Uzay Bulut / Demokrat Haber Ankara

 

Bundan 10 ay önce, 16 Eylül 2011 tarihinde Van'dan İstanbul'a tutuklu götüren cezaevi ring aracında çıkan yangında 5 mahkûm yanarak can vermişti. Aileleri, tanınamaz hale gelen mahkûmları DNA test sonuçlarından tespit edebilmişti. İnsanların diri diri yakılması, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk değildi. Ne yazık ki son da olmayacaktı…

 

Yangında hayatını kaybeden Abdülsetter Ölmez (35), Sinan Aşka (18), İsmet Evin (33), Akif Karabalı (24) ve Medeni Demir (47) isimli mahkûmların avukatı Necdet Edemen otopsiyi şöyle anlatıyordu: Her biri 70-80-90 kilo insanları beş tane 20 kiloluk poşete koymuşlar. Yani kemikleri bile yanmış insanların. Ben avukatım ve cinayetten kazaya çok defa otopsiye girdim ama böyle bir şey görmedim, insanların dişleri erimiş, nasıl bir yanmaktır bu...”

 

Kelimelerle tarif edilemeyecek kadar acı bir felaketti yaşanan fakat 5 canın kömüre dönüşmesinin hemen ardından “Adalet” Bakanlığı “müjde”yi patlatmakta gecikmiyordu:

 

“2011 yılında 100 adet hükümlü ve tutuklu ring aracı alım ihalesi Devlet Malzeme Ofisi tarafından yapılmış olup, bu araçlar 2011 yılı sonuna kadar Genel Müdürlüğümü’ze teslim edilecektir. Son dört yılda, 2011 yılında alınacaklarla birlikte 256 adet hükümlü ve tutuklu nakil aracı alınmış olacaktır."

 

Devlet, insan hayatına verdiği değeri işte bu satırlarla özetliyordu. Kemikleri yanıp kömür olan insanlar için bir özür ya da sorumluların cezalandırılacağına ve cezaevi koşullarının iyileştirileceğine dair tek bir söz dahi edilmiyordu. Yapılan ilk açıklama, yeni cezaevi araçlarının alınacağıyla ilgiliydi. Sokaktaki hak eylemlerinde polis kurşunuyla katledilen insanlara değil de kırılan banka camlarına üzülen bir zihniyetten başka ne beklenebilirdi ki?

 

Yanmış cesetleri poşetler içinde ailelerine teslim edilen mahkûmların haberi üzerinden 10 ay geçmişti ki bu sefer başka bir cehennemden bir vahşet haberi daha geldi. 225 kişilik kapasitesi olmasına rağmen yaklaşık 1200 tutuklu ve hükümlünün kaldığı Urfa E Tipi Cezaevi’nde çıkan yangında 13 mahkûm yanarak hayatını kaybetmişti. İHD Urfa Şubesi, hapishane yönetiminin yarım saat yangına müdahale etmediğini söylüyor.

 

Urfa E Tipi Cezaevindeki bu katliam birden bire mi yaşandı, yoksa vahşet “geliyorum” demiş miydi? Hem İnsan Hakları Derneği Urfa Şubesi’nin ve Urfa Barosu’nun cezaevindeki gayri insani koşullara yönelik hazırladığı raporlar, hem de BDP Urfa Milletvekili İbrahim Binici ile BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın konuyla ilgili yaptığı açıklamalar, isyanın yaklaştığını gösteriyordu. Aynı cezaevinde 22 Temmuz 2010 tarihinde Erkan Gümüştaş, siyasi tutuklu olmasına rağmen adli tutukluların arasına verilmek istenince bedenini ateşe vermiş ve yaşamını yitirmişti.

 

BDP Grubu, cezaevlerindeki hak ihlallerinin araştırılması için 14 Şubat 2012'de meclis araştırması yapılmasını istemiş fakat bu talep, AKP'nin oylarıyla reddedilmişti. “Şanlıurfa cezaevinde işkence sayılabilecek insanlık dışı koşullar söz konusudur. Ağır hizmet kusuru söz konusudur. Bu cezaevinde Şanlıurfa sıcağında hayvan bile yaşamaz" diyen Urfa Barosu Başkanı Avukat İrfan Güven, bu vahşete aylardır süren hak ihlallerinin sebep olduğunu vurguluyordu.

 

Cezaevinin bir zindana ve toplama kampına dönüştürülmesi sonucu yaşanan katliam sonrasında “Adalet” Bakanlığı yeni “müjde”sini duyurmayı da geciktirmiyordu: Urfa’ya 2 adet yeni F tipi cezaevi!

 

“Yeni 196 cezaevi yapıyoruz. Aslında 2009'dan bu yana Şanlıurfa'da ceza infaz kurumu yapmak için gayret sarf ediyoruz. Yer temini konusunda maalesef çok seri şekilde netice alınamadı. Önceki Urfa Valisi'ni bizzat kendim aradım. Yakın bir zamanda arsa temininde netice alındı. İhale süreci işliyor. Siverek Cezaevi'nin inşaatı hızla devam ediyor. Bu bölgede ilave yatırımlarımız var. Ama bunların hizmete girmesi bir süre zaman alacak.''

 

“Muhafazakâr demokrat” olduğunu dile getiren bir iktidarın, yaşanan ölümler ve acılar karşısında yeni cezaevi ring araçlarının satın alınacağından, yeni cezaevleri inşa edileceğinden, arsalardan, ihalelerden, yatırımlardan bahsetmesi, “vicdanlı” veya “demokrat” olma konusundaki iddiasının toplumun gözünde yerle bir olmasına yetmiyor mu?

 

Hayvanların bile yaşayamayacağı şartlara insanları maruz bırakan, bazıları daha mahkemeye bile çıkmamış 13 savunmasız insanı diri diri yakıp kül eden ve bu yürek dağlayan acının ardından “çözüm” olarak yeni cezaevleri inşa edeceğini müjdeleyen bir yönetim, aylardır içeri tıktığı binlerce kişinin “terörist” olduğunu söyleyebilir mi? Söylese bile, buna kim inanır?

 

Türkiye’de cezaevleri ne yazık ki öç alma mekanizmaları olarak kullanılıyor. 2002'de 59 bin olan tutuklu-hükümlü sayısı, Türkiye Tabipler Birliği’nin açıklamasına göre 2012'de 130 bini aştı. İktidar partisinin açtığı 48 yeni cezaevi, tutuklu ve hükümlü sayısını azaltmadı. İnsan Hakları Derneği'nin her yıl yayımladığı İnsan Hakları İhlalleri Raporlarına göre, son 10 yılda Türkiye cezaevlerinde ölenlerin sayısı 300'ü buldu.

 

Artan açlık ve yoksulluğun yarattığı suçlar, daha fazla cezaevi açmakla ve o cezaevlerine binlerce insanı doldurmakla engellenemez. İnsanların düşüncelerinden ötürü rehin alınması ise insanlık için bir utançtır. Bir ülkede ne kadar çok siyasi tutuklu varsa, o kadar az demokrasi, o kadar çok diktatörlük vardır. Düşüncenin zindanlarda yok edilemeyeceğini devletlerin binlerce yıllık insanlık tarihinden bir ders olarak çıkarması gerekirdi. Toplumsal barış ve adalet sağlanmadığı, fikir ve ifade özgürlüğü güvence altına alınmadığı ve insanlara insanca yaşam koşulları sunulmadığı sürece değil 196, 100 milyon cezaevi de inşa edilse hiçbir sorun çözülemez.