Daha yeni 3 belediye başkanını görevden alan ve bu yetkisinin bilinirliğini pekiştirmek isteyen Bakan Soylu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na aynen şöyle seslendi; “Başka işlerle meşgul olursan pejmürde ederiz. Bu kadar açık ve net”. Oysa tekrarlanan İstanbul seçimlerinde İmamoğlu’ndan 800 bin küsur fark yemek suretiyle asıl pejmürde olanlar kendileriydi. Bunun üzerine, son zamanlarda pek fazla değinmese de, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eskiden sıkça kullandığı bir sloganı hatırladık; “Güçlünün hukuku değil, hukukun gücü”. Yargıtay Başkanının da teyit ettiği üzere, ülkemizde ‘adalete güven’ %38'e indi. Tüm dünyanın kıskanarak ve imrenerek izlediği şehir hastaneleri noktasında 17 Aralık 2012 tarihli bir konuşmasında, “İşte bürokratik oligarşi ve yargı… Bunlara takılıp kalıyoruz. Dışarıdan bakanlar da ‘326 milletvekiliniz var yine bahane’ diyor. Ama kuvvetler ayrılığı denilen olay var ya o geliyor sizin önünüze bir engel olarak dikiliyor. Diyor ki ‘Senin de bir oynama sahan var’ diyor” söylemi ile bundan tam yedi yıl önce “kuvvetler ayrılığı” prensibini halkına şikâyet eden Erdoğan, artık bu ayrılığı gayrılığı ortadan kaldırdığı için vaziyetten şikâyetçi değildir. Fakat yine de bu sefer görüntüyü kurtarmak için başkanlık sarayında toplanan yüksek yargı mensupları önünde, kuvvetler ayrılığı varmış gibi konuşmaktadır. Görünen o ki, Erdoğan ‘havuç-sopa’ yönteminde, bir havucun varlığının gerekliliğini tümüyle unutmuş durumda. Kendisi milli iradeyi çoktan aştı, ‘Tanrısal iradeyi’ temsil yönünde emin adımlarla ilerliyor, elbette ki sahip olduğu en kalbi ve samimi hisler ile...

Metropoll'den Özer Sencar'ın son anket çalışmasına göre, Babacan'ın kuracağı partinin Türkiye çapında %3,2 ve Davutoğlu'nun partisinin ise %2,5 dolayında bir karşılığı var. Toplamda %5'i geçseler bile, Babacan Ak Parti'den %1, Davutoğlu %0,5 ancak koparabiliyor. Davutoğlu geri kalan kısmı İyi Parti ve MHP'den, Babacan ise CHP'den alıyor... Ahmet Davutoğlu’nun amacının bir başka parti kurmaktan ziyade Ak Partiyi terk etmeyerek bu partiyi bölmek ve/veya ıslah etmek olduğu anlaşıldığından, Davutoğlu ve arkadaşlarının partiden ihraç edilmesi yoluna gidildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Davutoğlu ile meydanlar aracılığıyla açık bir restleşmeye girerken, nispeten daha sakin ve sessiz ilerleyen Babacan’ı pek muhatap almadı, aksine saraya çağırarak ikna etmeye çalıştı ve kendi bilindik üslubuna nazaran durumu oldukça alttan aldı. Erdoğan, Babacan ve ekibini doğrudan hedef almazken, ilan ettiği “manifesto” üzerinden Davutoğlu'nu eleştiriyor. Erdoğan Babacan'ı partiden ihraç etmek bir yana, kendisiyle bizzat görüşerek yanında tutmaya çalışırken, Davutoğlu ile birlikte hareket eden isimler için ihraç kartını ortaya koydu. Diğer taraftan Erdoğan, Babacan'ın adeta siyasi danışmanlığını yapan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile de doğrudan polemiğe girmiyor. Metropoll’ün yaptığı ve yürüttüğü bir başka araştırmaya ve anket çalışmasına (‘Türkiye'nin Nabzı Ağustos 2019') göre ise, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan'a görev onayı verenlerin oranı yüzde 44'e geriledi. ‘Onaylamıyorum' diyenlerin oranı da yüzde 48,5'e yükseldi. Geçen yılın aynı döneminde Erdoğan'a görev onayı verenlerin oranı 53,1 olarak ölçülmüştü. Ak Parti belki tarihinde ilk defa erken seçim ihtimalinden bile korkuyor, sürekli topu taca atıyor ve süre kazanmaya çalışıyor. Zira batmakta olan gemiye yeni yolcu alamaz, kaçanları da durduramazsınız. Gül, Babacan ve Davutoğlu’nu barkovizyon gösterimlerinden silmekle veya mehter marşları ile kutlanan 30 Ağustos gösterilerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün adının anılmamasıyla bir yere varılamaz, ancak Türkiye’nin otokratik yönetim imajını pekiştirir. Hatırlanacak olursa, 1925 yılında çekilen fotoğrafta Sovyetlerin lider kadrosundan beş kişi bir arada görülür. İleriki yıllarda iktidar katından tasfiyeye uğrayanlar bu fotoğraftan birer birer silinirler. Önce dört kişiye iner fotoğraftakiler, sonra üç, sonra iki kişi kalır. En sonunda Stalin’in tek başına olduğu bir portre fotoğrafı kalır elde. Öte yandan, iktidarın kaybetmesi, muhalefetin kazanacağı anlamına gelmiyor. Eğer öyle olsaydı, Demokrat Parti'den kopup Millet Partisi'ni kuran zevat, Menderes'in hızla kan kaybettiği 1950'lerin ikinci yarısında iktidara gelirdi. Bölükbaşı ve arkadaşları %2'yi zor bulmuşlardır. Adnan Menderes’in 1958’te söylediği şu sözleri hatırlayalım; "Milletten teveccüh gördüğümüz için iktidar yetkisini aldık. Bize husumet besleyenler, senelerce seçimsiz koca bir memleketi idare eden, iktidar etme kudretini sanki atalarından geçmiş değişmez bir vasıfmış gibi zanneden zevattır. Bu ülke onların idaresinde istibdatı gördü. Vatandaşın yüz çevirdiği işte bu meş'um hakikattir. Bizler, yorulmadan, şikâyet etmeden, her türlü tezvirata kulaklarımızı tıkayarak, çevremizde hasedin ve bozgunculuğun kararttığı çehreleri görmezden gelerek bu ülkeye hizmet ediyoruz. Belki bu güzel hizmetlerin bedelini bir gün bize ödetecekler. Bu yola çıkmış her fani gibi bizlerin de tek temennisi, milletin hafızasında lekesiz bir hatıra bırakma azmi ve gayretidir."

31 Ağustos 2007 tarihinde “Avrupa Birliği hedefi, ülkemizin demokrasi, temel hak ve özgürlükler, hukukun üstünlüğü gibi konularda evrensel standartlara yaklaşmasına yardımcı olmaktadır. Ayrıca, kurumsal yapılanmalar ve sektörel politikalar gibi pek çok konuda Türkiye’nin önümüzdeki dönemde neler yapacağını da şekillendirecektir” diyen ve diyebilen Erdoğan’ın vizyonu ve misyonu o günden bugüne çok değişti ve dönüştü. Partisinin kemikleşmiş kitlesinin taleplerine uygun hareket etmekte zorlanıyor, parti tabanı Ege’de 18 adanın Yunanistan’a bırakılmasına çok kızıyor. Uluslararası antlaşmalarla Türkiye’ye bırakılmış ada ve kayalıkların terk edilmesi nedeniyle değişen kıta sahanlığı, Akdeniz’de hakkımız olan enerji havzalarının kaybedilmesine sebep olduğu için daha da öfkeleniyor.

Her gün bir başkasını duyduğumuz çocuk istismarı haberlerine bir yenisi eklendi. İstanbul'da ‘din eğitimi veren’ Fıkıh Araştırmaları Derneği'nin yatılı kursunda otuza yakın erkek çocuğuna tecavüz edildiği ortaya çıktı. Fıkıh Araştırmaları Derneği 2013’te kuruldu. Aynı yıl Ak Parti kaçak kurs açanlara ceza indirimi yapmış, “üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir, bu hapis cezası paraya çevrilir” hükmünü getirmişti. Pek çok başkası gibi, işte bu İslami pedofili derneği de bu açıktan ve rahatlıktan yararlananlar arasında yer alıyordu. Bu arada, 2013’te İslami yönelimli ve kâr amacı güden pedofili derneklerinin açılması kararının altında, Abdullah Gül'ün hem hükümet üyesi olarak hem de cumhurbaşkanı olarak imzası var.

Ali Nesin’in dediği gibi; “İnsanın iyiyle kötüyü ayırt etmesi için illa inançlı olması gerekmiyor, ama inançlıyım diyen herkesin iyiyle kötüyü ayırt edebilmesi gerekiyor...”