14 Şubat kutlu olsun…

“Hangi 14 Şubat?” denildiğini duyar gibiyim. Elbette bir zamandır Türkiye’de ve giderek Kürdistan’ın çeşitli illerinde de kutlanmaya başlayan 14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlu olsun.

İnsan maneviyatının ve maddiyatının sömürüsüne, vakumla çekilip piyasaya aktarılmasına dönüşmüş Aziz Valentine Günü ya da Sevgililer Günü pazarının yapış yapış tezgâhlarından uzağız.

14 Şubat 2002 tarihinde Ankara’da yapılan Öykü Forum’a katılan öykücüler yazar Özcan Karabulut’un Dünya Öykü Günü önerisini kabul ettiler. O yıl Karabulut’un başkanlığını yaptığı Edebiyatçılar Derneği projeyi Türkiye PEN Merkezi’ne taşıdı. Türkiye PEN Merkezi de Uluslararası PEN’e onaylaması için iletti.

Kasım 2003’te 69. Uluslararası PEN Dünya Kongresi’nde 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nü onayladı.

Böylece Dünya Öykü Günü önerisi Uluslararası PEN Genel Kurulu’nda Çeviri ve Dilbilimsel Haklar Komitesi’nin önerisi olarak kabul edilmiş oldu.

Ankara, İstanbul, İzmir, Amed, Batman ve diğer bütün illerde öykülerle bir araya gelen söz arayıcılarını selamlıyorum.

“İNSAN ÖYKÜSÜYLE VARDIR”

Biz de 14 Şubat’ı Dünya öykü Günü olarak kutluyoruz. Öyküye, edebiyata selam duruyor, aramızdan ayrılmış artık hayatta olmayan öykücülerimizi ve edebiyatçılarımızı da saygı ile anıyoruz.

İnsanın insan olma macerası aynı zamanda kendini anlatma, ifade etme macerasıdır.  “İnsan öyküsüyle vardır” diyoruz. Mağara duvarına çizilen ilk resimden, şamanların, büyücülerin ilk anlatılarından, ilk bilinçli şekillerden ve giderek ilk harflerden, Gılgameş’ten, Homeros’tan, masallardan, mesellerden geliyoruz. Duvarlardan, tabletlerden, papirüsten, kâğıttan, kalemden geliyoruz. Sesimizi arıyor, sesimizi aktarıyor, öykümüzü yaratıyor, öykülerimizi dinliyoruz.

Bu büyük arayışın, kavrayışın, reddedişin kavgasında büyük söz sanatıyla, edebiyatla, öyküyle duruyoruz. Paramaz Kızılbaş’ın son mektubunda dediği;  Hayal Gücü İktidara”nın arayışçısıyız. Hayal gücü iktidara yürürken öykümüzü kuruyor, oluşturuyor, paylaşıyoruz. Halklarımızın destanlarından kopup gelen nice kahraman var hayatlarımızda. Her biri büyük birer öykü kahramanı. “Sade öykü” değil, insanın, özünde hayatı üreten, yaratan, bölüşen insanın, işçi ve emekçilerin, topraksız rençberlerin, kadınların ve lgbt bireylerin, kapitalist sistemin, kokuşmuş feodal geleneklerin çarkları altında ezilen, sömürülen, “öteki”leştirilen insanın öyküsünü arıyoruz. Hayal gücü orada. Hayat gücü orada çünkü. Çünkü “biz başka âlem isteriz”.

“Tarihin sonu”, “kahramanlık çağının sonu” ilan edilmişken, insanın tarihi yapan ve yaratan olduğu inkâr edilmişken “hayır” diyoruz, insan öznedir, tarihi yapar ve değiştirir. Mazlum Doğan’a, Baba Erdoğan’a bakıyoruz, bu gün Kobanê’de yeni destanlar yaratan yüzlerce genç kadın ve erkeğin, yaşlı ve gencin öykülerine dikkat kesiliyoruz. O öykülerdeki derinliğe, keskinliğe, genişliğe, o öykülerdeki ütopyaya, o ütopyalardaki gerçeğe, o gerçeğin tenine değiyoruz. Her birinin öyküsünü, imgesini, sözünü dünya insanlığına, insanlığın yazılmamış tarihine ulaştırmak boynumuzun borcudur diyoruz.

Çehov’un duvarda asılı her nasılsa patlayacak tüfeğiyiz. Sait Faik’in “bir insanı sevmekle başlayacak her şey” ini halk sevgisiyle bağdaştıranız, Sebahattin Ali’nin kırılmış gözlükleriyiz, Hemingway’ın “ Bebek Patikleri”yiz Orhan Kemal’in topraksız köylüleriyiz, Bekir Yıldız’ın “Kaçakçı Şahan”ıyız, Gorki’nin “Arkadaş”ıyız, Sevgi Soysal’ın “Tutkulu Perçem”iyiz, Yaşar Kemal’in “Sarı Sıcak” Çukurovası’yız. Her acının, her açlığın, her ezilmişliğin, her sevdanın, her direnişin, her buğday tanesinin, her damla alınterinin, her arayışın ve her devrimcinin öyküsünü yazacağız mutlaka.

Muzaffer Oruçoğlu’nun Brunswick Delileri’nin kahramanı Dido’nun, bahçesindeki elma ağcını kesmeye çalışan adama gösterdiği tepkiden sonra dediği gibi “Masallar ölmedi, kahramanlar hâlâ yaşıyor!” Paramaz kızılbaş gibi Peterpan olup Nederland’a uçtular, çocuk kalmak için.

Yaşasın Öykü!

Biji Çîrok!