Damda uyuma... ÖLÜRSÜN!

Ekmek almaya gitme... Gece işten eve dönme... Hayvan otlatmaya gitme... ÖLÜRSÜN!

Sokağa çıkma...

...GİTME!

ASKERE GİTME!

BURASI TÜRKİYE!

ÖLÜRSÜN!

'Bir anda gürültü oldu, silah sesi geldi, baktık Cemile yere düştü'.  Cemile 10 yaşında bir çocuk, Cemile evin kapısında oyun oynuyordu…

Ama Cemile Cizre’liydi…

SOKAKTA OYUN OYNAMA ÖLÜRSÜN!

Ölüyor çocuklarımız, ölüyorlar, ölüyoruz, bu ülkede en kolay şeydir ölmek…

Ölümün nerede, nasıl seni yakalayacağı hiç belli değil… Bizler, evet bizler tesadüf hayatlar yaşıyoruz şimdi bu ülkede. Ölmenin değil yaşamanın tesadüflere indirildiği bir ülke burası.

Ne oldu da böyle oldu/öldük?

Bizler aslında bunu çok iyi biliyoruz, ama bütün çaba ve emeğimizle bu hali yok etmeye çalışıyoruz. Dün 7 Eyül’dü, 6-7 Eylül 1955’de nelerin, 1978’lerde, 1980’lerde, 28 Aralık 2011, 20 Haziran 2015…

Ama bizler başka ihtimalleri hep çoğaltmak istedik, barış hele hele toplumsal barış kolay olmayacak bu ülkede bunu biliyoruz, hayalci değiliz, ancak insanlığın dondurucuya alındığı bir zamanı bu kadar içeriden yaşamak, gözlemlemek ve de bu gün gelinen noktada “barış süreci buzdolabında” diyenin dümenine düşmek…

8 Haziran’da; “artık sizler bu ülkede barışın filmini çekersiniz” diyenler, “çözüm süreci buzdolabındadır artık” şimdi keyifle sırıtıyorlar.

“Bu savaş bizim değildir, saltanatın, Recep Tayyip Erdoğan’ın savaşıdır” diyen büyük bir çoğunluk vardı. Ve bu kez savaş dedikleri için arkalarında umdukları kalabalıkları bulamadılar. Asker ve polis cenazelerinde ilk defa; “ Neden ölüyor benim çocuğum?”, “neyin savaşı bu savaş?”, “ne oldu da 8 Haziran’da savaş dediniz” diyenler ve bir asker annesinin oğlunun cenaze töreninde; “oğlum özür dilerim 18 bin liram yoktu” demesi bu sürecin anlamını en iyi anlatan cümle oldu.

Bu iklim ilk defa şimdi değişmeye başladı, Dağlıca’da yaşanan asker ölümleri ile şimdi AKP/R.T.E. savaşın sorumlusudur diyenler başka bir akıl ile hızla buluştular. Bu akıl eskiden vardı, devlet bu aklın gelişmesi için uzun yıllar her şekilde büyük emek vermişti. Recep Tayyip Erdoğan bu aklı Doğubayazıt’ta seçimlerden önce gerçekleştirmek istedi, Erdoğan’ın savaş ortağı Efkan Ala Ağrı Valisi’ni arayarak; “O komutana söyle öyle bir seçki yapsın ki Türkiye’nin her şehrine -25 şehir- bir asker cenazesi gitsin işte o zaman gelsinler konuşsunlar”, PKK bu provokasyonu boşa çıkardı, sonrasında Diyarbakır’da seçim mitingine bombalı saldırı oldu, HDP/HDK/PKK bu saldırıyı da boşa çıkardı…

Başkanlık sevdalısı zat bir türlü istediği histerik dalgayı yaratamıyordu. Ama Dağlıca’da yaşanan askerlerin ölümleri ile şimdi o beklediği iklimi yakaladı.
Bu saat içinde Recep Tayyip Erdoğan’dan, AKP’den, Devletten barış talep etmek, barış beklemek, silahların susturulmasını beklemek hiç de akla uygun gelmiyor. Öte yandan vicdanı olmayan yapı ve bireylerden nasıl barış talep edilebilir ki!

İnsanlığı dondurucuya kaldıran bir kişide, sistemde silahları susturmasını beklemek, barış beklemek hayalperestliğine düşmenin bir anlamı yok. Onun için bir şey var, o da PKK/KCK’den bunu talep etmek. Bu iklim şu an saltanatında başka bir şey düşünmeyen zatın yeniden hayallerini canlandırmasını, hayaline devam etmesine bir atmosfer sağladı.

PKK/KCK bu coğrafyada barış adına bir şey beklememizin umududur. Barış PKK/KCK’nin eylemlerine son vererek silahsızlanma sağlaması ve halkların birlikte emeği ile gerçekleşecektir.

Hepimize barış için çok şey düşüyor, ancak kanımca bunun ilk adımını PKK/KCK atabilir.

ŞİMDİ BARIŞ ZAMANI!