Gazeteci Fatih Polat, Türkiye’nin dış politikası ve Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın Osman Kavala için mektup yazan 10 büyükelçiyi  “İstenmeyen kişi ilan edilmeleri için talimat verdim” açıklamasını değerlendirdi.

“Sadece muhalefetin yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında değil, iktidarın yaptırdığı araştırmalarda da güç kaybını teyit eden sonuçların çıkması, ekonominin her gün biraz daha kötüleştiği koşullarda iktidarın durduğu zemini iyiden iyiye sallantılı hale getirdi” değerlendirmesinde bulunan Fatih Polat, “Ülkenin en büyük sermaye örgütü TÜSİAD’ın bu zeminde yaptığı çıkışa, 10 büyükelçinin Kavala’nın serbest bırakılması çağrısının eklenmesi belli ki Erdoğan’ı iki seçenek ile yüz yüze bıraktı. Ya Türkiye’nin dahil olduğu AB sürecinin bir gereği olarak AİHM kararlarının, Avrupa Konseyi’nin Kavala ve Demirtaş ile ilgili çağrılarının gereğini yapacak ve bunları yaptığı taktirde de, ‘El mi yaman, bey mi yaman’ sınavını kaybettiği izlenimini verecek ya da kendi iktidarına yol verme hamleleri olarak okuduğu bu gidişat karşısında ‘milli mücadele’ formülünü devreye sokacak. İkincisini yaptı” dedi.

Fatih Polat’ın Evrensel’de “‘Dış düşman’ taktiğinin de bir sınırı var” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:

15 Temmuz darbe girişimi, Erdoğan iktidarına siyasal alanı ‘Yenikapı ruhu’ hamlesi etrafından tahkim etmek için elverişli bir iklim sunmuştu. Parlamenter muhalefetin bilinen zaafları da Erdoğan’ın taktiğinin iş görmesini kolaylaştırdı.

Ancak hayat hiçbir iktidarın istediği kadar mükemmel olmuyor. Zaman içinde bu zemin aşındı. AKP-MHP ittifakının desteği zayıflarken son seçimlerde muhalefete verilen desteğin ülkeyi zaafa uğratacağı propagandası da pek işlemedi. Tamamen hukuk dışı biçimde, devlet erkini, medyadaki iktidar hegemonyasını ve YSK’deki iktidar nüfusunu kullanarak İstanbul seçimlerini tekrar ettirme hamlesi de hüsranla sonuçlandı. ‘Atı alan’ bu sefer Üsküdar’ı geçemedi.

İçeride bitmeyen davalar, dışarıda Suriye’den Libya’ya kadar üretilen operasyonel gerekçeler sınıra dayandı. Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerden faydalanarak bölgesel güç olmayı deneme ve bu hamleleri iç siyasete tahvil etme stratejisi de bir noktadan sonra çalışmamaya başladı.

Sadece muhalefetin yaptırdığı kamuoyu araştırmalarında değil, iktidarın yaptırdığı araştırmalarda da güç kaybını teyit eden sonuçların çıkması, ekonominin her gün biraz daha kötüleştiği koşullarda iktidarın durduğu zemini iyiden iyiye sallantılı hale getirdi.

Ülkenin en büyük sermaye örgütü TÜSİAD’ın bu zeminde yaptığı çıkışa, 10 büyükelçinin Kavala’nın serbest bırakılması çağrısının eklenmesi belli ki Erdoğan’ı iki seçenek ile yüz yüze bıraktı. Ya Türkiye’nin dahil olduğu AB sürecinin bir gereği olarak AİHM kararlarının, Avrupa Konseyi’nin Kavala ve Demirtaş ile ilgili çağrılarının gereğini yapacak ve bunları yaptığı taktirde de, ‘El mi yaman, bey mi yaman’ sınavını kaybettiği izlenimini verecek ya da kendi iktidarına yol verme hamleleri olarak okuduğu bu gidişat karşısında ‘milli mücadele’ formülünü devreye sokacak.

İkincisini yaptı.

19 Aralık 2016’da, Ankara’daki Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki fotoğraf sergisi açılışında Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesinden 5 yıl sonra yine bir, ‘bizde gerektiğinde elçiye de zeval olur’ gündemi ile karşı karşıyayız.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kavala için çağrı yapan 10 Batılı Büyükelçi’nin ‘istenmeyen adam ilan edilmesi’ için Dışişleri Bakanı’na talimat verdiğini açıkladı.

Tam burada virgül koyarak bir parantez açalım. Hatırlanacaktır, hem Türk hem de Alman vatandaşı olan meslektaşımız, Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel, 14 Şubat 2017’de gözaltına alınmıştı. İktidar gazetelerinde Deniz Yücel için ‘ajan’, ‘hain’ gibi sıfatlarla manşetler atıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişikliği referandumundan iki gün önce Beyaz Tv ve TGRT Haber ortak yayınında Deniz Yücel’in Almanya’ya iade edilmesine ilişkin soruya “Hiçbir surette olmayacak, ben bu makamda olduğum sürece asla” diye yanıt vermişti. “Bu tam bir ajan teröristti bu” vurgusunu da yaparak.

Deniz Yücel, Almanya’nın bağırma çağırmaya dayalı olmayan güçlü prese dayalı diplomatik hamleleri sonrası 16 Şubat 2018 günü tahliye edildi. Ardından da özel bir uçakla Almanya’ya gitti.

Erdoğan’ın Merkez Bankası’ndaki son değişikliklerinin ardından gidilen faiz indiriminin kurları zıplatıp Türk lirasının değerini daha da düşürmesini ve bunun sonuçlarını konuşmayalım. TÜGVA belgelerini konuşmayalım. İktidarın eski yol arkadaşı Sedat Peker’in iddialarını konuşmayalım. 10 Batılı ülke büyükelçisinin Kavala ile ilgili çağrısının ‘milli çıkarlarımıza’ aykırı olduğuna inanıp sadece onu konuşalım. Peki 2 kez tahliye edilip 3 kez tutuklanan ve 4 yıldır cezaevinde tutulan bir kişi için yargı süreci devam ederken, ülkenin en yetkili makamında oturan siyasetçinin bu biçimde konuşmakta ısrar etmesi, yabancı müdahalesine karşı ‘bağımsız yargıyı’ koruma çabası olarak okunabilir mi?

Rusya ile işlerin yolunda gitmediği, ABD ve AB ile ilişkilerin krizden krize sürüklendiği bir dönemin sermaye iktidarı bu gidişatı, ülkedeki antiemperyalist birikimin, kendisinin ‘milli duruş’ manipülasyonlu çıkışlarına elverişli zemin sunduğuna inanıyorsa yanılıyor.

Yazının tamamı burada.