Gazeteci İrfan Aktan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan himayesinde AKP, İstanbul Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi’nin desteğiyle Yenikapı'da düzenlenen CHP ile MHP’nin katıldığı ''Demokrasi ve Şehitler Mitingi'' değerlendirdi.
 
Aktan, “Dolmabahçe mutabakatına hasetle bakan, 7 Haziran öncesinde AKP ile HDP’nin “başkanlıkta” anlaştığını ima ve hatta ifade eden CHP ve çeperindeki “muhalefet”, Yenikapı’ya giderek AKP’yi “Cumhuriyetin kurucu ayarlarına” doğru sürükleyebileceği propagandası yapıyor.
 
“Bu propagandayı ya AKP karşıtı tabanını ikna için kurnazca yapıyor veya bükemediği eli öpüşünü yumuşak bir geçişle izaha kalkışıyor. Ancak her halükârda CHP, yeni Cemaat’i temsil ediyor” ifadelerini kullandı.

İrfan Aktan’ın, Gazete duvar’da “Yenikapı: CHP için sonun başlangıcı” başlıklı yazısı şöyle:

AKP, Türkçü-İslamcı motivasyonla, kendisine oy vermeyen yüzde 50’nin bir kısmını daha yavaş yavaş arkasına alıp hegemonyasını tesis edebildiğinde mevcut haliyle CHP diye bir aktör kalmamış olacak.

Dün Yenikapı’da yeni bir hegemonya hamlesinin mutabakatı ilan edildi. Eski ortağı olan Gülen cemaati tarafından “kandırılmış” (daha doğrusu aldatılmış) olan AKP’nin, içerideki ve dışarıdaki basınca karşı acilen yeni bir ortağa ihtiyacı vardı. CHP ve MHP yeni ortaklığın namzeti olduklarını Yenikapı’da ilan ettiler.
 
Bir kere şu “kandırılma” ifadesini sarihleştirelim: AKP gerçekten de Gülen cemaati tarafından kandırıldı-aldatıldı. Çünkü beraber yürüdükleri yolun başında ortak hedefleri vardı. AKP ve Gülen cemaati Türkçü-İslamcı ideolojik motivasyon ortaklıklarının ilk yıllarında devlet içindeki Kemalist kadroları bertaraf etmeye giriştiler. Bu girişimlerine “liberal aydınlar” da uzun yıllar hararetle destek sundular.
 
‘ANTİ-KÜRT MÜCADELE’
 
Devletin 1990’lar ve öncesindeki şiddet araçlarını daha örtük biçimde kullanmakla beraber Cemaat kadroları İslamcı söylem ve basınçla da Kürt hareketini bertaraf etme vazifesini üstlendi. Kürt hareketini Zerdüştlükle, İslam dışılıkla itham edip bunun üzerinden kurdukları dil (dershaneler, TV dizileri, “Meleler” ve hayatın diğer tüm alanlarındaki müdahaleler) AKP-Cemaat ortaklığının ürünüydü. Cemaat, anti-Kürt mücadelesinde ne istediye hükümetten aldı. Erdoğan’ın 24 Kasım 2013 tarihli sözlerini hatırlayalım: “Cemaate kızgınlıkla bu adımların atıldığı iddiası dört dörtlük iftira, yalan. Cemaatin en ileri gelenleri, mensupları bugüne kadar acaba ne getirdiler de Tayyip Erdoğan bunu geri gönderdi. Yani üniversitelerin verilmesiyle alakalı adımlardan tutun da birçok faaliyetlere yönelik yapabileceğimiz ne varsa bunları yaptık. Benden geri dönen hiç birşey yoktur. Buna rabbim şahittir.” 
 
BARIŞA EN GÜÇLÜ İTİRAZ
 
Fethullahçılar, kendilerine verilenlerin “şartını” biliyordu. Kürt hareketiyle barışın sağlanması, bu şartın sonlanması anlamına gelecekti. Nitekim bölgesel dengeleri de gözeterek 2009’dan itibaren Kürt hareketiyle gizli veya açık görüşmeler yapmaya başlayan AKP’ye en güçlü itiraz Fethullahçılardan geldi. Zira AKP’nin Kürt hareketiyle belli bir mutabakata varması, Cemaate biçilen rolün sonlanması anlamına geliyordu. O yüzden de Fethullahçı yazarlar ısrarla “Kürtlerin haklarını verelim ama Kürt hareketiyle görüşmek yerine onu bitirelim” diye bastırıyordu.
 
2009 Nisan ayında başlatılan ve arkasında Cemaat’in olduğu söylenen KCK operasyonlarının da, Hakan Fidan’ın tutuklanmak istenmesinin de temel sebeplerinden biri buydu. Oysa AKP, Kürt hareketini belli kültürel haklara ikna ettikten sonra onun ideolojisini bertaraf edebileceğine inanıyordu. Aslında AKP’nin de Gülen’in de amacı aynıydı: Kürtlere İslamcı söylemi zerk ederek devlete biat ettirmek, belli kültürel haklarını teslim etmek ve Kürt hareketini, özellikle de seküler-eşitlikçi ideolojisini bitirmek. Ancak yöntemde uzlaşamadılar.
 
İPLER KOPUNCA…
 
Elbette AKP, temel hedefine (Ortadoğu ve Türkiye’de Türkçü-İslamcı ideolojinin yayılarak bölgenin yeni hakimi olmak) odaklanmışken, Cemaat AKP’nin tahtına da göz dikti ve perde arkasından çeşitli girişimlerde bulunarak AKP’yi kandırdı. Nihayetinde ipler orada koptu, mutabakat bozuldu. 15 Temmuz, bu ortaklığın kanlı bitişi olarak tarihe geçirilebilir.
 
Diğer yandan dünkü Yenikapı mitingi, 28 Şubat 2015’te Dolmabahçe’de AKP ve HDP arasında ilan edilen, ancak öngördüğü ilkeler hegemonik bir yapıya müsaade etmediği için hayata geçirtilmeyen mutabakata Tayyip Erdoğan’ın yanıtı olarak da okunabilir. Aslına bakılırsa eğer Dolmabahçe mutabakatı 2009’da ilan edilmiş ve Erdoğan da daha 2009’da bu mutabakatı elinin tersiyle itmiş olsaydı, belki Cemaat-AKP ittifakı hâlâ devam edecekti.
 
KURUCU AYAR PROPAGANDASI
 
Dolmabahçe mutabakatına hasetle bakan, 7 Haziran öncesinde AKP ile HDP’nin “başkanlıkta” anlaştığını ima ve hatta ifade eden CHP ve çeperindeki “muhalefet”, Yenikapı’ya giderek AKP’yi “Cumhuriyetin kurucu ayarlarına” doğru sürükleyebileceği propagandası yapıyor. Bu propagandayı ya AKP karşıtı tabanını ikna için kurnazca yapıyor veya bükemediği eli öpüşünü yumuşak bir geçişle izaha kalkışıyor. Ancak her halükârda CHP, yeni Cemaat’i temsil ediyor. (Bu kıyası belki başka bir yazıda sürdürebiliriz).
 
Oysa AKP hangi maksatla Gülen cemaatiyle münasebet kurduysa, 15 Temmuz sonrasında da aynı maksatla CHP ile münasebet kuruyor, kuracak. Kıssadan hisse: AKP, eklektik sayılabilecek Türkçü-İslamcı motivasyonunu kitlelere iyiden iyiye zerk edip hegemonik düzeni mutlak bir biçimde sağlayana kadar CHP’yle yürümeye hazır.
 
Ancak söz konusu hegemonik düzeni tesis ettiğinde zaten ne CHP şimdiki gücüyle kalmış olacak ne de AKP artık CHP’nin “Cumhuriyetin kurucu ayarlarına” dair herhangi bir hassasiyet göstermek durumunda kalacak.
 
Dolayısıyla, cemaatle ilişkisinin seyrinden de deneyimlendiği üzere AKP, kısa vadede CHP ve onun ulusalcı tabanını hoş tutacak “jestlerde” bulunabilir.
 
7 AĞUSTOS MİLADI
 
AKP örneğin CHP ve tabanının laiklik hassasiyetlerini çok fazla kaşımadan, cemaatçilerden boşalan devlet kadrolarına milliyetçi-Kemalistleri alarak bu münasebeti sürdürmeye çalışabilir. Yani belli bir süre CHP “ne isterse” verilebilir. Ancak bu “jestlerin” hiçbiri AKP’yi esas “davasından” geri çevirmeyecek.
 
AKP, Türkçü-İslamcı motivasyonla, kendisine oy vermeyen yüzde 50’nin bir kısmını daha yavaş yavaş arkasına alıp hegemonyasını tesis edebildiğinde mevcut haliyle CHP diye bir aktör kalmamış olacak. (MHP zaten AKP ve Saray Kürt hareketine karşı mevcut politikasını sürdürdüğü müddetçe bu mutabakatın koşulsuz destekçisi olacağını daha önce defaatle ilan etmişti. (Ulusalcı-faşist grupçukların da aynı saikle bu ittifakta yer aldığı biliniyor.)
 
Bu açıdan bakıldığında 7 Ağustos 2016’yı CHP’nin kısa vadede jestlerle ödüllendirilişinin, uzun vadede ise bitirilişinin başlangıcı olarak okumak lazım.