İçinde bulunduğumuz coğrafyada din adına işlenen vahşetler gerçekliğinde farklı inanç grupları üzerine yüzyıllardır sürdürülen cihat seferleri ve asimilasyon politikalarının sonlandırılması hususu yeniden gündemimize acil S.O.S. koduyla girmiş bulunmakta. Yine bu gerçeklik ışığında Türkiye’deki farklı inanç grupları içinde hukuki güvenceden en yoksun ve eşitsiz konumdaki Alevilerin hukuki statüsüzlüğü ise bu meyanda en yakıcı sorun olarak karşımızda.

Bu yakıcılığı en belirgin biçimde ete kemiğe büründüren umumi manzara ise günlerdir dikkatlerden kaçmayan muhafazakar kesimin çoğunluğunun IŞİD gibi cihatçıların Irak ve Suriye’de kafaları kese kese ilerleyişi karşısındaki sessizliğidir. Farklı tutum takınıp, eleştirel görüş zikredenler ise; çok uzun zamandır insani ve vicdanı tutum ve duyarlıklarını güncel siyasete kurban etmeyenler ki sözümüz onlara değil. Fakat çoğunluğunun bu sessizliği insanı ister istemez bu gelişmeler karşısında acaba içten içe seviniyorlar mı ki bu kadar vahşet karşısında sessiz kalabilmeyi başarabiliyorlar diye düşündürtmüyor da değil! Ama sanırım asıl neden -ki bu neden diğerinden daha meşru değil- çoğunun köşelendikleri yerlerden düşünce ve vicdanlarını Başbakan’a endekslemiş olmalarıdır. Çünkü Başbakan’ın alacağı tutum onlar için bir metronom işlevi görmektedir. Hiçbir zaman hukuksal dertleri olmadığı halde herkesi birden darbeci görüp darbe karşıtı oluverirken daha sonra da darbecilerle uzlaşıp al takke ver külah halinde ortak hasımlarına karşı kumpas korusu kurdukları gibi.

Bu kesim, Türkiye’nin cihatçılara yönelik desteğini de görünmez kılıp, perdelemek için ellerinden geleni esirgemezken, aksi yönde aynı çabayı Işid ve El Nusra gibi grupların 3 yılı aşkın süredir Rojava’da Kürtlere, Alevilere, Hıristiyanlara yönelik katliamlarına sessiz kalıp görmeyerek de gösterebilmiştir.

Farklı inançtakileri din adına katli-vacip bulanlara karşı bu derin sessizlik aynı zamanda çok ciddi başka bir duruma da işaret etmekte. Çünkü cihatçıların bu yapıp ettikleri vahşet; herhangi bir hukuki kavram, norm, felsefe ya da siyasal analizle meşrulaştırılamayacak bir eşiği ve sözün bittiği yeri işaret ettiğinden sessiz kalmak aynı zamanda bu insanlık suçlarına paydaş olmayı sonuçlar!

Hükümetin iç ve dış politikasını sünni mezhepçilik üzerine inşa etmesine yönelik sakıncalar binlerce kez yazıldı, vurgulandı. Yaklaşık 3.5 yıl öncesinden bugüne, Suriye’deki Baas rejiminin insanlık suçlarına karşı mücadelede Türkiye’nin uluslararası insan haklarına aykırı politikalarının ne Suriye halkına ne de Türkiye halkına bir yarar getirmeyeceği de uygun dil ve içerikle anlatılmaya çalışıldı. Nihayetinde Suriye’deki rejim değişmediği gibi şimdi orada muhalif diye desteklenen vahşet, Türkiye’ye sıçrama aşamasına gelmiş olundu.

Aslında bu sıçrama daha ilk yıllardan beri gerçekleşmiş durumda. Suriye ve Irak’taki Şiileri, Nusayrileri ve Hıristiyanları öldürmek için yola çıkan cihatçıların sınırı nasıl kevgire çevirmesine göz yumulduğu ortada. Öyle ki sınır illerindeki cihatçı devşirmeler artık metropollere sıçramış durumda.

Bu durumun cihatçı devşirmekle kalmayacağı da hepimizin malumuydu. Cihatçıların bugün değil ama çok yakında darül harp olarak gördükleri Türkiye’de yeni cephe açmaları ve bu cephede Alevilere özel bir önem atfedebileceklerini belirtmeye gerek yok sanırım. Hz. Ali sevdalısı Şiilerin toptan kılıçtan geçirildiği birkaç yüz kilometre ötede Başbakanın Ali’siz Aleviler diye hedef yaptığı Alevilerin, cihatçılar için varlıklarının birer zül haline gelmesi de kimseyi şaşırtmaz.

Alevilerin hukuki statüsüzlüğü yanında bu şekilde sürekli hedef yapılıyor olması ne CHP‘yi ne de MHP’yi pek ilgilendirmiyor. Onlar için Aleviler varsa yoksa oy devşirilecek bir halk topluluğudur!

Hükümet, 90 yıllık Alevi inancını inkar eden politikayı sürdürürken de Alevilerin Dersim’deki inanç merkezi kutsal ırmakları ve vadilerine barajlar yaparak kültürel soykırıma uğratırken de en büyük desteği işte bu politikalara sessiz kalan CHP ve MHP’den alıyor(du).

Kamusal erki kullananların Ali’siz veya Ali’li Alevilik inancını hiçbir şekilde sorgulama yetki ve hakkı olmadığı gibi sahip oldukları tek hak; bu inanca saygı gösterip o inancı hukuki güvencelere kavuşturmak, hiçbir ayrımcılığa uğramaması için çabalama yükümlülüğüdür. Yoksa yüzlerce yıldır zındık diye katliamdan katliama uğratılan Alevileri bir kez daha katliamlara hedef yapmak değil!

Anadolu Alevi/Kızılbaşları, Şiiler ve Suriye Alevileri ile birçok noktadan ayrı düşseler de, bugün onlara yönelik katliamlarda, aynı kaderde buluşuyorlar ve endişeliler!

Sonuç olarak; Türkiye’nin Alevi/Kızılbaş kimliğini yok sayma, hukuki güvencesizlikten yoksun bırakma, aşağılama, asimile etme, ayrımcılığa tabi tutma gibi tüm meseleleri çok acil biçimde çözümlemesini gündemine alması gerektiği ortadadır. HDP dışında, mevcut hükümetin politik ideolojik vizyonunu aynen paylaşan muhalefet partilerinin gündemlerine baktığımızda ise Alevilerin eşit vatandaşlık hakları daha çok uzun yıllar gasp altında olacaktır. Bu nedenle gelinen noktada artık şunu söylemek mümkündür; Aleviler için artık uluslararası hukuki korunma mekanizmalarının devreye girmesi gerekir.

Çünkü; Alevilerin özelde de Dersim Alevilerinin eşit vatandaşlık hak talepleri görmezden gelindiği gibi yaşam hakları da potansiyel tehlike altındadır. Bu yönde ne yakın ne de uzak bir zamanda somut hiçbir hukuki ve politik bir değişiklik de öngörülmemektedir. Konunun B. M. İnsan Hakları Konseyi’nin gündemine alınması ve korunma mekanizmalarının devreye girmesi bu nedenle zorunlu görünmektedir.

Alevi kurumlarının önünde bugün için en acil hukuksal yol ve görev bu görünmektedir. Ve aynı zamanda değişmeye niyetli olmayan statükocu partilerden kopuşa.