Efendim; antioksidanları vücudumuzdan def edelim de stres denen modern zamanlar hastalığı ile baş edelim diye Pazar Pazar, pijama ile evde miskin miskin kahvaltı etmek durur iken, ismi lazım olmayan bir arkadaşım ile ismi lazım olmayan bir mekana kahvaltı etmeye gittik. Mekanda bizden başka oturan yoktu, şaşırdık; manzaradan dolayı açık olmadığını düşünüp tam dönecekken içeriden bir hanımefendi kapıya çıkıp açık olduklarını söyledi. Üzerinde önlüğü vardı, belli ki ismi lazım olmayan mekanın çalışanıydı. Mönüyü getirdi, biraz kritikten sonra siparişimizi verdik. Ama ne sipariş, gelmek bilmedi…

Hanımefendi yalnız çalıştığı için apartman komşularından yardım etmelerini rica etti. Kopkoyu bir sohbetin ortasında, yardıma gelen komşulardan biri içeriden vaveyla ile bahçeye fırladı. Baş parmağı kesik olan ve hafiften kanayan komşu kadın, bana eşimi ara, içeriden çıkan çalışana 112’yi ara diye emirler yağdırıp, ismi lazım olmayan arkadaşıma da ‘Araban yok mu?’ demeye kalmadı; 50 metre ötedeki apartmandan, emirleri ile aradığım eşi arabası ile çıkageldi. Belli ki arabası da var imiş. Zaten ismi lazım olmayan arkadaşım, kana bakamadığı için araba süremeyeceğini söyleyip özürlenmişti. Meğer, minicik kesik için ortalığı birbirine katan komşu kadın panik atak imiş, bu nedenle parmağı kopmuş gibi çırpınıp sağa sola emirler yağdırmış. Bunu da önlüklü çalışan söyledi. İsmi lazım olmayan arkadaşıma acaba kalksak mı diye sordum, boşver deyip oturmaya devam ettik. Bu arada bizden başka bir beyefendi daha ismi lazım olmayan mekana geldi ve kahvaltı olup olmadığını sordu. Beyefendi kahvaltısının önünden pek de bol köpüklü olmayan orta şekerli kahvesini yudumlayadursun, ismi lazım olmayan mekanın önlüklü çalışanı arkadaşımın tam, benim de yarım mönümü getirdi ve masaya dizdi. Çay bekledik, ekmek bekledik, bol reçelli ve hiçbir şeysiz yarım mönü ile kahvaltıya başladık. İsmi lazım olmayan mekanın önlüklü çalışanı diğer komşu kadına dedi ki içeride, “Git beyefendiye söyle, dolapta sucuk kalmamış işletmeci de ailevi nedenlerinden dolayı şehir dışında imiş o nedenle sucuklu yumurta yapamıyoruz, kaşarlı pişiriyorum.” Diğer komşu kadın, iyice düşük belli pantolonunu yukarı çekiştire çekiştire beyefendinin yanına vardı ve kendisine söylenenleri tekrar etti. Bize de çay ve ekmek geldi ama hala kahvaltının reçel dışındaki diğer yarısı hala yok. Güya stres atmaya gittiğimiz ismi lazım olmayan mekanda tepem iyice bir atıp da, o dalgınlıkla ismi lazım olmayan arkadaşımın çayını içtiğimi fark etim ve artık dayanamadım; önce içeri seslendim, kahvaltının yarısının ne zaman geleceğini sormak için, sonra da hayatımda bu kadar pespaye bir kahvaltı servisi görmediğimi söyleyecekken, içeriden fırlayan önlüklü çalışan başladı saydırmaya: “Komşunun eli kanadı, işletmeci ailevi nedenlerden dolayı şehir dışında” vs. Bunların önceden söylenmesi gerektiğini ifade edince de, başladı ağlamaya. Ah şu kadınların timsah gözyaşları. Çok düşündüm, acaba beyefendi o ismi lazım olmayan mekanda müşteri olarak bulunmasaydı, önlüklü kadın çalışan ağlar mıydı?

***           ***           ***

İsmi lazım değil, bir arkadaşımla dertler benim, mutluluk senin olsun kafasında çaylarımızı tellendirir tellendire oturuyoruz. Boşanan arkadaşım ile halihazırdaki yaşantısından şikayet eden ben, yanımızda olmasa da gönlümüzde olan; biri aile içinde huzursuzluk yaşayan, diğeri de diğer kadınlar gibi olmak için kitap okumak ve müzik dinlemek gibi uyaranlardan uzaklaşan arkadaşlarımız ile kendimizi, boyumuz ancak yettiği için ortalama 1.62 masaya yatırdık. İsmi lazım olmayan arkadaşım dedi ki, “Acaba biz bu sorunlarla gelişmiş bir barı ülkesinde yaşasa idik nasıl bir hayatımız olurdu.” Düşündüm, Londra’da yaşayan ünlü Türk kebapçı Hüseyin Özer’in hikayesi aklıma geldi. Hüseyin Özer Tokat’ın Reşadiye ilçesi doğumlu ve anne babası boşanmış, her ikisi de yeni evliliklerini yapınca ortada kalmış. Analığı istemediği için, başlamasına 3 gün kala babasının okula göndermekten vazgeçtiği Hüseyin Özer, hayatı boyunca hiç okula gitmemiş. Ortada kalan talihsiz adam, anneannesi tarafından, Erbaa’daki bir ağaya hayvanlarla ile verilmiş. Ağa sormuş anneanneye bu çocuk ne yer ne içer diye. Anneanne de, “Önüne bir yoğurt, bir ekmek koyun, o doğrar yer” demiş. Hüseyin Özer orada karın tokluğuna çalışmaya başlamış, o yaşa kadar da para görmemiş. Okuma yazmayı da, dağdaki çoban Celal Emmi’den kar ve toprağı kağıt belleyerek öğrenen Özer’i babası evlatlıktan reddetmiş. Bu duruma içerleyen anne, Hüseyin Özer’i Ankara’ya babasını öldürmek için silah parası biriktirmeye göndermiş. Küçük diye işe alınmayan Hüseyin Özer, Ulus’ta çakmaktaşı ve benzin satmış, Sıhhiye’de de bir tuvalette yatmış kalkmış. Günlük 75 kuruş kazanan Hüseyin Özer, Postacı Caddesi’nde bir ciğerci ile anlaşmış ve 24 saatte bir yediği o ciğer ekmekle bir süre çalışmış. Sonra bir meyhanede çalışmaya başlayan Özer, bir hanımefendinin, “Bu parayla ancak kömürlük tutulur” demesi üzerine İsmetpaşa’da bir kömürlük tutup orada yaşamaya başlamış. Kara yazı yazdığı zamanlardan, Cemal Emmisinden okumanın güzel bir şey olduğunu öğrenen Hüseyin Özer, kitapçıdan nasıl kitap alınacağını bilemediğinden, Kızılay’da sokakta satılan cüzleri satın alıp okumaya başlamış. Kendi sözleriyle, “Önce Müslüman oldum” diyen Hüseyin Özer, orada yazılan ‘Müslüman iyidir, Türk iyidir’ sözlerini kafasında süzmüş. Dünyada yaşayanlar hep kötü mü, bizim başımıza taş yağarken onlarınkine ne yağıyor diye merak edip İngilizce öğrenmeyi kafasına koymuş. Bu kararla İstanbul’a giden ve bir yerde komilik yaparken kazandığı ile bir albaydan İngilizce dersi almaya başlayan Özer, tek otobüs bileti ile İngiltere’ye gitmiş. Hüseyin Özer, şu anda Londra’da çok sayıda kebapçının sahibi; aristokrat dostları, ciddi bir serveti var ve dünyanın başarılı Türkleri arasında sayılıyor. O kendinden kaçırılmaya çalışılan arsalarla, üstelik de vergi vermekten kaçmadan daha ergenlik yaşlarında öğrenci okutacağı yurtlar kuran bu başarılı adam, yaşam amacının başka insanları tanımak ve onlardan bir şeyler öğrenmek olduğunu ifade ediyor.

Ah şu arabesk bakış açısı. İsmi lazım olmayan arkadaşımın sorusu üzerine düşündüğüm Hüseyin Özer’in etkileyici yaşam öyküsü, bana, her zaman çay yerine, arada bir espresso ya da marihuana tellendirenlerin başına ne yağdığını görmenin iyi olacağını düşündürdü.

***           ***           ***

İsmi lazım değil bir öğrencim, girişimcilik kurslarının yapısının çok da verimli olmadığına dair eleştirilerde bulundu sınıfta. Ben de eğitimci olmamdan kelli, yapmamam gerekiyor olmasına rağmen, kendisine katıldığımı, söz konusu kurslarda girişimcilik deneyimi olanların ve bunun için proje hazırlayanların girişimci adayları ile buluşmasının aslında daha verimli olacağına inandığımı söyledim. Dersin sonunda girişimcilik testi yapacağımı söyledim. İsmi lazım olmayan öğrencim arkadaşlarından kalem istedi. Sonra ismi lazım olmayan öğrencimin zaten kurs boyunca cep telefonunda ne kadar program var ise arkadaşları ile yazıştığını ve ders saatleri boyunca kafasını kaldırmadan nasıl mobil dünyaya gömüldüğünü hatırladım. Ah şu, ismi lazım olmadığı için atasözü deyip geçtiklerimizin sözleri: ‘Kendi gözündeki merteği görmez de, elin gözündeki çöpü görür.’