Bazen insanlar hayatlarına son vermek isterler. Ölerek, yaşayan herkesten intikam almaktır amaçları. Meydan okuyarak ölüme giderler.

Bir intihar hikayesi duydum.

Genç bir çocuk, okulunun en güzel yerinde, herkesin görebileceği bir alanda asmış kendini. Ölümüyle, onu bir süre hatırlayacak insanların kalbinde, kanırtmak istemiş hayatı, belli ki.

“Ölmek İçin 13 Sebep” adlı dizi, aynı adlı romandan uyarlanarak yapılmış.

Netflix de yayınlanan, psikolojik drama dalında bir gençlik dizisi.

Konunun işlenişi itibariyle öyle sıradan bir gençlik dizisi değil.

17 yaşında intihar eden genç kız ardında 13 tane kaset bırakıyor. Teknoloji dünyasında yaşamasına rağmen eski usul benim gençliğimdeki stereo kasetlere sesini kayıt ediyor.

Modern dünyanın yozlaşmışlığına inat, hey ben Hannah Baker size canlı canlı stereo sesleniyorum diyor, kasetlerin başında.

Ailesi dahil kimse onun farkına varmayınca böyle bir yol buluyor kendine.

Yeni taşındığı yerde hayatına giren, kalbini kıran, hayatla bağını koparan, hayata son bir şans verdiğinde; o şansı ziyan eden insanlara teker teker seslendiği 13 kaset dolduruyor. Bir nüshasını da tarafsız olduğuna inandığı arkadaşı Tony’ye teslim ediyor.

Aslında Tony herkesin ortak tanıdığı tarafsız bir bölge.

Postaya verdiği 13 kasetin her birinin dinlenen kişi tarafından diğerine geçmesini tarafsız kişi kontrol edecek, şayet aksaklık olursa tüm kasetler polise gidecek.

Böyle bir hazırlığın sonunda aslında hiç de istemeden çok acı çekerek, korkarak ama başka şansı olmadığına inandığı için ya da etrafındaki insanlar tarafından varlıklarının sebebince inandırıldığı için, içi su dolu küvetinin içinde bileklerini kesip kendini öldürüyor.

Hem de ödü koparak, ağlaya ağlaya. Ben o sahneleri seyredemedim sadece bileğini keserken çıkardığı can yakıcı seslere kulak kabarttım bir süre.

Bir şekilde hayatına dahil olan insanlar genç kızın ölümünden kendilerini suçlu hissettikleri için ayrıca hayatlarındaki korkular daha net görünmeye başladığından birbiriyle önce kenetlenip sıradan suçlu kardeşliğini oluşturuyorlar.

11. sırada hikayenin kahramanı Clay Jensen’a kadar her şey olması gerektiği gibi ilerliyor. Hızla dinleniyor kendilerine ait kaset, kutu el değiştirip sonraki kişiye devir oluyor ama Clay’de takılıyor. Bir türlü ilerlemiyor. Herkes orada bir problem çıkacağının da farkında. Çünkü kahramanımız sıradan biri değil. Sürünün dışında kalan biri. Diğerleri tarafından asosyal diye tanımlanan çalışkan bir tip. Ve intihar eden Hannah’ın iş arkadaşı. Ona aşık ama bir türlü cesaret edip ona itiraf edememiş. Hatta sevmekten korktuğu için kendisine de itiraf edememiş.

Ukala dümbeleği bir annesi var. Avukat. Onu seyrederken insan okumuş, kendini bir halt sanan bütün annelerden nefret ediyor. Baba rahat. O da bir okulda öğretmen.

Kadın diyor ki oğlumuz uyuşturucu kullanıyormuş. Çocuklar okulda çantasına uyuşturucu koyuyorlar gözünü korkutmak için. Baba istifini bozmuyor, merak etme diyor, sınıfımda uyuşturucu kullanan çocuklar var. Bizim çocuk o tanıma uymuyor.

Anne mükemmel kahvaltılar hazırlamaya başlıyor ve akşam yemekleri, hepsinde bir arada olunsun istiyor. Ne kadar kusursuz görünürlerse çocuk o kadar kusursuz olacak sanıyor.

Evde kapıların kapanmaması kuralını getiriyor. Oğlan kapı açık mastürbasyon yapmak zorunda kalıyor.

Anne belki de baba rahat olduğu için evde nefes aldırmıyor çocuğa, ama hepsini çocuğun iyiliği için yapıyor. Çocuk sorunlarını anlatmıyor, korkularını da çünkü her şekilde bir bedeli olacağını, kendisine sorun olarak geleceğini biliyor.

Daha önce psikiyatriste gitmiş, ilaç kullanmış oğlan. Kadın çocuktaki durumlara bakıp onu yeniden doktora gitmeye yönlendirmeye çalışıyor.

Yani anne oğluna psikolojik şiddet uyguluyor. Bunu yaparken de soruyor sana okulda arkadaşların ya da öğretmenlerin herhangi bir şiddet uyguluyor mu?

İşte bu varlığımızla, kimyamızla hiç farkında olmadan etrafımıza verdiğimiz zararın güzel bir örneği.

Üstelik hiç farkında olmadan severken, koruduğumuzu sanırken yavaş yavaş öldürürüz.

Clay Jensen ailesini tanıdığı için herhalde, sonuçta içine doğmuş onların, baskılarını sabırla savuşturuyor.

Fakat arkadaşlarının baskılarını, tehditlerini başlangıçta bir loser gibi karşılıyor. Bunun nedeni onların dilini bilmemesi. Sonunda o kadar çok hırpalıyorlar ki çocuğu, onların dilinden konuşmayı o da öğreniyor.

Ölmek İçin 13 Sebep’in hikayesinde aileler var. Çocuklarına varlıklarıyla, yoksunluklarıyla eziyet eden, güven duygusundan yoksun yetişmelerine sebep olan anne ve babalar var.

Çocuklar var, rol modellerinde gördüklerinin tam tersi bir ilişki kurmaya çalışan hayatla. Ya da ebeveynlerinden intikam alır gibi davranan çocuklar.

Kurum çalışanları var, görevleri çocuklar olduğu halde onları para kazanmak için bir araç, nesne gibi gören ruhsuz robotlar.

Hepsi de sanki örgütlenmiş gibi bir insanın ölümünde yerlerini alıyorlar.

Dizinin bu kadar ilgi çekmesinin sebebi, işlenmiş olan hikayenin seyredeni mutlaka bir yanından yakalamış olması.

Üstelik ölüm, tecavüz, duygusal ve fiziksel şiddet, hepimizin gündelik hayatının kelimeleri. En az bir kere telaffuz etmek zorunda kaldığımız, şahit bırakıldığımız, dahil edildiğimiz durumlar.

BIG LITTLE LIES

2017 yılında adından söz ettiren bir diğer dizi de “Big Little Lies”, o da çok satan aynı adlı romanından uyarlanarak yapılmış.

Ödüllü bir yönetmeni ve iyi bir oyuncu kadrosu var. Güzel kadınlar, güzel evler, güzel çocuklar bir o kadar da sır ve sorun var.

Bir kadın var. CEO, ona panter diyorlar. Kocasına 6 yaşındaki kızı şiddet gördüğü için dert yanıyor. Sırtını ısırmış sınıfta başka bir çocuk. Kız annesinin ve babasının baskın karakterine tezat, pamuk prenses kıvamında narin bir yaratık.

Anne derdini anlatırken baba diyor ki, hallederiz kasma, hadi gel sevişelim. Söylesene en son ne zaman seviştik. Kadın öfkeli, kırıtıyor, nazlanıyor, sonra da bütün iş yeri onları dinliyor.

Kadın siniri alınmış kocasına diyor ki, ben seni hep istedim ama sen beni ilk defa istiyorsun.

Bu adamın aynı zamanda kasabanın kafesinde çalışan, gay olduğu dedikodusu gizli gizli konuşulan biriyle de ilişkisi var.

Zengin ve fakir ailelerinin çocuklarının aynı devlet okuluna gittiği değişik bir kasabada geçiyor hikaye. Fakir insanlarla aynı yerlerde eğleniyor zenginler, partilere onlar da katılıyor falan.

Mesela en popüler, arıza kadının yakın arkadaşı parası olmayan, tecavüz sonucu hamile kalan bir kadın. Çocuğunu doğurmuş ama travmayı atlatamamış.

Evleri uçurum, yaşamları uçurum ama dostlar. Çünkü arıza kadın çok adaletli ama kime göre tartışılır. O da kocasını aldatmış. Adam fakirim ama gururluyum diye azarlıyor kadını.

Dizi kafası diye özel bir kafa vardır belki onu da bilemedim.

Çatışma yaratmak için uçurum alanlardan suni birliktelikler yaratılmaya çalışılmış.

Hikayenin en ilgi çeken yanı güzel bir avukat ile onun kocasının hikayesi.

Uzaktan bakınca insanların özeneceği, ideal unsurlara sahip ilişkileri varmış gibi görünen bir çift aslında literatüre geçecek nitelikte akıl hastası.

Kadın adamdan her zaman şiddet görüyor. Çocuklar kadını dinlemiyor, o zaman babalarını salıyor üstlerine ama nazikçe, ilgilen diyor, adam adlarını söylüyor, ya da emir veriyor, çocuklar çil yavrusu gibi dağılıyorlar.

Aileler, çocukların masumiyetleri yüzünden kendilerinin günahlarından muaf büyüdüklerini sanırlar.

Oysa tam da çocukların bu masumlukları onları etraflarındaki günahlara karşı mıknatıs gibi daha da çekici yapar.

Çocuklar etraflarında olup biten her şeyin kokusunu alırlar.

Kötülüğün, şiddetin, kokuşmuşluğun farkına varır ve bir bilge kadar uzman yorumlar yaparlar.

Ne zamanki büyürler, hem zeka yaşları düşer, hem de kötülüğe bulaşırlar, büyüklerin arasına karıştıklarından ayırt edici özelliklerini de yitirirler.

Yani onlara çocuk derken sadece kendimizi kandırırız. Onların gözünde çocuk olan bizizdir ya da yaşlı ya da bunak.

Her neyse.

Hikayenin ana ekseninde okulun birinci sınıfındaki çocukların arasında şiddet gören küçük bir kız vardır. Annesi panter lakaplı bir CEO’dur.

Bir de altı yaşında şiddet uygulamakla suçlanan küçük bir oğlan çocuğu vardır. Annesi bir türlü babasının kim olduğunu söylemez.

Annesine ne zaman babasından söz etse, yüzü o kadar üzücü bir hal alır ki, çocuk annesini üzmemek için ondan bahsetmez. Ama arkadaşlarına babasının, Darth Vader olduğunu söyler.

Okulda veliler imza toplarlar 6 yaşındaki oğlan çocuğu okula gelmesin diye, pedagoga gitmesi için baskı yaparlar.

Pedagog, çocuğun nazik, kırılgan olduğunu hatta zayıf yönünü bilen birinin bunu kullanıp çocuğa şiddet uyguladığından şüphelendiğini söyler. Tekrar görmek ister.

Tüm bunlar 6 yaş grubunun sınıfında olur.

Hikayenin mükemmel ailesinde çocuklarını büyütmek için işinden ayrılan güzel anne sürekli kocasından şiddet görür. Adam önce kadını yerden yere vurup sonra da tecavüz eder.

Kadının duyguları karışıktır aslında. Adamın şiddetini kendi içinde, özgüveninde yumuşatma yoluna tutku ve sevgi kılıfını giydirmiştir. Kendi benliğini korumak için böyle savunma geliştirdiğini söyler gittiği terapiste ve terapist onun bu gerçeği ile baş edemez direk kestirmeden gidip akıl verir.

Kendine bir daire al, buzdolabını doldur. Çocuklarını alıp oraya yerleş. Önce en güvendiğin arkadaşına şiddet gördüğünü anlat. Çünkü kocan bunu boşanma davasında kullanacak ve yalan olduğunu söyleyecektir, der.

Kadın gururundan bir türlü kimseye anlatmaz ama terapistin dediğini yapıp kendisine bir daire satın alır. Buzdolabını doldurur.

Bunların hepsi galiba kendini güvende hissetmek için yapılması gereken şeyler.

Kocası ise şiddeti kendince şöyle açıklıyor. Karısını seviyor ve onun bir gün çekip gitmesinden korkuyor.

Öfkesini kontrol edemiyor, dışarı vurduktan sonra da rahatlıyor.

Olayın polisiye yönü ise bu insanlardan birinin ölümüyle ilgili.

Her iki dizi de flashback’lerle ilerliyor. Bir ölüm ve geriye doğru giden anılar ve şimdiki zaman üzerinden akıyor.

Anlatım dili olarak zor bir seçim ama her iki hikayede de oldukça başarılı olunmuş.

Küçük bir not ekleyecek olursam “Big Little Lies” bizde “Ufak Tefek Cinayetler” olarak esinlenilmiş anladığım kadarıyla ancak bizim hikayemiz orjinal hikayeye göre daha lezzetli göründü bana.

Güzel günlerde görüşelim ve görüşmelerimiz iyiliklere vesile olsun.