Toplantının açılış konuşmalarını TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan açılış konuşmasında,  "Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz tamamlanmış gözükmüyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısı oturtulamadı. İstanbul seçimlerinin iptali ile siyasal gerilimin devam edeceği belli." dedi. 

Özilhan, yaklaşık 20 dakikalık konuşmasında sık sık demokrasi, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, ifade özgürlüğü ve bir arada yaşam vurgusu yaptı.  Türkiye'nin 2007'den bu yana 14 kez sanık başına gittiğini ve seçimlerin hiçbir zaman gündemden düşmediğinin altını çizen Özilhan, ülkenin ekonomi ve demokrasi anlamındaki yapısal sorunlarının çözümü için strateji geliştirmesi, adımlar atması gerektiğini belirtti.

Özilhan'ın açıklamalarından başlıklar şöyle: 

"Rezervler eriyor, halkın alım gücü azalıyor. Türk vatandaşları Türk lirasından kaçıyor. Türkiye küresel rekabette kan kaybediyor. Enflasyonda 121. sıradayız. Yargının bağımsızlığı 111., yargıda hak aramada 109., basın özgürlüğünde 129. sıradayız. Bu nedenle ekonominin düzelmesi için hukuk ve adalet sisteminin düzelmesi gerekiyor.

Girişimciyi girişim yapamaz hale getiren ayakb ağı oluşturmuş durumda. Demek ki demokrasi işler kılınırsa, eleştirel düşünmenin önünü açan bir eğitim reformu gerçekleştirilirse ekonomi performansı yükselecek. Türkiye muazzam bir potansiyele sahip. Biz bu nedenle ekonomi derken demokrasi, yargı bağımsızlığı, insan hakları demeye devam edeceğiz. Bu görevi, TÜSİAD'ın tüzüğünden alıyoruz. Tüzüğümüzün amaç maddesini bir kez daha hatırlatmak istiyorum. 'TÜSİAD, insan hakları evrensel bildirgesinin düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlamayı amaçlar.'

TÜSİAD, Atatürk'ün öngördüğü hedefe ve ilkeler doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma içinde, kadın
-erkek eşitliğini, siyaset, ekonomi ve eğitim açısından gözeten iş insanlarının toplumun öncü ve girişimci grubu olduğu inancıyla yukarıda sunulan ana gayenin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla çalışmalar geeçekleştirir.

Bu maddenin verdiği güçle diyoruz ki; ekononomideki sıkıntıları açmak için siyasetteki sıkıntıları aşmamız gerekir. Aksi halde ekonomide atılacak adımlar pansuman niteliğinde kalır. Yarayı tedavi etmez, bu da bizi iç politikadaki sıkışmaya götürüyor.

Yapılan seçimlerde, seçim ekonomisi uygulanıyor. Yapısal sorunların çözümü hep ileri tarihlere erteleniyor. Bu sıkışmayı seçimlerle aşmaya çalışıyoruz. 2007'de bu yana tam 14 kez sandığa gittik. İptal edilen İstanbul seçimini de dahil edersek 15 ediyor. Peki bu kadar seçimi niye yaptık? Yeni bir toplumsal uzlaşma sağlamak için. Değişen toplumsal yapıya uygun yeni bir sistem kurmak için. Güçler ayrılığının mükemmel işlediği, yürütmenin rahat çalıştığı, parlamenter denetimin etkin olduğu, hukuk devletinin sorgusuz sualsiz işlediği, ifade ve medya özgürlüklerinin güvence altına alındığı, yargının bağımsızlığından ve tarafsızlığından kimsenin en ufak bir kuşkusunun olmadığı, her vatandaşın kendisini eşit ve muteber vatandaş olarak gördüğü, kurumsal yapıların güçlü, düzenleyici kurumların bağımsızlığının garanti altında olduğu bir sistem kurmak için.

Peki bu sistemi kurabildik mi? Bugün geldiğimiz noktaya bakarsak henüz evet diyemiyoruz. Parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş henüz tamamlanmış gözükmüyor. Türkiye Cumhuriyeti gibi büyük ve köklü bir devletin sisteminin değiştirilmesi, uyumlaştırılması daha bir süre alacak gibi gözüküyor. Cumhurbaşkanlığı sisteminin kurumsal yapısı da henüz tam oturtulamadı. Bu da her alandaki sorun alanlarının üzerine etkin bir biçimde gidilmesini engelliyor. Bunların yanı sıra toplumsal kutuplaşma ve gerilim var. Art arda gelen seçimlerdeki sert ve toplumu ayrıştıran söylemler maalesef toplumsal huzuru bozuyor. 31 Mart seçim döneminde de böylesi bir propanda dönemi yaşandı. Seçim sonrasında da muhalefet liderinin saldırıya uğraması siyasi gerilimi daha da yüksellti. İstanbul seçimlerinin iptali ile de siyasi gerilimin bir süre daha devam edeceği belli. Bunlara rağmen insanımız sağduyusunu ve soğukkanlılığını koruyor. Sokakta, üniversitelerde, mahallelerde gençler arasında bir kutuplaşma görmüyoruz. Seçmen büyük bir siyaset olgunluğuyla davranıyor. Çünkü demokrasinin ilkeleri vatandaşlarda kök salmış durumda.

Sandık sonuçları da siyasetçiler arasındaki kutuplaşmanın karşılık bulmadığını gösteriyor. 31 Mart'ta insanımız ayrışma değil birlikte hareket edilmesini istedi ve talebini verdiği oylarla da gösterdi. Birçok belediyede de CHP'li belediye başkanlarına, AK Parti'li belediye meclis üyeleri ile uyumlu çalışma görevini verdi; bunun sonuçlarını bekliyor.

Bize özgü sorunların üzerinde bir de küresel ölçektteki gelişmeler ekleniyor. Tabii ki sorunlarımız katmerleşiyor. Dünya teknolojide, üretim yapısında ciddi değişikliklerle karşı karşıya. Küresel güç dengesi de uzunca bir süredir Batı'dan Doğu'ya kayıyor. Siyasi gücün de kaymasına yol açacaktır. Çin-Rusya ekseni ekonomik ve siyasi olarak etkisini arttırıyor. Ülkemizde haliyle bu durumdan etkileniyor. Küresel ekonomik dengelerin Doğu'ya doğruya kaymasının ekonomik ilişkilerimizde doğunun ağırlığının artmasına neden oluyor. Ekonomik ilişkiler beraberinde siyasal ilişki alanının da genişlemesini getiriyor. 2. Dünya Savaşı'nın liberal ekonomi ve demokrasi modelinden farklı olarak Çin-Rusya eksenini devlet kapitalizmi ve otoriterlik şekillendiriyor.

Bu da bu ülkelerle ilişkilerimizin hassas olmasını gerektiriyor. Elbette güvenlikle ilgili kaygıları karşılanmadığında her ülke gibi alternatifleri değerlendirilir. Doş politikada, savunma ihtiyaçları uzun vadeli milli menfaatlerine göre oluşturulur. Bu nedenle ittifaklar kolay kolay değişmez. Avrupa Birliği ve Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik perspektifi, Türkiye için ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Ancak bu ilişki de karşılıklıdır. Ve Türkiye Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği, Avrupa'nın küresel sisteminin barış, refah, istikrar merkezi olma vizyonuyla da uyumludur.

Nasıl ki ekonomik durumla, iç politika birbirini etkiliyorsa; dış politika ile de benzer bir ilişi vardır. Uluslararası ilişkilerdeki gerilimler Türk lirasında sert düşüşlere neden olmaktadır. Bu sert düşüş reel sektörde maliyet artışına yol açıyor. Üretim ve yatırım kararını bozuyor. Şirketleri zayıflatıyor, iflaslara yol açıyor.

Türkiye eğer küresel düzendeki yerini hiç tereddütsüz biçimde kural temelli sistem içinde olduğunu herkese gösterebilirse, Avrupa Birliği tam üyelik perspektifini güçlendirebilirse, toptan ve çok yönlü reform ve taahhüdü anlamına gelir. Türkiye'ye yeniden dış kaynak akar, TL yeniden değer kazanır, dolarizasyon geri çevrilir. Ekonomideki sorunlar geriler.

Eğer toplumsal uzlaşı sağlayabilirsek, güven ortamını tesis edebilirsek ekonomide sorunları çözme yoluna gireriz.

Güçlü bir ekonominin temelinde ise güven vardır. Güveni inşa etmekse zordur, binbir zahmetle örülür ama bir anda da yıkılabilir. Biz ayrışırsak, birbirimize güvenmezsek dışarısı bize hiç güvenmez.

Sayın Cumhurbaşkanımızın seçimlerden sonra Türkiye İttifakı yapmasını ve geçen hafta kuşattığı bir anlayışa vurgu yaparak birlik çağrısı yapmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Nasıl ki hem ülkemizin kurtuluşunu ve cumhuriyetimizin kuruluşunu birbirimize kenetlenerek başardıysak, bugünlerden de böyle çıkarız.Hepimiz el birliği yaparak hem demokrasiyi hem de ekonomiyi güçlendireceğiz."