Bugünlerde halkın gerçek haber alma hakkının merkezinde özellikle Işid ve onu destekleyen ülkelerin olması en hayati alanlardan biri olarak gözükmektedir. O nedenle IŞİD vahşetinin son 3 yıldır ortaya çıkardığı yıkım herşeyi ile ortada iken bu vahşet aygıtını kullananların yapıp ettiklerinin en ağır siyasal, hukuksal, tarihsel, kültürel sonuçları ancak yıllar geçtikten sonra tam manasıyla ortaya çıkacak ve anlaşılacaktır. IŞİD Ortadoğu coğrafyasında kendisinden olmayanı yalnız katletmekle kalmıyor ayrıca kendisine ‘sunulan’ hedeflere ısrar ve itina ile saldırıyor. Son 2 yıldır Rojava’ya yönelik özel gündem ile tüm gücüyle saldırısını sürdürmesi bu bakımdan öne çıkan en önemli “ayrıntılardan” biri!

Tüm bu olup bitenler arasında en sevindirici haber; Hükümetin doğrudan ihmali ile IŞİD’in eline rehine olarak geçmiş 49 Türkiye vatandaşının sağ salim kurtulmuş olmasıdır. Bir elde silah diğer elde bıçak her an boğaz kesmeye hazır bu canilerin elinden 49 kişinin burnunun dahi kanamadan teslim alınışının arkasındaki hesaplar, kanlı pazarlıkların neler olduğu elbette ki zamanla çıkacaktır.

Özellikle IŞİD’in şu son günlerde topyekün tüm gücüyle Rojava’ya saldırısını sürdürürken saldırı altındaki Kürt siyasi temsilcilerinden gelen Türkiye’nin IŞİD’e yoğun biçimde losjistik destek verdikleri yönündeki açıklama ve haberleri artmışken; siyasi iktidar kalemşörleri IŞİD vahşetinin siyasal meşruiyet dayanaklarını oluşturabilmek için birbirleri ile yarışa girmişken!

Hani IŞİD kafa kesme eylemlerini propaganda vesilesi ile yayınlamamış olsa, onlar IŞİD’in yapıp ettiklerini çoğu meselede olduğu üzere zamanın ruhuna uygun biçimde inkara hazırlar. Hatta onları öfkeli çocuklardan romantik çöl gerillalarına terfi ettirip, çatışmada ölenleri şehit ilan ederek arkasından yardım kampanyaları düzenleyecek potansiyeldeler. Yeter ki IŞİD onlara az da olsa yardım ederek kendilreini ifşa etmesin.

Türkiye’de bugüne kadar kurulmuş hemen hemen tüm hükümetlerin temel hak ve özgürlüklere yönelik geleneksel politikalarını oportünizmi esas alarak biçimlendikleri hepimizin malumu. Bu geleneğin çoğu zaman iç siyasette yadırganmaz oluşu onun kendine her daim bir yaşam ortamı bulmasını sağlamıştır. Fakat benzer konudaki siyasal ve hukuki reflekslerin, dış dünyada uzun süre sürdürülemeyeceğini 12 yıldır hükümette bulunan Ak Parti yetkilileri bir türlü anlamak istemiyorlar!

Şiddetin kullanımını sıkı sıkıya sınırlandıran uluslararası hukuki normlarının ihlalini sürdürmeye devam eden hükümet; İŞİD’e yardım ya da propagandaya soyunmanın devletin uluslararası hukuktaki meşruiyetini nasıl örselediğini de bir türlü göremiyor!

Bu tehlikeye rağmen hükümet cenahından siyasi aktörlerin ve kalemşörlerin, halen “IŞİD’i anlama” rehberi sunmada hiçbir çekince görmeyişleri ya ırkçılığa yatkınlıklarından ya da hükümet adına bir başka büyük suçu/günahı örtme çabası olsa gerek!

Çünkü; sonuçta her adımı bir başka insanlık suçunu oluşturan böyle bir vahşet yapılanmasına karşı savaşmanın kendisi dünyanın en haklı enternasyonel meşru müdafa savaşını doğurmuşken Türkiye’nin tam karşı politikalarının hiçbir siyasi ve hukuki dayanağı bulunmamakta.

Özellikle de aylardır IŞİD’in elindeki Türk rehineleri bahane ederek IŞİD’e müdahale etmemekte direnen Türkiye’nin öte yandan ülkeyi IŞİD’in cephe gerisi, lojistik ve tıbbi acil yardım servisine dönüştürmekte misafirperverliği ortadayken! Şimdilerde Türkiye’nin rehineler konusundaki mazereti de ortadan kalktığına göre IŞİD’e karşı mücadelede aktif biçimde yer alacak mı almayacak mı? Ve ülkeyi IŞİD’in cephe gerisi ,lojistik sahası halinde tutmaya devam edecek mi etmeyecek mi? Göreceğiz.

Ya da siyasi aktörler köşelerinden, Erdoğan’ın 2003 yılındaki tezkere oylamasında Irak işgal kuvvetlerinde yer almak için çırpınışını göz ardı ederek, IŞİD’in 2003 yılında ABD ve müteffiklerinin Irak’ı işgali ile doğmuş siyasal bir öfke olarak meşrulaştırmaya çabalamaya devam edecekler mi etmeyecekler mi?

Bunlar, Türk siyasi aktörlerinin cevaplaması gereken sorular ve alması gereken siyasi kararlar olarak acil olarak gündemde durmaktadır.

Daha önce de yazdık ve yazmaktan da imtina etmeyeceğiz: Attığı her adımı birer insanlık suçu olan bu vahşet yapılanmasının hukuki ve siyasal mecrada meşrulaştırılması başlı başına; 1948 tarihli BM soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması başlıklı sözleşmenin 3. maddesinde düzenlenen ‘faillerin propagandasını yapmak’ suçudur, sorumluluğu/cezası da asli faillerle aynıdır. Bu somut durumun somut fotoğrafını görememek sanırım yalnız bizim gibi geçmişinde birçok insanlık suçu ile yüzleşememiş ülke yazarı ve siyasetçisinde olur!

Etnik, dini yapısı sırf farklı diye topluluklar halinde halkları katletmek, sürmek, kadınlarına tecavüz etmek, köle pazarlarında satmak, bazılarına inancı gereği bıçakla keserek dünyaya izletmek, mallarına el koymak vs. tüm bunların karşısında “IŞİD’i anlayın” demenin, “Gerekirse ben de aynısını yaparım demekten” bir farkı yoktur! İnsanlık suçlarının faillerine mazeret arayışına girmek ve failleri cezasızlığa taşıma çabası faillerin suçuna ortak olmaktır!

IŞİD’i anlama ve anlatma gayretinde olan Türkiye’nin Rojava üzerine yaptığı hesapların tutmayacağını da artık anlaması gerekir. Çünkü Kobani halkı Kürt gerillalarının desteğinde çocuğundan yaşlısına IŞİD’e karşı topraklarını savunacaklardır. Bu haklı direniş yalnız Suriye Kürtlerinin siyasal hedef ve örgütlenmesini güçlendirmekle kalmayacak aynı zamanda bu insani direnişi tüm dünyada daha görünür kılarak bölgeyi enternasyonel bir direniş sahasına dönüştürecektir. Irak, İran ve Türkiye’deki Kürtlerin siyasal birliğini de sıkıca sağlayacaktır.