Hüseyin Çelik’in, malum İçişleri Bakanı’nın Uludere için kullandığı sözlerin “insani” olmadığını söylemesi üzerine, Başbakan’ın “Uludere’de insaniyse insani biz görevimizi yaptık” sözlerini kullanmasını, muhatabın soruyu soran gazeteciden çok bizzat Hüseyin Çelik olduğunu düşündürtüyor.


Başbakan’ın “AK Parti’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yaptığı açıklamaları da arkadaşlarıyla değerlendirerek yapar” derken bu arkadaşları arasında Kürt kökenli Hüseyin Çelik de var mıdır bilemiyoruz. Ama konuşmasından anladığımız Başbakan’ın Çelik’in açıklamasından pek de mutlu olmadığı.

“Uludere olayı”
nın, bu hükümetin Kürt sorunundaki yaklaşımının kodlarını açığa çıkaran bir işleve sahip olduğunu düşünüyorum ben. Bu olay, AKP hükümetinin, Türk siyasetinin bugün en güçlü partisi olarak Kürt sorununda nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu ve ileride de nasıl olabileceğini açığa çıkaran bir işlev görüyor. Dolayısıyla nasıl olması gerektiğini de...


Ben de dâhil birçok yazar AKP’nin Kürt açılımı yaparak, her şeye rağmen Habur’u göze alarak, Oslo sürecini başlatarak siyasi maliyeti olsa bile aldırmayarak oldukça öncü bir rol üstlenmiş olduğunu ileri süren yazılar yazdık. AKP’nin bu adımlarını iktidara geldiğinden bu yana benimsediği “reformcu” çizginin bir gereği olduğunu ve bu nedenle de “vesayet rejiminden” ciddi bir kopuşa işaret ettiğini ifade ettik.


Ama doğrusu bugün ben kendi adıma bu yorumlarda biraz aceleci davrandığımızı, AKP’nin gerçekten de bu meseleyi bizim içimize de sinebilecek bir biçimde çözmek istediğini (benim için tam öyle olmasa da) düşünmemizin aşırı iyimserlik olduğunu düşünüyorum.


Böyle düşünüyorum çünkü bir zamandan beri Başbakan’ın, bu meselede yaptığı her konuşmayla, Türklerin Kürt meselesindeki, bir zamanlar devlete de yansımış bulunan geleneksel politikalarından bir kopuş içinde olmadığını düşündürtüyor. “İleri” gibi gösterip “daha ileri”yi önleyen bir duruş bu.


Dikkat ederseniz “Türk siyasetçileri” her aşamada “Kürt meselesi”nde “ileri” bir adım atarak, ileride gibi duran ama aslında meselenin “daha ileri” gitmesini önlemeye yönelik bir anlayışla davrandılar. “Kart, Kurt”tan “Kürt realitesi”ne geçmek “ileri” bir adımdı kuşkusuz. Kürtlerin taleplerini bu adım karşılar diye düşünmüş olsalar da bu olmayınca bu kez de “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”e sığındılar. Bu da “daha da ileri” bir adımdı. Ama bu adım da sorunun çözülmesini sağlayan bir noktaya evrilemedi. Her “ileri” adımın “daha da ileri” bir adım olmaması için atıldığını düşünürseniz Erdoğan’ın attığı “açılım”, bir “ tv kanalı”“seçimlik Kürtçe” vs. gibi“ileri” görülebilecek adımların da aslında Kürtlerin “daha ileri” taleplerini, o kadar ileri gitmeden, daha ileri gitmesine izin vermeden durdurmaya yönelik adımlar olduğunu söylememiz mümkün.

Dolayısıyla taleplerden bazılarını reddetmeyerek varolan demokratik hak alanını biraz gevşeterek yükselen taleplerin yükselişini daha önceden durdurmaya çalışmak doğrusu “ileri” gibi görünse de aslında “geri”yi (yani eski politikaları) tahkim eden bir siyasettir.


İkinci olarak, Uludere olayı, bu olayla ilgili AKP içinden kimin nasıl tepki verdiğinden giderek Kürt meselesinin AKP’nin de yumuşak karnı olduğunu düşündürtüyor. Bir parti içinde de olsa konu etnik bir kimliğe karşı ayrımcılık noktasına gelince o etnik kimliğe sahip olanlar arasında da bir yarılma yaratması şaşırtıcı değil. Her ne kadar bu yarılmanın derinliğini ve şiddetini ölçemezsek de Erdoğan’ın dilinin ve bu olayla ilgili “özür” dilemeden “özür” dilemiş gibi yapmasının parti içindeki Kürt siyasetçiler arasında rahatsızlık yarattığını söylememiz mümkün.


Üçüncü olarak, Kürt siyaseti, “özür” talebinin, (her ne kadar Başbakan “terör örgütünün talebi”diyerek reddetse de) aslında Müslüman kesimler de dâhil tüm toplumda yaygın bir talep olduğunu görmesi ve siyasetini de yalnızca “Kürt kimliği”nin talepleri üzerinden değil “tüm toplumun adalet ve vicdan duyguları” üzerinden oluşturması gerekiyor (yeni yollar bulması anlamında).


 İnsan bu hükümetin, geçmiş hükümetlerin “ileri” gibi gösterip “daha ileri”yi önlemeye yönelik siyasetlerinin bir çıkmaz olduğunu görmesini istiyor. Ama tarih de bize ne kadar liberal görünse de özünde sağcı siyasetlerin toplumun özgürlük ve demokrasi talepleri karşısında kendi sınırlarının olduğunu gösteriyor. Bu sınırları aşmak ise bu taleplerin toplum tarafından ne kadar fark edildiğine ve ne kadar önemsendiğine bağlı. Uludere olayı, bu sınırların varlığıyla ilgili toplumun, yüzde elli oy almış olsa da AKP’den rahatsız olmakta olduğunu gösteriyor. Henüz bu rahatsızlığın boyutlarını bilmesek de hissiyatımız bu yönde...