Paris’de önceki Charlie Hebdo mizah dergisine yapılan saldırı ile İslamiyet’e dair birçok konuda yoğun bir tartışma devam ediyor. Yaşanan korkunç bir katliamdı. Bir karikatür için İslami adalet 12 insanın ölümünü öngördü. Bunu böyle söyleyince tartışma tam bir kavga boyutunu alıyor. Müslümanların “bizim kutsalımızdır” dedikleri peygamberlerinin karikatürünün çizilmiş olması bütün Müslümanlar için değil ama hiç de azımsanmayacak bir Müslüman çoğunluk için mutlaka bir cezayı gerektiriyordu. Bunu neden mi söylüyorum; başka bir yerden doğru bakmayacağım, tam da kendi hayatımın içinde bakacağım. Bu ülkede yaşıyorum, 12 Eylül darbesini de katarsak az şey yaşamadım Alevi, Kürt ve emekçi bir ailenin çocuğu olarak. Bu hayatın içinde bana değen, dokunan, acıtan, öfkelendiren, isyana çağıran ve de bir asi olmamı sağlayan kendi tarihimden doğru konuşacağım.

Ben bu ülkede Müslümanlar ile hiçbir zaman açık, demokratik bir tartışma yaşamadığımızı düşünüyorum. Bunu daha çocukluğumdan deneyimledim ben. Köyümüzün sınırları dışında başka bir hayata İmranlı Lisesi’nde Ortaokul okumaya başladığımda adım attım. Köyümüz; Kürt, Alevi, emekçi köydü. O yaşıma kadar edindiklerimin hemen hepsini de bu hayatın içinde edindim. Ortaokul ile başka hayatlara değmeye başladığımı da gördüm. Okulumuzun bahçesinde yürüyorum, karnım aç ve kantine gidip bir şeyler alıyorum, sonra okulun bahçesinde aldıklarımı yerken arkadaşlarım ile yürüyoruz, bir tepki seziyorum. Birileri kötü bakıyor, bakmanın da ötesinde laf ediyorlar. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum, yanımdaki arkadaşım; “Ercan sen yemek yiyorsun”, iyi de ne var bundan diyorum, “ramazan!”. Ben başka bir şey olduğumu, dışımda başka bir şeyin de olduğunu çok da anlamadım.

Devam etti, bu karşı tepkiler kendi öğrenci evlerimizde güvenli olmadığımızı gösterdi, evlere saldırıların olacağı kulaktan kulağa dolaşıma girdi. Artık geceleri sokağa çıktığımda mutlaka elimde bir sopa ile çıkıyorum. Sonra benzer öfkenin muhatapları olarak bir grup arkadaş daha bir yakınlaşmaya başlıyoruz, birilerinin öfkesi ve de tehditleri çoğaldıkça bizim aramızda da dayanışma ve paylaşım büyümeye başladı. Okulda bize düşen öfke ve tepkiyi paylaşırken bir süre sonra elimizde kitaplar dolaşmaya başladı. Bu sefer öğretmenlerimiz de işin bir parçası oldular, okuduklarımız zararlı şeylermiş! Anlayacağımızı anladık biz; bu ülkede Müslümanlar var, onların bir dini inancı var, gelenekleri, görenekleri var, bizler bunun bir parçası değiliz, çünkü biz ramazanda oruç tutmuyor, camiye gitmiyoruz… O zaman artık bundan sonra kendini sakın!

Müslüman çoğunluk olan okul arkadaşlarımdan, öğretmenlerimden hiçbir zaman bir hoşgörü görmedim ben. Her zaman tenkit edildik, zorla sureler, dualar ezberletildi bize, ezberlemediğimizde ise dayaklar yedik. Sonra biraz daha büyüdük, Cumhuriyet Üniversitesi öğrencisiyim. Gene aynı şey, yazın bir ayı okulun kantininde yemek çıkmıyor. ‘Neden?’ diyoruz, aldığımız cevap; “ramazan”. Ve bizler kendi evlerimizde getirdiklerimiz ile öğle yemekleri için ortak masalar açıyoruz, bu sefer de sopalarla geliyorlar ramazan orucu tutmuş olanlar… Bu nasıl bir inanç ki; o inancın gereğini yaparken bile senin gibi düşünmeyen, senin inandığına inanmayana sen “o zaman senin hakkın kötektir” diyorsun. Ve çıkıp birileri de hemen her zaman İslamiyet tartışmalarında “İslamiyet büyük bir hoşgörüdür, hoşgörü dinidir” diyebiliyor.

Çok iyi biliyorum, şimdi de aynen öyledir, ramazan aylarında Sivas, Tokat, Çorum, Amasya, Yozgat gibi illerde sadece ramazan orucu tutmadıkları için öğrenciler köprülerden atıldılar, dayak yediler, bacakları kırıldı, öldürüldüler. Bu durum geçmişte kalmadı, aynen devam ediyor. Ya bu Müslümanlar bu hayatı yaşarken yanı başlarında Alevilerin 12 İmam, Xızır oruçlarını, ya da Ortodoksların her Çarşamba ve Cuma, 15 Kasım ve 24 Aralık arası Noel öncesi oruçlarını biliyorlar mı? Bilmezler tabi, ama bizler; Aleviler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Ateistler Müslümanların Ramazan oruçlarını çok iyi biliyoruz.

Ramazan aylarındaki paylaşımlarından, dayanışmalarından, başka inançlara olan hoşgörülerinden değil, ramazan orucu tutmadığımız için yediğimiz dayaklardan biliyoruz. Bunu okullarda yaşadık, sokaklarda yaşadık, iş hayatlarında kimilerimiz de militarizmin üretilip askerlikte öğrendi. Ama bir şekilde öğrendik. Şimdi de İslamiyet dair hemen hemen her tartışmada “İslamiyet hoşgörüdür, hoşgörü dinidir” demesinler. Bunu söyleyenler kendileridir. Ben kendi hayatımda İslamiyet’in bir hoşgörü dini olduğunu düşündürtecek bir şey yaşamadım. O çok da “hoşgörü dinidir” diyenler biraz da durup dinlesinler, anlamaya çalışsınlar, acaba başkaları, onlar gibi inanmayan, onlar gibi yaşamayanlar ne diyorlar diye…

Devam edecek…