Hasan Soylu / Demokrat Haber Analiz

BDP heyeti İmralı’ya gitti, döndü. Kamuoyuna kısa bir açıklama yaptı. Açıklamanın öne çıkan boyutu, PKK’nin uzun süredir alıkoymuş olduğu devlet görevlilerini serbest bırakması idi.

Görüşmenin ardından medyada “bini bir para” denilebilecek türden yorumlar, analizler gırla gidiyor. Mesela bugünkü gazetelerin belli başlı köşe yazarlarının hemen tümü, bu konuyu ele almışlar. Kuşkusuz bunda bir tuhaflık yok. Söz konusu olan memleketin “en önemli” sorunu olunca ve bu sorunun barışçıl çözümüne dair bir ihtimal belirince, sorunun merkezinde duran isimle ilgili gelişmeler elbette ki hem haber, hem de yorum konusu olarak öne çıkacaktır.

Bu yorumları burada özetlemeye niyetimiz yok. Fakat birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyoruz.

Birincisi, ortalık tek kelimeyle “Kürt sorunu uzmanı”ndan geçilmiyor. Konuyla ilgili medyanın gözde yorumcularını saymaya kalkarsanız, sayıları 10’u bulmaz. Neredeyse bütün kanallarda aynı isimlerle karşılaşıyorsunuz. Siz siz olun, karşılaştığınız üst perdeden konuşan herkesi “uzman” filan zannetmeyin… Hiç değilse “izleyici” biraz seçici olmalı yani. Madem medya yöneticileri olamıyor…

Fakat bu uzman kalabalığı içerisinde bu aralar emekli askerler pek görünür planda değil. Bunu da bir “artı” olarak kaydetmek gerekir. Malum, özellikle çatışmaların yoğunlaştığı zamanlarda bu emekli asker yorumcu takımı neredeyse bütün kanalları sırayla gezer ve kerameti kendinden menkul üst perdeden askeri, siyasi analizlerle mevzuyu hemencecik “halletme” akılları verirlerdi… Demek oluyor ki bunların barışa dair verecekleri bir akıl yok; sesleri solukları çıkmadığına veya kimseler görüşlerine itibar etmediğine göre…

İkincisi ise yorumcuların “kaynakları” ile ilgili bir husus… Hatırlayanlar bilir, bir zamanlar, medyada “muteber” bir kalem olmanın adeta ölçülerinden biri, “köşk” veya “başbakan” ile ahbaplık derecesi idi. Bazı köşe yazarları günlük yazılarına “köşk” ile başlar, ”başbakanlık” ile bitirirlerdi. İsimleri bu merkezlerle adeta bütünleşmişti. Uzun zamandır ne Çankaya, ne de Başbakanlık, bu tip bir “kaynak” değil.

Tabii, Başbakan Erdoğan'ın gezilerine katılan gazeteciler oluyor veya Cumhurbaşkanı Gül’ün. Ve onlar da elde ettikleri görüşleri paylaşıyorlar. Ama bu paylaşımlarının herhangi bir özgünlüğü yok, zira Başbakan veya Cumhurbaşkanı “şahsa özel” değil, orada bulunan bütün gazetecilere konuşuyorlar.

Şimdilerde özellikle Kürt sorunuyla ilgili mühim kaynak, ne Başbakanlık, ne Cumhurbaşkanlığı, ne de bir başka siyasi kurum, direkt MİT…

“Kaynaklarımdan edindiğim bilgilere göre…”, “kaynağımın dediğine göre…”, “kaynaklarıma teyit ettirdim…”, “kaynaklarım dedi ki…” türü ifadelere Kürt sorunu ve PKK konulu yazılarda çok sık rastlıyoruz artık. Ve bu tür ifadelerden herhalde hepimiz aynı “kaynağı” anlıyoruz, yani MİT’i.

Süreci yürüten kurum MİT olduğuna göre, “kaynak” olarak MİT’in “muteber” oluşu da gayet anlaşılır bir şey. MİT açısından baktığımızda ortada gayet başarılı bir kamuoyu yönlendirme faaliyeti olduğu da söylenebilir. Zira sonuç itibarıyla bu bilgiler MİT tarafından sızdırılıyor olsa gerek.

Burada asıl problem MİT’in kendisi değil yani; MİT’in “bilgilendirdiği” kaynaklar… Bu “muteber” şahıslar aracılığıyla bir aktör olarak MİT’in süreçteki rolünü sorgulamak kimselerin aklına gelmiyor. Bu kişilerin MİT’le ilişki dereceleri hakkında bir şey ileri sürme iddiasında değiliz. Ama MİT “kaynak” olarak böylesine önem kazanınca, kim gerçekten “sızdırılmış” bir bilgiyi kamuoyuna yansıtıyor, kim bu izlenimi vermenin ötesinde bir özelliğe sahip değil; bunu ayırt edebilmek de kolay olmuyor…

Bize düşen, yine okuru uyarmak. Hem belirsiz kaynaklara, hem de “derin” sızdırma bilgilerin niteliğine ilişkin olarak…

Bizim kaynaklarımız “haber” ve “hayat”. Ve bizim “kaynaklarımız”, sadece ve sadece gerçeği açığa çıkartmaya ve yazmaya dair…