YSK, İstanbul seçimlerinin iptali ile ilgili olarak gerekçeli kararını açıkladı ve gördük ki asıl çalınan insanların iradesidir. Gerekçeli kararı incelediğimizde iptale haklı neden olabilecek hiçbir hukuki dayanağın olmadığını, karara ret oyu veren YSK üyelerinin seçimlerde herhangi bir usulsüzlük ya da hile yapılmadığı, dolayısıyla da seçimin iptalini gerektiren bir durum olmadığı şeklindeki açıklamalarından da anlıyoruz. Neticede YSK'nın İstanbul seçimlerini iptal etmekle milyonlarca seçmenin iradesine bir ''darbe'' olduğu fikrinin ne kadar haklı ve doğru olduğu çok net ortaya çıkmış durumda.

YSK'nın malum İstanbul seçim ''darbesi'' iktidarın fetişleştirme boyutunda sürekli gündemde tuttuğu ''milli irade'' kavramının seçim sonuçları kendi lehine çıkmadığı zaman ne kadar içinin boş olduğunu da bize gösterdi. İşte tam da bu nedenle, bundan sonra yapılacak seçimlerin ''serbest seçimler'' kavramının adına layık olabilmesinin bizzat kendisi, siyasi mücadelenin önemli bir ayağı olması gerektiğini öne çıkarıyor. Bu mücadelenin elamanlarından biri olarak gerçek manada bağımsız ve tarafsız bir YSK'nın talep edilmesi, bu talebin önümüzdeki mücadele sürecinin önemli adımlarından biri olarak gündemleştirilmesi ve toplumsallaştırılması elzem olduğu kabul edilmelidir.

Daha açıkçası gerekçeli karar yayımlandığında gördük ki, elle tutulur bir yanı yok. Kararın bütünüyle siyasi bir nitelik taşıdığı, yani İstanbul seçiminin iktidar tarafından iptal edildiği görüldükten sonra dahi, YSK'nın bu yapısıyla adil ve eşit koşullarda seçim yapılmasının olanaksız hale geldiğinden ve YSK üyelerinin istifa etmeleri gerektiğinden, bağımsız ve tarafsız bir YSK kurulmasının artık bir zorunluluk olduğundan ve ancak böylelikle ülkede gerçek manada serbest seçimlerin yapılabileceğinden söz edildiği pek duyulmadı.

Evet, 23 Haziran'da İstanbul Büyük Şehir Belediyesi için tekrar seçime gidilecek. Bilindiği gibi 31 Mart'ta yapılan seçimde görev yapan aynı YSK üyeleri 23 Haziran'da da görev yapacak. Ancak sormak lazım; Aynı ''darbe''nin yapılmayacağının garantisi nedir, bilen var mı? Yani 31 Martta YSK eliyle ''darbe'' yapıldı, tamam. 23 Haziranda neden yapılmasın?, CHP'ye göre YSK, 31 Martta yaptığı ''darbe'' ile ''yedili çete'' olduğunu kanıtladı, bu da tamam. Aynı ''yedili çete'' 23 Haziranda ''darbe'' yapmayacak mı diyor CHP? Ya da şunu mu diyor muhalefet kurmayları? ''31 Martta kazanmıştık ama ''darbe'' ile mazbatamızı elimizden aldılar. Fakat ikinci kez kazandığımızda iktidar seçim sonuçlarını tanımak zorunda kalacak ve zaferimize boyun eğecek.'' Umarız böyle olur...

Bir an bu görüşü rafa koyup düşünelim: YSK üyelerinin bu yapısı ile eşit ve adil bir seçim yapılmaması gerektiği, iptal gerekçesinin içinin ne kadar boş olduğu göz önüne getirildiğinde muhalefet tarafından neden hiç dillendirilmedi? Burada hemen belirtmek gerekir ki; 23 Haziran seçiminin sonucu ne olursa olsun, adil ve eşit bir seçim mekanizmasının tüm kural ve kurumlarıyla yaşama geçirilmesi 23 Haziran seçimi ve sonrasında yapılacak tüm seçimler kadar çok önemli olduğu kabul edilmelidir.

23 Hazirana bugün itibariyle 23 gün var. Dikkat edilirse her iki adayın seçim çalışması oldukça sakin ilerliyor. Muhalefetin bu sakinliğini anlamak mümkün elbette. Oysa 31 Marttan 23 gün öncesi böyle miydi? Yerel seçim olmasına rağmen neredeyse ülkenin bekası meselesi asıl gündemimiz olmuştu sanki. Caddeler, sokaklar özellikle iktidar yanlılarının dev poster ve ilanlarından geçilmiyordu. Cumhurbaşkanı bizzat günde üç miting yapıyor, devletin tüm olanakları ile AKP'ye oy istiyordu. Şimdi bu sakinliği neye yormalı acaba? Üstelik iktidar yanlılarının bu kez seçimi kazanacaklarına dair bir algı olduğu da gerek medya takibinden ve gerekse Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin söylemlerinden anlaşılıyor.

Burada medyanın çok önemli bir işlevi olduğu yadsınamaz elbette. Zira, medya egemenlerin çıkarlarını bugünden yarına koruyan, meşrulaştıran ve pekiştiren bir işleve sahiptir. Medyada izlediklerimiz, okuduklarımız ve duyduklarımız bizi içinde yaşadığımız toplumsal sistemin ve dünyanın doğal, normal ve kaçınılmaz olduğuna ikna etmeye çalışır. Kısacası medya, hakim sınıfın görüşünü, çıkarlarını ve gücünü meşru kılmak için çalışan ideolojik bir aygıttır. Medyanın bu özelliğini göz önünde bulundurduğumuzda iktidarın medyada muhalif yayınları yasakladığı ve her şeye rağmen bu alanda mücadele edenleri nasıl cezalandırdığını daha iyi anlıyoruz kuşkusuz.

Son söz olarak, iktidarın ülkedeki tüm medya gücünün %95'ni kontrol etmesine rağmen 31 Martta muhalefetin gerek iktidarın çok önem verdiği İstanbul'u (İktidarın sürekli dillendirdiği ''İstanbul'u kaybedersek Türkiye'yi kaybederiz sözünü bilmeyen yok'') ve gerekse Ankara, Antalya, Adana, Mersin, Bolu gibi belediyeleri kazanmış olması AKP - MHP iktidar bloğunun asıl olarak iktidar kapasitesini yitirdiğini ve ülkeyi yönetemiyor olduğunun hakikatidir. Bu hakikat, 23 Haziran seçiminin sonucu ne olursa olsun, demokrasi güçleri için, iktidara karşı özgürlük, eşitlik, adalet mücadelesinin sürekliğinin önemini gösteriyor...