İktidarın Coronavirüs salgını ile ilgili aldığı kararlardan biri de 20 yaş altı ile 65 yaş üstü insanlarımızın sokağa çıkma yasağı. Bilindiği gibi önce 65 yaş üstü için alınan bu karar, virüsün daha çok ileri yaştaki kesimleri etkilediği şeklindeki ileri sürülen görüştü. Ancak geçen günler gerçeğin hiç de böyle olmadığını gösterdi. Asıl amacın yaşlı kesimin toplumdan izole edilmesi hedefi olduğu ortaya çıktı. Her yaştan insanımızın virüsten ölümleri yaşlılarımızın günah keçisi olmasından öteye bir işe yaramadı.

İktidarın 20 – 65 yaş arası insanlarımızın çalışma hayatına devam etmelerindeki ısrarı, virüsle mücadelede samimi olmadığının bir ifadesidir. Zira gerek Sağlık Bakanı ve gerekse Cumhurbaşkanının konuşmalarından ortaya çıkan sonuç, ülkede üretimin aksamaması için emekçilerin tüm risklere rağmen çalışma hayatına devam etmesinin istendiğinin göstergesidir. Öyle ya, çalışma yaşamının bir parçası olması daha düşük olasılık dahilinde değerlendirilebilecek 20 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfus kesiminin evde kalmaya zorunlu tutulması amaçlanırken çalışan herkesin işe gitmeye mecbur bırakılması, mevcut iktidarın Coronavirüs salgını ile mücadelede asıl amacın toplum sağlığı değil, üretimin devamlılığının garanti edilmesi olduğunun kanıtıdır.

Hükümetin salgınla mücadele yerine üretimin devamından yana olan bu tercihi, her geçen gün her yaştan insanımızın salgın hastalığa yakalanmasına ve hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Dünyayı saran Pandemi (Covid-19) salgınının en önemli tedbirlerinden biri olarak kabul edilen yakın temasın ortadan kaldırılmasında sokağa çıkma yasağının çok önemli olduğunu bilmeyen kalmadı. Buna rağmen siyasi iktidarın hâlâ ‘’sürü bağışıklığı’’ yöntemini uygulamadaki ısrarı daha fazla ölümlere sebep olacağını ve ötesinde sağlık sistemine altından kalkamayacağı yük bindireceğini ileri sürmek hiç de zor değil.

İktidarın virüsün yayılmasını önlemek konusundaki yetersizliği her geçen gün daha belirginleşiyor. 11 – 12 Nisan (Cumartesi – Pazar) için ilan ettiği sokağa çıkma yasağının saati tam bir garabet. 30’u büyükşehir 31 ilde, yani ülke nüfusunun %78’ini teşkil eden bir kitle için yasağa bir buçuk saat kala yapılan açıklama milyonlarca insanın kendini sokağa atmasına neden oldu. Sokağa çıkma yasağının hafta sonu ile sınırlı kalmayacağı şeklindeki halkta oluşan algı, halkın devlete güveninin kalmadığının başka bir ifadesidir.

Olayın bu seviyeye geleceğini kestirmek çok mu zordu? Zor değil. Çünkü yurdum insanının önemli bir kesimi olgulara bilimsel doğrularla değil, inancın dar kalıplarıyla bakmaktadır. Ülke nüfusunun azımsanmayacak bir kesimi, yaşamındaki her türlü gelişmeyi bilimin kılavuzluğuyla değil, inançlarının ritüelleriyle değerlendirmektedir.

Bilim, özellikle bu süreçte en çok üzerinde durulan ve uyulması gereken kuralları belirleyici olsa da, insanların inancının karşısında etkili olamıyor maalesef. Örneğin Suudi Arabistan’dan dönen Umrecilerin tümünün karantinaya alınmaması, bilimi dinleyelim denildiği süreçte gerçekleşti. Sonuçta bugün o Umrecilerin elini kolunu sallayarak girdiği köyler, kasabalar karantina altına alınmak zorunda kalındı. Her insanın kabul edebileceği gibi namaz, insanın sığabildiği her yerde yapılan bir ibadetken, camilerin okullardan sonra kapatılmasının (herkese kapalı olduğu halde bazılarının VIP namazı kıldığını ayrı tutarsak), altında inanç sisteminin belirleyiciliği yatmaktadır.

Bilimsel açıklamalar, inancı temel alan insanların üzerinde etkili olmuyor, olamıyor. İnananlar kendileriyle birlikte inanmayanları da ölüme götürüyor. İnanmak, herhangi bir şeyin (bilgi, görüş, olay, olgu vb.) doğruluğu, gerçekliği hakkında herhangi bir şüpheye kapılmamaktır. Örneğin dünyanın düz olduğuna inanıyorsanız, düzinelerce objektif kanıtın varlığı, sizi dünyanın yuvarlak olduğuna inandırmaz. Zira inanç sayesinde insanların inançlarını tehdit eden bulguları reddetmek gibi bir alışkanlıkları vardır. Bilimle (ne kadar olursa olsun) somut verilerle ve deneyle inancı sarsmanız çok kolay değildir. Çünkü bilimin kendini yanlışlamak gibi bir özelliği vardır. Bugün doğru dediğine, yıllar sonra yanlış demek bilimsel olarak mümkündür. Oysa inanç bu konuda hiç ‘’hata’’ yapmaz. ‘’Bu böyledir’’ diyorsa öyledir!

Sonuç olarak Coronavirüsün bize öğrettiği bir gerçek de bilime duyulan ihtiyacın, bilim insanlarına olan hürmetin, sağlık çalışanlarına olan önemin ne kadar yerinde ve gerekli olduğu hakikatıdır. Ülkemizde altı bakanlıktan fazla bütçeye, on binlerce kadroya ve devasa başkaca imkanlara sahip Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaşadığımız bu sıkıntılarımıza çare olabileceği söylenebilir mi ?