Gazeteci İrfan Aktan, OHAL kapsamında yayınlanan son KHK ile görevinden uzaklaştırılan akademisyenlere polis müdahalesini yazdı.

Aktan, “Cübbelerin ayaklar altına alındığı, Korkut Boratav gibi bir hocanın bile engellendiği, Baskın Oran gibi bir hocanın iteklendiği o günü ve Ankara Üniversitesi’ne yönelik bu saldırganlığı aynı okuldan mezun olan vali yardımcıları, başbakan yardımcıları nasıl izledi, hangi vali yardımcısı kendi okuluna ve hocalarına bu operasyonun yöneticiliğini yaptı, bilmiyoruz. Ama görüştüğüm tüm hocaların en büyük tepkisi, “meslektaşları” olan rektör Erkan İbiş’ti” ifadelerini kullandı.

İrfan Aktan’ın Gazete Duvar’da yayınlanan, “Cübbe, postal ve İbiş” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

Ankara Valisi’nin 16 yardımcısı var. Bu yardımcıların 14’ü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, namı diğer Mülkiye’den ikisi de aynı üniversitenin Hukuk Fakültesi’nden mezun. Yani 16 vali yardımcısından 15’i üniversitenin Cebeci Kampüsü’nde eğitim görmüş ve mezun olmuş. Şimdiki değil ama bir önceki vali de aynı kampüste, Mülkiye’de okumuş.

Başbakanın iki yardımcısı, Nurettin Canikli ve Mehmet Şimşek ile Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Cebeci’deki Mülkiye’den mezun.

Bu bilgilerin ne önemi mi var?

10 Şubat günü Cebeci Kampüsü’nün önünde, büyük olasılıkla yukarıdaki kişilerin tümüne de hocalık yapmış olan 81 yaşındaki hocaların hocası (aslında asistanlarının asistanları bile profesör oldu) Korkut Boratav, okula sokulmadı.

Keza yukarıdaki isimlerin ders aldığı hocalardan Prof. Dr. Baskın Oran’ın, yirmili yaşlardaki polisler tarafından nasıl iteklendiğine bizzat şahit olduk. Sonradan Baskın hocaya sordum, o anları şöyle özetledi: “Atılan asistanlarımı görmek için Mülkiye’ye gittim. Kapıdan almadılar. Kaldırımda bekledim. Oradan sürüp ittirdiler, gidin buradan diye. Karşı kaldırıma geçtim, oraya gaz attılar…”

GÜÇLÜYÜM, HAKLIYIM AMA…

Aslında son KHK’nın yayınlandığı gecenin ertesinde, 8 Şubat günü Mülkiye’nin orta bahçesine “girebilmişti” Baskın hoca. Şimdilerde profesör veya doçent olan eski öğrencileriyle dayanışmak için geldiği Mülkiye’nin bahçesinde bir ara kimseye fark ettirmeden gözlerinden dökülen yaşları sildiğini gördüm. Son KHK’yla atılan Yrd. Doç. Dr. Elçin Aktoprak, araştırma görevlisi Celil Kaya, Bahar Şimşek fark etti bunu ve zoraki bir şen eda takınıp hocalarını teselliye çalıştılar. Bir önceki KHK’yla ihraç edilen, Doç. Sevilay Çelenk, ilk KHK’yla atılan Doç. Gülseren Adaklı, Yrd. Doç. Barış Ünlü ve daha pek çok hoca orta bahçede akşam yapılacak toplantı üzerine sohbet ederken, ihraç edilen araştırma görevlisi Irmak Özinanır İletişim Fakültesi’ndeki odasından arkadaşlarını selamlıyordu. Ara tatil olduğu için pek öğrenci yoktu ama Ankara’da bulunan bazıları gelip hocalarına sarılıyordu.

İhraç edilen Yrd. Doç. Ahmet Murat Aytaç’ın ise her zamanki gibi kahkahaları yankılanıyordu orta bahçeden. Sonradan bana anlattığı üzere, haklılığın kahkahasıydı bu. İki gün sonra ise (10 Şubat) Ahmet Murat Aytaç’ı gözyaşları içinde gördüm. Yirmi yıldır emek verdiği Mülkiye’ye girmek isterken bir polis amirinin hakaretlerine maruz kalmıştı. “Güçlüyüm, haklıyım ama bunca gaddarlığa artık tahammül edemiyorum” diyordu.

MÜLKİYE MEZUNU BAKANLAR NE HİSSETTİ?

Ahmet hocayı Cebeci Kampüsü’nün bitişiğindeki kafede bırakıp okulun girişine gittim. İlk önce okulun güvenlik görevlileri tehditkar şekilde beni uzaklaştırmaya çalıştı. Onlarla didişirken daha da tehditkar bir polis geldi, “kardeşim gününü nezarette geçirmek istiyorsan biraz daha diretirsin” dedi.

Basın kartına filan aldırış ettikleri yoktu. Biraz aşağıya indim, derken bir arbede yaşandı. Polisler birinin üzerine çullanmış, gözaltı yapıyordu. Hemen telefonumun kamerasını açıp çekmeye başladım. Gözaltına alınan, çok eski bir arkadaşım, yıllarını toplumsal olayları kaydetmeye adamış olan Oktay İnce’ydi. Tam o sırada etrafa kontrolsüz şekilde “müdahale” eden bir amir üstüme yürüdü ve telefonuma el koymaya çalıştı. Arkasından da polisler beni gözaltına almak için takip etti. Geri çekildim ve kampüs duvarının öte yakasına gittim. Köşeyi dönünce önceki gün gözyaşlarını silerken gördüğüm Baskın Oran’la burun buruna geldik. Kendisine, hocalara çok sert müdahale edildiğini söyledim. “Gel azizim, yakından görelim şunu” diyerek yıllarca emek verdiği okula doğru yürüdü.

Cübbelerin ayaklar altına alındığı, Korkut Boratav gibi bir hocanın bile engellendiği, Baskın Oran gibi bir hocanın iteklendiği o günü ve Ankara Üniversitesi’ne yönelik bu saldırganlığı aynı okuldan mezun olan vali yardımcıları, başbakan yardımcıları nasıl izledi, hangi vali yardımcısı kendi okuluna ve hocalarına bu operasyonun yöneticiliğini yaptı, bilmiyoruz. Ama görüştüğüm tüm hocaların en büyük tepkisi, “meslektaşları” olan rektör Erkan İbiş’ti.

Şimdi izlenim faslını burada kesip görüştüğüm hocalara sözü bırakıyorum.

PROF. DR. KORKUT BORATAV: GADDARLIĞI GÖRDÜM!

“Okulun önünde bir fotoğrafımı çekmişler. Aslında yaşlıyım ben, 81 yaşındayım ama fotoğrafta daha da yaşlı göstermişim (Gülüyor). Bir de ortalık karışık, herhalde görenler de “hoca gaz mı yedi, bir kötü muamele mi gördü” diye düşünmüşler. Ben oraya geldim, içeride öğrencilerim, asistanlarım, asistanlarımın profesör olmuş asistanları vardı. Herkes gibi ben de gittim, abartmanın alemi yok. Oradaki çocuklar benim çocuklarım. Tabii ki gideceğim ve arkadaşlarıma sonuna kadar destek olacağım, onlarla dayanışacağım.

Şahsen ben ne hırpalandım ne de herhangi bir güvenlik görevlisiyle göğüs göğüse girdim. Gaz atılmaya başlayınca oradan uzaklaştım. Durmak istemedim. O yüzden kişisel bir darbeyle karşılaşmış değilim. Ama bu hoşgörüsüzlüğü, gaddarlığı gördüm ve üzüldüm. Bu insanlar bizim çocuklarımız. Hayatlarını üniversiteye, bilime vermiş, öğretmenliğe vermiş insanlara bu muamele çirkin ve yakışıksızdır. Hele üniversiteden kaynaklanmışsa, iyice yakışıksızdır. En azından idari görevlerinden ayrılsınlar. Yatıp kalkıp bunu nasıl sineye çekiyorlar, bilemem. Onu anlamak benim için imkansız.

Eğer meslektaşlarına bu uygulamaları yaptıracaksan, o zaman gidip Emniyet Müdürlüğü’nde yönetici olursun, orada astlarına böyle davranırsın ama üniversite, akademi, bilim camiası bu tür uygulamalara müsait bir alan değil. Veya üniversite yönetimlerini değiştirip rektörlüğe valileri, emniyet müdürlerini getirip koysunlar. Onların kendilerine göre yöntemleri vardır.

Mülkiye, kendisine verilen tarihsel fonksiyona rağmen daima muhalif olmuştur. Devlet aygıtına kamu görevlisi yetiştirme amacıyla kurulmuş olan bu kurum, büyük ihtimalle aydınlanma geleneğinden nasiplendiği ve bir gelenek oturunca artık kalkmadığı için hep muhalefet etmiştir.”

Yazının tamamı burada.