2011’den bu yana Abdullah Öcalan yasal hakları ayaklar altına alınarak avukatlarıyla görüştürülmüyor. Aile ziyaretleri yapılamıyor. 15 günde bir telefonla konuşma hakkı teslim edilmiyor. Mektuplaşma hakkı çiğneniyor. Aynı tecrit İmralı’daki diğer mahpuslara da uygulanıyor.

Söz konusu tecrit infaz hukukunun temel kurallarının ayaklar altına alınmasıdır. İnfaz hukukuna göre ceza kesinleşince artık suçla devletin bağı kesilir. Artık devletin ceza alacağı vardır. Keza mahpusun da ceza kesinleşince artık suçla bağı kalmaz. Onun içindir ki suç ve türlerine göre infazda ayrım yapılamaz. Ceza ve miktarına göre infaz olacaktır. Ayrımcılık yasağı temel kuraldır. Nitekim ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanunun 2. maddesinde temel ilkenin ayrımcılık yapılmaması olduğu vurgulanarak, "Zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı, onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz" hükmü düzenlenmiştir.

Aynı yasanın 6. Maddesinde de: "Hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir. İnfazda kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır. Yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak için her tür koruyucu tedbir alınır" hükmü düzenlenmiştir.

Aynı yasanın 25. maddesinde ağırlaştırılmış müebbet hapsin infazında mahpusun günde 1 saat açık hava ve spor, 15 günde bir 10 dakika telefon, 15 günde bir saat ziyaretçi kabul etme hakkı düzenlenmiştir.

İktidar kendi yasasını ihlal etmektedir. Yani yasasız ikinci bir ceza uygulamaktadır. Oysa anayasanın 38. Maddesinde ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konur denmektedir. Olayımızda İmralı tecridi anayasaya da aykırı bir şekilde iktidarın keyfiliğiyle uygulanmaktadır. Anayasanın 137. maddesinde kanunsuz emrin vereni de uygulayanı da sorumluluk altına sokacağı belirtilmiştir. Söz konusu tecrit anayasanın tam 8 maddesine aykırıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin tam 7 maddesine aykırıdır. BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin tam 4 maddesine aykırıdır. Söz konusu sözleşmenin 10. maddesinde "özgürlüğünden yoksun bırakılan herkes insani biçimde ve insan olmak sıfatına, yerleşik onuruna saygı gösterilerek muamele görecektir" denmektedir.

Söz konusu tecrit A.İ.H.S.'nin başta işkence, onur kırıcı, insanlık dışı muamele ve ceza yasağını düzenleyen 3. maddesi olmak üzere tam 5 maddesine aykırıdır.

Söz konusu tecrit BM İşkencenin Önlenmesine dair Sözleşmenin de ihlalidir. Türkiye tüm bu bağıtlara uymakla yükümlüdür.

BM mahpuslar için asgari standart kuralların 57. Maddesinde "... cezaevi sistemi durumun doğasında var olan sıkıntıyı daha da ağırlaştıramaz" hükmü düzenlenmiştir. Avrupa Konseyi bakanlar komitesinin üye ülkelere 2006/2 nolu tavsiye kararında da: "Hapsetme kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılması yoluyla başlı başına bir cezadır. Bu nedenle doğasında bulunan acı ağırlaştırılmamalıdır" hatırlatması yapılmıştır.

1976’da yürürlüğe konan 2000 yılında da Türkiye’nin de imzaladığı "Kişi Özgürlükleri ve Siyasal Haklar Paktı”nın 10. maddesine göre de "Özgürlüğünden yoksun bırakılmış herkes insanca ve insan kişiliğine ilişkin onuruna saygı görerek işlem görür" denmiştir.

Tecrit iz bırakmadığı için beyaz işkencedir. Devletin kişiyi nesne haline getirmesidir. Beden ve beyin bütünselliğine devlet saldırısıdır. Tecrit sadece yasaklar ve illegal kurallar rejimi değil aynı zamanda istisnai bir iktidar ve yönetme tekniğidir. İmralı tecridi istisnanın da istisnasıdır. Düşmanla savaş hukukunun infaz tekniğidir. Hukukta buna kara delik denir.

BM mahpuslara ilişkin ilkeler bütününün 15. maddesine göre ".... bir kimsenin dış dünyayla ve özellikle ailesi ve avukatıyla iletişim kurması yaklaşık bir-iki günden daha uzun süre engellenemez" hükmünü vurgular. Bu konuda BM ceza ve adalet komisyonunca 2015 yılında kabul edilen Mandela Kurallarında ise hiçbir koşulda aile ve avukat ziyaretinin yasaklanamayacağı vurgulanır. Hücre cezasına doğrudan başvurulmaması, zorunlu ise 15 günü asla geçmemesi vurgulanır. Abdullah Öcalan’a 200 günden fazla hücre cezaları verilmiştir. Zaten tek kişilik özel cezaevi olan İmralı cezaevinin bizatihi kendisi bir nevi büyük bir hücredir.

Norveç, Portekiz, İspanya, Sırbistan ve Bosna Hersek’te müebbet hapis cezası yoktur. AİHM 2014 Öcalan kararında ölünceye kadar hapsi yani şartlı salıverilme kapısının kapalı olmasını sözleşmenin işkence, onur kırıcı, insanlık dışı muamele yasağını düzenleyen 3. maddesinin ihlali olarak değerlendirdi. AİHM 2000’den bu yana verdiği birçok kararında şartlı salıverme kapısı açık olsa bile müebbet hapis cezalarının belli sürelerde gözden geçirilmesi gerektiğine vurgu yaptı. AKB Komitesi de uzun süreli mahkumların iyileştirilmesine dair R(76)2 nolu tavsiye kararında üye devletlere 8 ile 14 yıl arasında müebbet hapis cezalarının gözden geç irilmesi tavsiyesinde bulundu. Yani her insanın "özgürlüğü umut etme hakkı”nın olduğu vurgulandı.

Bugün Leyla Güven bedenini yasal bir hak için, tecridin kaldırılması için ölüme yatırmış durumda. Sınıra dayandı. 7000 mahpus cumhuriyet tarihinin en katılımlı açlık grevinde. Yasal bir hak için. Tecrit suçuna iktidarın son vermesi için. İktidar kılı kıpırdamayarak suç işliyor. Ana muhalefet bu konuda sesini çıkarmayarak tarih karşısında suça ortak oluyor. Barolar birliği ve metropol baroları sessiz kalarak suça ortak oluyorlar. Bu durum coğrafyamızın en temel sorunlarından olan Kürt sorununun çözümü için de ciddi bir dezavantaj oluşturuyor.

Özgürlüğü umut etme hakkı gün gelir herkese lazım olur. İktidarın tecride son vermemesi toplu ölümlere neden olursa bu doktrindeki tanımıyla siyasi saikle işlenmiş insanlığa karşı suçu oluşturur. Eğer tecrit barışı savunan birine karşı yapılıyorsa bu aynı zamanda barışa karşı da işlenmiş suç olur. İmralı tecridi son bulmalı, ölümler önlenmelidir. Belli bir süreçte yapılacak hukuk reformuyla da müebbet hapis cezaları ceza yasasından çıkarılmalıdır.