylenen rakamların geçerli olduğu bir kentten bahsediyoruz.

Bazen Maliye bakanı Albayrak çoğu zaman da Erdoğan kriz dönemlerinde krizi fırsata çevirmenin formülünü açıklarlar. Formülleri çok basit ve net, “Kazan, Kazan”, bu formül küresel şirketlerle birlikte kapitalist sistemin vahşileştiği neoliberal politikaların tetikçiliğini yaparak ayakta kalan hükümetlerin temel sloganıdır.

’Kentsel dönüşüm’ dedikleri hikâye çarpık kentleşme gerekçesi ile başlamış, depremler sonrası da yağmalama projesine dönüşmüştür. Bir ülkenin ekonomisi inşat sektörü üzerine kurulu ise durumun vahim sonuçlar üretmesi kaçınılmazdır.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.”

Mahallerimizi, sokaklarımızı, top oynadığımız alanları yok ettiniz. Yetmedi su havzalarını, kent ormanlarını yok ettiniz. Bakkalımızı, berberimiz, kütüphanelerimizi geleceğimizi yok ettiniz. Yetmedi kentin kültürel dokusunu asimile ettiniz. Orhan Veli gözlerini açsa aynı şiiri yazabilir mi acaba?

 Güney Koreli yazar Byung-Chul Han Psikopolitika kitabında şöyle diyor:

Kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir. Efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir. Karşısında artık onu çalışmaya zorlayan bir efendi yoktur. Salt yaşamı mutlaklaştırarak çalışır. Bir girişimci olarak neoliberal özne başkalarıyla amaçtan yoksun ilişkilere girmekten acizdir. Girişimciler arasında amaçtan yoksun bir dostluk oluşmaz zaten. Halbuki özgür olmak köken olarak dostlar arasında olmak anlamına gelir. Özgürlük ve arkadaş kelimeleri Hint-Avrupa dil ailesinde aynı köke sahiptir. Özgürlük esasında bir ilişki kelimesidir. İnsan kendini ancak iyi bir ilişkide, diğer insanlarla mutlu bir birliktelik içinde gerçekten özgür hisseder.

Yurttaş tüketici haline gelmiştir. Yurttaşın özgürlüğü yerini tüketicinin edilginliğine bırakır. Tüketici olarak seçmen bugün siyasete, toplumu şekillendirmekte etkin bir rol almaya gerçek bir ilgi göstermemektedir. Ortak siyasi eylem gerçekleştirmeye ne isteği ne de yeteneği vardır. Siyasete sadece edilgin bir biçimde, homurdanarak, şikâyet ederek tepki verir, tıpkı hoşuna gitmeyen hizmet ya da mal sektörüne yaptığı gibi. Siyasetçiler ve partiler de bu tüketim mantığı uyarınca davranır. Sunmak zorundadırlar. Böylelikle de tüketici olarak seçmeni tatmin etmesi gereken tedarikçiler durumuna düşerler.’’

Yaşadığımız kentlerin, kasabaların, şehirlerin, köylerin yurttaşları olarak kendimizi özgür hissedebilmemiz bulunduğumuz yaşam alanında birbirimizle olan ilişkilerimizin gelişmişliğine bağlıdır. Dayanışma, sohbetler, komşuluklar, sevgi saygı, aşk, güven buralarda doğar.

Neoliberal politikaların yürütücüleri özgürlük mücadelesini köyleri, mahalleri, sokakları ortadan kaldırarak boğdular.

AVM’leriyle, güvenlik görevlileri ile, her şeyin gözetim altında olduğu, her yönüyle asimile edilen kentler. Ucuz emek, kent yoksulları, gökdelenler hep birlikte ömrü tüketiyoruz.

Hangi artçı sarsındı bizi toparlar bilmiyorum. İstanbul Büyük Şehir Belediyesi köprü ve kavşaklara “Şehirler Senin” yazılı pankartlar asmış. Seçimlerden önce Yeşil Sol Gündem dergisinin kapağında “Siyasi İktidar Sizinse Şehirler Bizim” sloganı metafor olarak kullanılmıştı. Toplumsal muhalefetin yerel seçimlerde büyük kentleri kazanmasıyla şehirlerin bizim olmayacağını bildiğimiz gibi, İmamoğlulu’nun “Şehirler Sizin” demesiyle de bu o kadar kolay değil.

Şu anda Söke cezaevinde günlerini geçiren arkadaşım Nizamettin Aktepe ve tutuklu bulunan bütün siyasi mahkûmların özgür olduğunu düşünüyorum. Çünkü aralarındaki dayanışma ve birlikte aynı mekânı paylaşmaları sonucu ortaya çıkan gelişmiş insanlık onları özgür kılan yegane durumdur.

Biz dışarıda tutuklu bulunanlar bunun farkına vardığımız gün, özgürleşeceğiz.

Son söz yerine;

Doğa insanlıktan mutlaka bir gün intikamını alacak, insanlık da bir gün yağmacılardan, sömürgecilerden, doğayı talan edenlerden, ayrımcılık yapanlardan, barışa karşı çıkanlardan intikamını mutlaka alacak. Yaşama sevincimiz bu ütopyaya bağlıdır.

“İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.”